ZİYA KAYAPINAR DOSTA DOĞRU
Ziya KAYAPINAR

KAYIP ÇOCUK

 
 

 

KAYIP

ÇOCUK

 

 

 

 

YAZAN

ZİYA KAYAPINAR

 

 

 

2017

 

 

 

2

Hikayemiz İç Anadolu’nun Sivas bölgesinde bir köyde geçiyor. Bu yörenin bozkırlarında yöre halkının mera olarak kullandığı, tepelerin arasına gizlenmiş büyük yaylalar yer alır. Bu yaylalar hafif bir meyille kuzeyden güneye doğru uzar gider. Bu yaylaların çok uzağında Toros Dağları’nın karlı zirveleri görünür. Burada gökyüzü alabildiğine mavi, yıldızlar daha parlak ve ışıl ışıl. Güneş tepelerin arasında gizlenmeden birden bire doğar ve birden bire kaybolur. Yakınlarında öyle çağlayıp akan sular ve heybetli dağlar yok. Göz alabildiğince uzanan o monoton görüntüyü yaylaların uzağında birbirine yaslanmış ihtiyar tepelerin görüntüsü bozar. Hiçbir yerinde bir orman ve çalı görülmese de bu geniş boşluk insanlara bir sıkıntı vermez. Burada doğanın huzur verici ve sevecen bir yapısı var. Öyle insanı korkutan kanyonlar ve bulutları kucaklayan çirkin dağlar da göremezsiniz.

Yaylalar da yörede yaşayan insanları gibi sıcak ve sevimli. Yaylaların doğal yapısı asırlardan bu yana hiçbir değişime uğramamış. O bölgenin çobanlarının vatanı yurdu olarak yaşamış ve günümüze kadar gelmiş. Çoğu zaman bu yaylalardan geçen ve köyleri köylere bağlayan o patika yollar bile doğal haliyle durmaktadır.

Yaylaların en güzel zamanı bahar aylarıdır. Bu mevsimde yaylaların her tarafı rengârenk çiçeklerle kaplanır ve göçmen kuşlar yayladaki vatanlarına dönerler. Bu yaylalar bahar aylarında bir sebze ve meyve bahçesi gibidir. Yöre köylüleri ihtiyaçları olan kır meyvelerini ve yaz sebzelerini bu yaylalardan temin ederler. Yaylalar bu özellikleri ile yöre halkının meyve ve sebze bahçesi gibidir. İnsanlar yeşilin ve sarının en güzelini bu yaylalarda görür ve yaşar.

Serin havası, soğuk kaynak suları ile yaylalar aynı zamanda mera özelliği de taşır. Tüm komşu köylerin hayvanları bu meralarda otlar, ilkbaharın başlarından kış aylarının başlarına kadar bu yaylalar koyun ve keçi sürülerinin mekânıdır. Yaz ve bahar aylarında göçmen kuşlar bu yaylalara ayrı bir canlılık kazandırır.

 

3

Göçmen kuşların ve hayvan sürülerinin dışında bu yaylaların tek bir sahibi var. Ona kimisi Aylaz Çoban, kimisi Aylaz Baba Kimisi de Aylaz Dayı der. Yaylaların ve çevredeki dağların hükümdarı kralı gibidir. Duruşu ve yapısı itibariyle de diğer insanlara benzemez. Başında tiftik denilen yünden yapılmış bir kalpağı, ayağında geniş paçalı şalvarı, yünden örülmüş beyaz kemeri, ayağında öküz derisinden yapılmış çarığı ve dolağı ile diğer insanlardan ayrılır. Kocaman kır bıyıkları, bıyıkları ile karışmış kır sakalı ona kükremiş bir aslan edası verir. O kalın ve gür sesi gök gürlemesi gibidir. Seslendiği zaman gökyüzündeki kuşlar ve otlattığı hayvanları bile korkar. Çok az güler ve çok az konuşur. Bir projektörü andırır gözleri. İki km ilerdeki kurdu kuşu görebilir. Onun mutlu anı köpekleri ve sürüsü ile yaylaları kucakladığı andır.

Büyük dostlarından birisi de yanından hiç ayırmadığı kavalıdır. Yaylalar bazen onun yanık kaval sesleri ile yankılanır, koyunları ve köpekleri bile onun kavalını dinler. Öyle konser verir gibi onun bunun yanında kaval çalmayı sevmez. Sürüyü suya indirirken ya da yatağa çekerken kavalı en büyük yardımcısı olur. Sürü Aylaz Çobanın kaval sesini duyduğu an olduğu yerde durur ve kavalı dinler. Hayvanlara bile müzik zevkini aşılamış efsane bir çoban.

Şu an elli yaşlarında olan Aylaz Çoban’ın ömrü bu yaylalarda geçmiş. Yaylaların her köşesini karış karış bilir. O ucu bucağı görünmeyen yaylalar Aylaz Çoban’ın bir evi gibidir. Eşi, çocukları ve dostları o yaylalardır. Koyunlarını, keçilerini ve kuzularını da birer evlatları gibi görür. Onun en mutlu anı sürüsünü alıp yaylalara çıktığı andır. Evli misin diye soranlara: “Ben yaylalarla ve dağlarla evliyim” der.
Öyle insanlarla oturup uzun uzun sohbet etmeyi sevmez. Hayvanları ile konuşmak onun daha hoşuna gider. Sürekli iç içe oldukları için hayvanlar ondan korkmaz, etrafında dolaşıp dururlar. Dilleri olmasa da Aylaz Çoban onların dilinden çok iyi anlar.

Aylaz Çoban yöre halkının zengin toprak ağalarından olan Mustafendi’lerin çobanıdır. Aylaz Çoban’ı diğer çobanlardan ayıran

 

4

özellikleri bu görevi uzun yıllardır yapmış olması, çobanlığı bir meslek ve bilim haline getirmesidir. Hayvan hastalıkları ve bakımı konusunda bir veteriner kadar bilgilidir. Hasta hayvanlarını kendi bulduğu otlarla ve kendi bildiği yöntemlerle tedavi eder. Onların bakışlarından, hareketlerinden hasta ve aç olup olmadığını anlar. Koyunların da ona yaklaşımı diğer insanlara olan yaklaşımlarına benzemez. Genelinde koyun ve keçiler kendilerinde yaklaşıldığında insanlardan kaçarlar. Aylaz Çoban’a yaklaşımları öyle değil. Ondan uzaklaşmak yerine hep onun çevresinde dolaşıp durur ve ondan bir şeyler beklerler. Çevrede kendisi çobanların kıralı diye anılır.

Aylaz Çoban, sürekli koyunlar kuzular ve köpeklerle beraber olduğu için onları da insanlar gibi görür. Bu hayvanlarla Aylaz Çoban arasında çok farklı bir ilişki ve bağ oluşmuş. Hayvanları Aylaz Çoban’a âşık ,Aylaz Çoban da hayvanlarına. Bazen köpeklerini bazen keçi ya da koyunlarını karşısına alarak onlarla insanlarla konuşuyormuş gibi uzun uzun sohbet eder. Onların dertlerini sıkıntılarını, aç ve susuz olup olmadıklarını bakışlarından anlar. Çağırdığı zaman karşısına gelir ne söyleyeceğini beklerler. Aylaz Çoban hayvanlarını hayvan gibi gören bir çoban değil. Ona göre hayvanların da insanlara benzeyen özellikleri var. Onlar Aylaz Çoban’ın en yakın dostu ve en yakın arkadaşlarıdır. Kendine göre onlara bir takım isimler takmış ve çoğuna isimleri ile seslenir. Özellikle köpekleri onun en yakın dostları ve en yakın yardımcılarıdır.

Aylaz Çoban iki yüz-üç yüz kadar koyun ve keçiden oluşan bir sürüye çobanlık yapar. Hayvanlarını ve onlarla kırlarda yaşamayı çok sevdiği için evlenmeyi çoluk çocuk sahibi olmayı hiç düşünmemiş. Nerede ise günün yirmi dört saatini hep hayvanları ile geçirir.

Sürünün köye geldiği ve köyde kaldığı süreler çok sınırlıdır. Yavru zamanı yavrularını emzirmek için köye getirilir ve emzirme işlemleri tamamlandıktan sonra sürü yine kırlarda Aylaz Çobanla dağ dağ dolaşırlar. Kuzular büyüyüp de analarından uzaklaştıkları zaman koyunların süt verme zamanıdır. Bundan sonra yavrularına

5

değil sahiplerine çalışırlar. Genelinde akşam serinliğinde köye getirilen koyunlar sütleri sağıldıktan sonra yine kırlarda Aylaz Çoban’ın rehberliğinde otlar gezerler.

Aylaz Çoban’ın en çok haz duyduğu olaylardan birisi de kuzularla koyunların birleşme anıdır. Annelerin kuzularına, kuzuların annelerine kavuştukları an bir mahşer gününü andırır. Bu manzara görenlere hem haz verir hem hüzün. O büyük kalabalıkta birbirini arayan anne ile yavrunun seslerinden başka sesler duyulmaz. Anne ve yavru birbirine kavuştuğu an ortalığı mutlu bir sessizlik kaplar.

Böyle büyük bir sürüde anne ve yavrunun birbirlerini bulmaları pek de kolay olmaz. Bazen süre çok uzayabilir. Bu durumda Aylaz Çoban devreye girerek annesini bulamayan kuzunun hangi koyuna ait olduğunu o kısa sürede bulur. Yüzlerce kuzunun tek tek hangi anneye ait olduğunu bilebilecek bir hafızası ve yeteneği var. Annesini bulamayan bir kuzuyu kucağına alıp tüm sürüyü gözden geçirmesi ve yavrunun annesini bulması en fazla bir dakikalık zamanını alır. Genellikle koyunlar ve kuzular birbirlerine çok benzerler. Sıradan bir insan koyunlar ve kuzular arasındaki farklılığı pek anlayamaz. .

Bu kadar büyük bir sürüde bir kuzunun hangi koyunun yavrusu olduğunu bilmek olağanüstü yetenek gerektiren bir durum. Aylaz Çoban bu konuda hiç aldanmaz; beyni bir bilgisayar gibidir. Her hayvanın onun beyninde bir resmi var. Bir bakışta koynu ve onun yavrusu olan kuzuyu tanır.

Hayvanları ile Aylaz Çoban arasında korkuya ve tehdide bağlı olmayan gizli bir ilişki var. Aylaz Çoban oturduğu yerde dağ başında otlamakta olan hayvanlarını istediği gibi yönlendirebilir. Koyunları ile anlaşmasında kendine özgü bir dil geliştirmiş. O dili ile değil çıkardığı değişik seslerle hayvanlarını kontrolü altında tutabiliyor. Çıkardığı her sesin hayvanlar için ayrı bir anlamı var. Aylaz Çoban’ın sesini algılayan hayvanlar ses karşısında nasıl davranacaklarını bilirler.

 

6

Sesini koyunlara duyuramadığı zaman köpeklerden yardım ister. Köpekleri bir insan gibidir, koyunları korur ve onlara sahip çıkarlar. Koyunlar da köpeklere karşı çok saygılılar ve onlara karşı sert tepkileri olmaz. Hatta Aylaz Çoban dan daha çok köpeklerden korkarlar. Köpekler de görevlerini iyi bildikleri için gecenin karanlığında ve Aylaz Çobanın uykuda olduğu saatlerde sürüyü dış tehlikelere karşı korumak köpeklerin görevidir.

Aylaz Çoban’ın iki tane uzman köpeği var. Köpeklerinden birisinin adı Pallo birisinin adı da Alho dur. İri gövdeleri ve heybetli duruşları ile bir çift aslanı andırırlar. Her ikisinin de aslana benzer yeleleri ve boyunlarında tok dedikleri demir koruyucularından oluşan birer halkaları var. Tok dedikleri bu halkalar köpeklerin kurtlarla ya da başka hayvanlarla olan kavgalarında onların en büyük silahıdır. Her ikisinin de gözleri sürekli Aylaz Çoban’ın üzerinde olur ve ondan gelecek emirleri beklerler. Heybetli duruşu ve sert bakışları ile insanları korkutsalar da insanlara kolay kolaya zarar vermezler. Onların en büyük düşmanları sürüye zarar verecek vahşi hayvanlar ve hırsızlardır.

Bu iki köpek Aylaz Çoban’nın çocukları ve yakın akrabaları gibi. Gece gündüz her an beraberler. İkisi de insanlardan daha fedakar ve daha sadıklar. Bir gün olsun Aylaz Çoban’a karşı bir isyanları ve ters tepkileri görülmemiştir. Aylaz Çoban onları çocukları gibi korur ve sever. Kendisi karnını doyurmadan onların karınlarını doyurur ve yemek saatlerini hiç aksatmaz. Her ikisi de Aylaz Çoban’a karşı son derece saygılılar. Gözleri sürekli Aylaz Çoban ın üzerinde onun vereceği emirleri beklerler. Nöbet tutan askerler gibiler.

Aylaz Çoban mesleğine aşık, hayvanlarını seven yaylalara sevdalı bir çoban. Hayvanlarını rahat otlatabileceği yaylalar ona cennetten bir köşe gibi gelir. İnsanlardan çok hayvanları ile mutludur. Zaten insanları görecek öyle fazla bir zamanı da olmaz. Onun evi hayvanları ile birlikte olduğu her yer. Çocukları ve arkadaşları ise her an birlikte oldukları hayvanlarıdır.

 

7 Hayvanlarını otlatacak mera konusunda bir sıkıntısı olmaz. Yörede gezmediği ve görmediği bir yer yoktur. Hangi mevsimde hangi mera hayvan otlatmağa daha uygundur bunları gayet iyi bilir. Ömrü hep dağlarda ve kırlarda geçtiği için kuşları, kır bitkilerini çok iyi tanır. Yaz aylarında meyve ihtiyacını kır bitkileri ile karşılar ve zaman zaman köylülerine de kır meyvelerini ikram etmeyi ihmal etmez. Köyün yaşlıları, gençleri ve hemen herkes Aylaz Çobanı ’ı sever ve sayarlar

Aylaz Çoban’nın hayvan hikayeleri ile ilgili çok zengin bir repertuarı var. Özellikle köpekleri ile anılarını anlatmaktan büyük haz duyar. İşte o anılardan bir tanesi:

Her zaman olduğu gibi Aylaz Çoban koyunları ve köpekleri ile başka bir bölgede onları otlatırken ilginç bir olayla karşılaşır.

Bir gün yine kırlarda hayvanlarını otlatırken köpeklerinin kendisinden uzak bir yerde sabit bir noktaya bakarak havladıklarını görür. Genellikle köpekler kırlarda kirpi ve kaplumbağa gördükleri zaman bu tür davranışlar gösterdiği için yine öyle bir durum var diyerek köpeklerle ilgilenmez. Birkaç kez çağırmasına rağmen köpeklerin yanına gelmediğini görünce kendisi merak edip onların yanına gider.

Aylaz Çoban’ın gelmesi ile köpekler havlamalarını bırakarak onu izlemeğe koyulurlar. Aylaz çoban gördüklerine önce inanamaz. Bir rüya ve hayal gördüğünü zanneder.

Yöredeki adı ile çoban döşeği denilen bir bitkinin üzerinde bir çocuğun upuzun cansız bir şekilde yatmakta olduğunu görür. Dört beş yaşlarında bir erkek çocuğu. Çocuğun gözleri kapalı , uyuyor mu ölü mü olduğu belli değil. İlk anda nasıl müdahale edeceğini bilmediği için bir süre ayakta, yerde yatan çocuğa bakar durur. O kadar köpek havlamalarına karşı çocukta bir hareket göremeyince çömelerek çocuğun yaşayıp yaşamadığını kontrol amacı ile ateşi olup olmadığına ve nabzının atıp atmadığına bakar.

Dokunmasına rağmen hala çocukta canlılık belirtisi olan bir hareket göremez. Nabız atışlarını alamasa da elinin dokunduğu anlında hafif bir ateş olduğunu hissederek yaşadığına kanaat getirir

8

Çocuğun uyuyor olabileceğini düşünerek eline, yüzüne dokunarak onu uyandırmağa çalışır ama bunda da başarılı olamaz.

Ellerini birbirine vurarak elinin çıkardığı sesle çocuğu uyandırmağa çalışır. Bu ilk denemesinde bir sonuç alamayınca bu kez de yüksek sesle “Tatlı bebek haydi artık uyan!.. Aç gözlerini bak bana!..Bak yanında kimler var görmek istemez misin?” Bebekte yine bir tepki yok. Uyuyor olsa bu sesler karşısında uyanması ya da bir tepki vermesi gerekir. Baygın ya da yorgun olduğunu düşünerek çömelmiş bir durumda başucunda beklemeğe başlar.

Sarı saçlı beyaz benizli oldukça sevimli görünen bir yavru. O beyaz yanaklarında ve anlında toz lekeleri var. Ağlamış olmalı ki gözlerinden akan yaşlar yanaklarında izler bırakmış. Ayağında bir lastik ayakkabı, bacaklarını örten eski yırtık bir pantolon ve üzerinde yine yıpranmış bir yün ceketten başka bir şeyler yok. Fakir bir alenin çocuğu olduğu her halinden belli oluyor. O beyaz rengi solarak sarıya yakın bir renk almış. Çocuk bu haliyle pek sağlıklı görünmüyor. Uyuyor olsa bu kadar seslerden ve dokunuşlardan sonra uyanması gerekir.

Çocuğun bu uğraşlara rağmen gözlerini açmaması iyiyi işaret değil. Hasta da olabilir yorgun da. Belki de uzun süre aç kaldığı için güçsüz kalıp bayılmıştır. Aylaz Çoban böyle muhtemel ihtimalleri düşünürken çocuk bir kez gözlerini açıp tekrar kapatarak hareketsiz haline devam eder. Çocuğun bu hareketi Aylaz Çoban’ı sevindirdiği ve umutlandırdığı için onu kucağına alıp uyandırmak ister. Çocuk Aylaz Çoban’ın kucağında iken gözlerini bir süre açıp tanımadığı bu insana uzun uzun baktıktan sonra onun yabancı olduğunu görerek ağlamağa başlar.

Aylaz Çoban çocuğun ağlamasına üzülmeyip sevinir. Çünkü ağlamak bir yaşam belirtisidir. Ağlaması çok uzun sürmez tekrar gözlerini kapatarak Aylaz Çoban’ın kollarında hareketsiz yatmayı sürdürür. Belli ki çocuk aç ve yorgun.Bu kadar ilgi karşısında şimdiye dek gözlerini açıp açık bir tepki vermesi gerekirdi. Aylaz Çoban çocuğun yaşadığına sevinerek yanaklarından anlından öperek onu uyandırmağa çalışır. Çocuk tekrar gözlerini açarak Aylaz

9

Çoban’nın kucağından anlamsız bir şekilde bir süre çevrede olup bitenlere bakar. Yere inmek ve bir şeyler istemek gibi bir çabası yok. Aylaz Çoban çocuğun aç olabileceğini düşünerek kumanyasından bir şeyler çıkararak çocuğun ağzına verdiğinde çocuk bir tepki vermeksizin verilenleri yemeğe başlar. Çocuğun yemek yemesi Aylaz Çobanı rahatlatır.. Sonra da çocuğa su vermek aklına gelir.

Çocuk verilen suyu içtikten sonra “mama!.. Mama!.. demesi üzerine Aylaz Çoban onun aç olduğunu anlar. Çocuğun bu davranışı üzerine Aylaz Çoban kumanyası ile çocuğu beslemeye devam eder.. Çocuk verilen gıdalardan sonra kendine gelmiş olacak ki Anne, baba kelimelerini tekrarlayarak çevresinde onları aramağa başlar.

Hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış Aylaz Çoban için bu çocuk tanrının bir nimeti gibi gelir. Önce korkup irkilse de sonra da çocuğu sevmeğe başlar. Çocuk anne baba, mama kelimelerinin dışında başka bir kelime söylemese de onu konuşturmağa çalışır.

Aylaz Çoban yaşadıkları karşısında son derece mutlu. Uzun yıllar yaptığı çobanlık döneminde ilk kez böyle bir mucize ile karşılaşmıştı. Bazı zamanlar başka çobanlar tarafında dağlarda unutulan hayvanları bulduğu günler aklına geldi. Bugün ki mucize onların hiç birisine benzemiyordu. Bir yandan seviniyor bir yandan da Çocuğun haline üzülüyordu. Yaşadıkları karşısında Aylaz Çoban sürüyü unutmuş gibiydi. Başlarında çoban ve köpekler olmayınca sürü olay yerinden uzaklaşmıştı. İş yine köpeklere düştü. Aylaz çobanın talimat alan köpekler harekete geçerek kısa sürede sürüye ulaşıp sürünün yönünü Aylaz Çoban’ın olduğu tarafa çevirmeyi başarmışlardı.

Bu arada Aylaz Çoban’ın uğraşları da bir sonuç verir ve çocuk ayağa kalkabilecek duruma gelir.

Çocuk ayağa kalktığında ilk yaptığı davranış çevreyi incelemek olur. İnsanlardan uzak yabancı bir yerde olduğunun farkına vararak kuşkulu bakışlarla çevresini, uzakları inceler ve bazı tanıdık şeyler görmek ister. Ön tarafına, yanlarına ve arkasına baksa da bir şeyler göremez. Tek gördüğü şey göz alabildiğince uzanan bomboş kırlar, çevresinde otlayan koyunlar ve hemen yanı başında dikkatli

10

bakışlarla kendisine bakan iki çoban köpeği ve bir de tanımadığı bir insan. O küçük aklı ile gördüklerine bir anlam veremez. Annesini ,babasını ve başka tanıdıklarını yanında göremeyince başlar ağlamaya. Aylaz Çoban tekrar kucağına alarak onu baba şefkati ile öpüp susturmağa çalışsa da pek başarılı olamaz.

Ağlama bir süre daha devam ettikten sonra ağlamasını yavaşlatarak Ayllaz Çoban’a güven duymaya başlar. Aylaz Çoban ona göre yabancı bir insandır. Eskiden tanıdığı kimselere benzetemez. Durmadan Aylaz Çoban’ın yüzene, gözlerine, ellerine ve sırtındaki abasına bakıp durur ve bir anlam veremez. Belki de ilk kez böyle sakallı, pos bıyıklı ve kalpaklı bir adam görüyordur. Bu kadar dikkatli bakması belki de yaşadığı çevrede onu birisine benzetmiş olmasındandır. Çünkü gördükleri daha önce gördüklerinin hiç birine benzemediği için şaşkındır.

Anne,baba ,mama kelimelerini söyleyen bir çocuğun adını da söyleyebileceğini düşünerek onu adının ne olduğunu sorar. Ama çocukta cevap verecek bir çaba yok. Yaptığı tek hareket sürekli sabit bakışlarla Aylaz Çoban’ın yüzüne, dağlara,kırlara ve hayvanlara bakmak. Aylaz Baba sorularını tekrarlayarak ve biraz da çocuğu zorlayarak adını öğrenmek isterken çocuk çok hafif bir sesle “Kadil” diyebilir. Bu kelimeyi de çok açık ve net biçimde söylemiş değil. Söylediği kelime biraz Kadir Kelimesine, biraz da Kadım kelimesine benzer gibi. Aylaz Baba bu kelimeyi Kadir gibi kabul ederek ona Kadir diye seslenmeğe başlayınca o da dönüp bakar. Bu davranışı karşısında Aylaz Çoban onun isminin Kadir olduğu kanısına varır.

Olanlar karşısında Aylaz Çoban bir yandan mutlu bir yandan üzüntülü. Beklenmedik bir anda böyle bir çocuk sahibi olmak güzel bir duygu. Bugün ki imkanlarla bu çocuğa bakmak ve ona sahiplenmek ise korkutur onu. Çocuk çok küçük ,bu yaştaki bir çocuk annesiz olamaz. O da Aylaz Çoban’da olmadığı için başka çözümler düşünür. Ya birisi ile evlenip bu çocuğu kendi evlatları gibi büyütmek , ya da çocuğu hayvanlarını güttüğü aileye teslim etmek. İkisi de güç geliyordu Aylaz Çoban’a. Bundan sonra yeni bir eş bulup çocuk büyütmek Aylaz Çoban için imkansızdı.

11

Hayvanlarını güttüğü ailenin ise yeteri kadar çocukları varken bu çocuğu kabul edecekler miydi? Belki de ilerde çocuğun ailesi bulunacak ve çocuk ailesine teslim edilecekti. Şimdiden bu kadar detayı düşünmeğe gerek yoktu. Bunları düşünmek istemese de düşünmekten kendini alamıyordu. Tam bir çıkmazın içine düşmüştü Aylaz Çoban.

Bütün gün çocuk kucağında bunları düşünüyor ve çözümler arıyordu. Çocuğu da çok sevmişti artık başkalarına da veremezdi. Çobanlığı bırakıp bu çocukla yaşamayı düşündü. Ama ne ev ne de yaşamını devam ettirecek bir mal varlığı vardı. Tüm geliri hayvanlarını güttüğü ailenin verdiği küçük bir maaş. İşi bırakınca maaş da kesileceği için bu düşüncesinden vazgeçti. Bu yaştan sonra kendisine başkalarının iş vermesi de olanaksızdı. Çobanlıktan başka iş yapamayacağı için bu çocuğu hayvanlarını güttüğü aileye vermekten başka çözüm bulamadı.

İsmail Ağa’nın yeteri kadar çocuğu olsa da böyle sahipsiz bir çocuğu dışarı atamazdı. Onun bu konudaki yapısını bildiği için biraz rahattı.

Kadir ona o kadar tatlı gelmişti ki kucağından bir türlü indirmiyor ve sürekli yanaklarından öpüyordu. Çocuğu severken evlenmenin ve çocuk sahibi olmanın da güzel bir duygu olduğunu anlamıştı ama artık o tren çoktan kaçtığı için düşünmeyi bile gereksiz gördü. Kadir de bazen Aylaz Çoban’nın kucağında bazen da yere inip Aylaz Çoban ile birlikte yürüyor ve koyunlara yaklaşarak onlara dokunmak istiyordu. Hayvanlardan korkmaması bir köylü çocuğu olduğunu gösterir gibiydi. Hayvanları daha önceden tanımamış olsaydı bu yakınlığı gösteremezdi. Köpeklere koyunlar kadar yakın değildi. Onların saldırgan bir hayvan olduğunu sanki daha önceden biliyordu.

Bulundukları alan köye bir hayli uzaktı. Geceyi hayvanlarla birlikte bulundukları çevrede geçirip sabah köyde olmaları gerekiyordu. Bu durumda Kadir bu gece kırda Aylaz Çoban’ın misafiri olacaktı. Aylaz Çoban’ın Kadiri misafir edecek keçesinden başka bir imkanı yoktu. Bir kişilik keçe ikisine birden yetmezdi

12

. Karanlık basmadan önce kumanyalarındaki yemeklerden bir kısmını birlikte yediler bir kısmını da köpeklerine ikram ettiler. Şimdi sıra hayvanları barınabilecekleri rahat bir alana götürmekti.

Aylaz Çoban çevreyi iyi tanıdığı için gideceği ve geceyi geçireceği yeri biliyordu. Çok uzaklarında olmayan bir vadinin girişinde bir çeşmenin başında konaklamanın uygun olacağını düşündü.

Koyunlar sularını içtikten sonra belirli bir alana toplanarak kimisi yatmaya kimisi de ayakta çevreyi incelemeye başlamışlardı. Köpekler görevlerini gayet iyi biliyorlardı. Aylaz Babadan bir emir almaksızın vadinin uygun yerlerine yerleştiler. Bu bölgelerde hayvanlara gelecek en büyük tehlike kurt saldırılarıydı. Böyle dev gibi iki köpek varken Aylaz Çoban’ın aklına öyle saldırı ihtimalleri gelmiyordu. Şimdi sıra küçük Kadir’in yatabileceği bir yatak ayarlamaktı.

Aylaz Çoban ın tek yatağı her gün yanında taşıdığı keçesi idi. Kuzu yününden yapılmış olup terletmeyen ve üşütmeyen bir yatak. Ama bu yatakta tek kişi yatabiliyor. Kendisi yatarsa Kadir açıkta kalacak,Kadir yatarsa kendisi açıkta kalacak. Misafirperverliğini göstererek bu gece yatağını küçük Kadir’e ayırıverdi. Kadir günlerdir çoban yastıkları üzerinde uykusuz geceler geçirdiği için daha akşamın erken saatlerinde Aylaz Çoban’ın kollarında derin uykulara dalmıştı bile. Aylaz Çoban keçesini yere sererek Kadiri Keçenin içine yerleştirip kendisi de başında beklemeğe başladı. Gözleri hep kadirin üzerinde öyle bakıp duruyor. Kadir uyanık iken bir başka güzel, uyurken bir başka güzel görünüyor Aylaz Çoban’ın gözlerine. Dayanamayıp o minnacık yanaklarına bir çift öpücük konduruveriyor. Kadir derin uykunun ve o sıcacık keçenin içinde bu öpücükleri duyabilecek durumda değildi.

Aylaz Çoban bir yandan Kadir ile ilgilenirken öbür yandan da hayvanlarını gözetlemeyi ihmal etmiyor. gecenin karanlığında gök yüzündeki yıldızlar gibi parlayan hayvanlarının gözleri ona ayrı bir haz veriyordu. Gece karanlığında bundan daha güzel bir manzara olamazdı. Bir ara kalkıp onları tek tek kontrol ettikten sonra tekrar

13

küçük Kadir in başucunda onun uyumasını seyretmeğe başlıyor. Belli bir saatten sonra havada serinlemeğe başlayacağından sabaha kadar açıkta beklemek Aylaz Çoban için çok zor6du. Üşümemek için ya iki koyun arasında girip onlarla yatacak yada sabaha kadar uyumadan bekleyecekti. Sonunda küçük Kadir ile birlikte yatabileceğini düşündü. Keçesi iki kişiyi içine alabilecek kadar geniş değildi. Ama Kadir’i kucağına alıp biraz da sıkışırlarsa Keçeye sığabilirlerdi. Öyle de yapıp,uyumakta olan Kadirin yanına uzanıverdi. Çok rahat değildi ama dışarıda soğuktan beklemekten daha iyi idi. Keçe iki kişinin yatmasına yetecek genişlikte olmadığı için Aylaz Çoban Kadir’i bağrına basarak keçenin içine yerleşiverdi. Kadir’e bu kadar yakın olmak ve onu bağrını basmak ta güzel bir duygu idi. Rahat geçirdiği bir gece değildi ama ömründe yaşadığı en güzel geceydi. Baba olmadan babalığın güzel bir duygu olduğunu ilk kez bu gece anladı. Kadir in o sıcacık ve küçücük bedeni Aylaz Çoban a ayrı bir güç ve haz vermişti.

Uyurken Kadir in nefes almasını bile duyamıyordu Aylaz Çoban . Kendisi de uyumak istiyor ama bir türlü gözlerine uyku girmiyor ve hep Kadir i düşünüyor. Bu çocuk bu ıssız ve insanların yaşamadığı bu dağlara nasıl gelmiş olabilir. Bir türlü mantıklı bir izah bulamıyor. Kadir in bulunduğu alan en yakın köylere beş km kadar uzaklıkta . Bu yaştaki bir çocuğun o köylerden bu yerlere kadar gelmesini imkansız görüyor. Allah tarafından belki kendisine gökten gönderilmiş biri de olabilir. Allah her şeye kadirdir. İsa Peygamberi çekip gökyüzüne alan Allah gökyüzünden Kadir’i bu dünyaya göndermiş olamaz mı? Birileri getirip buraya koymuş olabilir mi diye düşünüyor. Çocuk hırsızlarından kuşkulandığı anlar da oluyor. Çocuğu kaçırıp sonra da yakalanacağını düşünen bir çocuk hırsızı çocuğu buralara bırakıp kaçmış da olabilir. Düşündüğü hiçbir ihtimal ona mantıklı gelmiyordu. Buradan geçip başka köylere ve başka şehirlere giden bir yol da yok. Çobanların bu yaylayı çok kullandığını bilen ve çocuğunu feda etmek isteyen gaddar bir anne böyle bir davranışa yönelebilirdi. Çocuk da o kadar güzel bir çocuk ki böyle bir çocuğu feda eden anneye de anne denemez. Sanki

14

birileri ya da bu yolu kullanıp başka bir tarafa giden bir aile çocuklarını burada düşürmüş de olabilir.

Bunları düşünürken küçükken duyduğu korkunç hikayeler aklına geliyor. Çocukluk yıllarında halk arasında Mekir denilen meçhul bir canavarın hikayeleri anlatılırdı. Mekir bazen çocuk yerine,bazen bir kuzu ve oğlak yerine geçer ve sonra da birden şekil değiştirerek korkunç bir canavara dönüşür ve insanları yerdi. Acaba Kadir de bir Mekir miydi. Bu duygular içinde bir türlü uyku gözlerine girmiyor ve hep Kadirle ilgili yorumlar yapıyor.

Aylaz Çoban’ın gecesi hayaller ve yorumlarla geçiverdi. Uyuyup uymadığının bile farkında değildi. Kabus dolu bir gecenin sonunda ortalık aydınlanırken keçesinin içinden çıkarak yatmakta olan Kadir’i seyretmeğe başlıyor. Güneş doğmak üzere ,Kadir’in gözleri hala kapalı.Koyunlar da uyanmış yürüyüşe hazır durumda bekliyorlar.

Aylaz Çoban sabah güneşinin doğuşunu Kadir in yanaklarında uzun uzun seyrettikten sonra da öpücüklerle onu uyandırmağa çalıştı.

Kadir gözlerini açtığı zaman Aylaz Çoban’ın gülümseyen bakışları ile karşılaştı. O da kısa bir gülümseme ile Aylaz Çoban’a günaydın demek istedi. Sonra da keçesinden çıkarak başucunda oturmakta olan Aylaz Çoban’ın dizlerine oturuverdi. Şimdi tedirgin bakışlarla çevreyi inceliyor. Konuşmadığı için Kadir in duygularını anlamak mümkün değil. Ama çok mutlu olmadığı yüz hatlarından ve tedirgin bakışlarından belli oluyordu. .

Kadir ile geçen bir gece Aylaz Çoban’ın yaşamında yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Artık Kadir bir yabancı değil onun bir çocuğu gibi olmuştu. Zaman geçtikçe Kadir i daha çok sevmeğe ve onu kendi öz çocuğu gibi görmeğe başlamıştı.

Aylaz Çoban Kadir ile meşgul olurken sürü de bir yönlendirme olmaksızın kendiliklerinden bulundukları yeri terk etmeğe başlamışlardı. Şu an en büyük engel Kadir. Köye kadar olan bu uzun yolu yürümesi gerekiyor. Atacağı o küçücük adımlarla bu uzun yolları bitirmek zordu. Yine iş Aylaz Çoban’a düştü. Kadiri bazen

15

kucağına alıyor bazen da elinde tutarak yürütüyordu. Bu yolculuk iki saate yakın bir zamanlarını aldı. Saat dokuz sıralarında ancak köye ulaşabildiler.

Aylaz Çoban her zamanki gibi koyunları ağılın önüne toplayıverdi. Biraz sonra koyunlarla kuzular birbiriyle buluşacak ve bir günlük özlem bitecekti. Aylaz Çoban ’a yardım için köyün ağası ve otlattığı sürünün sahibi Mustafendi’nin oğlu İsmail Ağa , çocukları Celal ve Mustafa’yı da yanına alarak ağılın önüne gelmişlerdi. Bu arada İsmail Ağa ve çocukları Aylaz Çoban’ın kucağında o küçük Kadir’i görünce hayvanları unutup onunla ilgilenmeğe başladılar.

Aylaz Çoban Kadir i nasıl bulduğuna ilişkin hikayeyi kısaca onlar da anlatıverdi. Ama anlatılanlar akıllarına pek yatmamıştı. Sürekli değişik sorular sordular ama mantıklarına uygun bir cevap alamadılar. İsmail Ağa da Kadir’i çok sevmişti onu kucağına alıp okşamak istediyse de Kadir kaçarak Aylaz Çoban’ın arkasına saklanıyor ve onlara yakalanmak istemiyordu. Sonunda bu işi Aylaz Çoban yapmak zorunda kaldı. Kadiri Kucaklayarak İsmail Ağa’nın kucağına verdi. Kadir tepki göstermeden dikkatlice İsmail Ağa’nın yüzlerine bakıyor ama yaşadıklarına bir türlü anlam veremiyordu.

Herkesin Kadirle ilgilenmesi nedeniyle kuzuların emzirilmeleri unutulmuştu. Bu iş de yine Aylaz Çoban’a düştü. Ağılda annelerini bekleyen kuzular ağıl kapısının açılması ile ortalık birden bir mahşer yerine dönüverdi. Koyun kuzu seslerinden başka bir ses duyulmuyor artık. İsmail Ağa’nın kucağında olan kadir de bu manzara karşısında şaşırmış bir halde onlara bakıyor. On beş-yirmi dakika sonra ortalık durulmuş anne ve yavrular birbirlerine kavuşmuşlardı. İsmail Ağa Aylaz Çoban’ı koyunların yanında bırakarak Kadir i alıp evlerine dönüverdi.

Şimdi evde herkes Kadir’le ilgileniyor ve hikayesini merakla dinliyorlar. Kadir yerde ürkek bakışlarla olup bitenleri izliyor. Bir korku ve ağlama belirtisi de yok. Belki de ilk kez böyle güzel bir evde değişik insanlarla karşılaşmıştı. Biraz sonra Aylaz Çoban da

 

16

gelince Kadir rahatlayıp hemen onun yanına gidiverdi. Aile bireyleri bu kez de Aylaz Çoban’ı sorgulamağa başladılar.

Aylaz Çoban ın anlattıkları da onlara pek mantıklı gelmemişti. Herkes kendine göre yorum yapıyor ve durmadan Aylaz Çoban a değişik sorular yöneltiyorlardı. Hatta Aylaz Çoban’ın gizli bir eşi olduğuna inanlar da oldu. Artık ailenin yeni bir çocuğu daha olmuştu. Kadir sarı saçları ve mavi gözleri ile herkesi büyülemiş gibiydi. Bembeyaz rengi ve güzelliği ile evdeki çocuklardan hiç birisine benzemiyordu.

İsmail Ağa herkesin merakını yenmek için “ bundan böyle Kadir de bizim ailemizin bir ferdi olarak yanımızda kalacak ve bizim çocuğumuz olacaktır.” şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu açıklamadan memnun olanlar da oldu kuşkulanıp kıskananlar da .

İsmail Ağa’nın eşi bu açıklamadan memnun olmamış gibi görünüyordu. Onun yeteri kadar çocuğu olduğu için evlat olarak Kadir’e ihtiyacı yoktu. O anda bunu açıkça belirtmediyse de duruşundan ve bakışından memnun olmadığı belli oluyordu. Küçük çocuklar kendilerine beklenmedik bir anda yeni bir kardeş geldiği için mutluydular. Kısa sürede Kadir ile arkadaş olup oynamağa bile başlamışlardı. Küçük Kadir yeni bir yuvada ve meçhule giden bir yolun başlangıcında yeni ailesine merhaba diyordu. Geleceğini belirleyecek yaşlarda olmadığı için olup bitenlerden habersizdi. Aylaz Çoban bundan böyle artık Kadir ile sık sık beraber olamayacak belirli zamanlarda Kadir’i görebilecekti.

Bugün için Aylaz Çoban ile Kadir’in vedalaşma zamanı gelmişti. Kadir’i kucağına alıp o iki küçük yanağına birer öpücük kondurarak evden ayrıldı. Ailede ilk kez Aylaz Çoban’ı tanıdığı için ayrılmasına üzülmüştü. Bu tür ayrılıklara artık ikisinin de alışmaları gerekiyordu.

Aylaz Çoban‘nın ayrılmasından sonra ağlamasını kesen Kadir kısa sürede küçük arkadaşlarına ya da yeni kardeşlerine alışmıştı. Çocukların arkadaşlığı yetişkinlerin arkadaşlığına benzemiyor. Çocuklar daha çabuk kaynaşabiliyorlar. Şu an bu ortam oluşmuş

 

17

durumda. Kadir çevresine bakmıyor yeni arkadaşları ile uyum içinde onlara ait bazı oyuncaklarla oynayıp duruyor.

Kendisine oldukça değişik görünen bir aile topluluğu ve şimdiye dek görmediği büyüklükte bir ev. Yeni arkadaşları ile evin içini geziyor ve gördüklerine hayran hayran bakıyor. Kendi büyüdüğü evde bu kadar halı ve halı minderleri görmemiştir. Her odadaki eşyalar ve görüntü birbirinden çok farklıydı. En ilginç tarafı da çok kalabalık bir aile olmaları. Kendi yaşlarına yakın iki çocuk,yaşları on beş on altı olan iki genç kız,yaşlıca bir dede ve onunun eşi yaşlı bir baba anne,arkadaşlarının babası İsmail Ağa ve eşi Ayşe hanımdan oluşan böyle büyük bir aileyi ilk kez görüyordu. Ayrıca ağaya yardım eden ve sayısını bilmediği başka işçiler ve kadınlarla aile daha da büyük görünüyordu.

Bu aile Kadir’in bildiği ailelerden farklı bir aileydi. Yaşı gereği bu konularda bir yorum yapamıyor sadece gördüklerine şaşkın şaşkın bakıyordu. Bu ailenin bildiği ve gördüğü ailelerden farklı bir aile olduğunu büyüdüğü zaman anlayacaktı.

Bu yapısı ile aileyi gören her yabancı ailenin çok farklı bir aile olduğunu görüyordu. Ailenin en büyüğü ve en yaşlısı Mustafendi dedikleri bir kimse. Özel odasında eşi ile sürekli beraber oturmakta ve odasından pek dışarı çıkmamakta. Giyinişi ,duruşu, sert bakışları ,etrafındakilerin ona aşırı derecede saygı göstermeleri karşısında Osmanlı padişahlarını andırıyor. Hanımı da tipik bir Osmanlı sultanı gibi. Aileden hiç kimse onlarla muhatap olmuyor ,sanki onlar bu aileden kopuk başka bir aile gibi. Bu kadar içlerine kapanmalarının nedeni yaşlı olmalarından kaynaklanıyor. Yaşları ve sağlık sorunları nedeniyle öyle iş görecek ve çalışanlarına yön verecek durumları kalmamış. Bu nedenlerden olsa gerek tüm aile onlar aşırı derecede saygılı davranıyor ve çok gerek olmadan odalarına giren çıkan olmuyor. Çocuklara karşı da öyle özel bir ilgileri ve sevgi gösterileri yok. Çocuklara da bu durum öğretilmiş olduğu için hiçbir çocuk kendiliğinden gidip onlarla muhatap olmak istemiyor.

Mustafendi ve İsmail Ağa’dan sonra ailenin en otoriter bireyi ise İsmail Ağa’nın eşi Ayşa Hanım. Evdeki çeki düzen bu hanıma

18

bağlı. O ne derse aynen uygulanıyor ve ona herkes daha saygılı davranıyorlar. Kızların aile içinde belirli bir ağırlığı olmadığı gibi onlar henüz çocukluk yıllarını yaşadıkları için fazla karışanları da yok. Ama sürekli annenin kontrolü altındalar. Evin en özgür bireyleri ise Celal ve Mustafa. Şimdi onlara bir de Kadir eklenince üçlü güzel bir gurup oluşturdular. Şimdilik onlara karışan kimseler de yok. Tüm aile bireyleri onlara sevgi ile yaklaşıyor ve dedikleri anında yerine getiriliyor.

Şimdi bu küçük Kadir in birbirinden farklı üç ailesi olmuştu. Birisi bilinmeyen gerçek ailesi, ikincisi şu an içinde bulunduğu yeni ailesi , bir üçüncüsü de Aylaz Çoban ailesi. Ortak yanları olmayan üç farklı aile. Bunlardan hangisi Kadir’in kaderini ve geleceğini belirleyecek bilinmiyor.

Kadir şu an yeni ailesi ile baş başa. Henüz daha aileye pek de uyum sağlamış değil. Ailede çok çocuk olması biraz uyumu kolaylaştırsa da uzun zaman alacağı kesindir. Aile bireyleri de Kadir’i yeteri kadar tanımadıkları için geleceğin neler getireceğini bilemiyorlar. Aileye yabancı bir çocuğun kendi çocukları gibi büyütülmesinin güç olacağı bilincindeler. Başta İsmail Ağa’nın hanımı Ayşe Hanım bu işe biraz soğuk bakar gibi. Haklı da. Bu işi yalnız götürmesi zor olacağa benziyor. Onun en büyük güvencesi ortakçıların hanımlarından da yararlanmak. Kendilerine komşu iki ortakçıları bulunuyor. Bunlar sürekli kendi çevrelerinde hanımları, kızları ve beyleri ile ağalarının emrindeler. Ayşe Hanımın içinden geçen, bu çocuğun büyütülme ve bakım işini daha çok ortakçıların hanımlarına bırakmak.

İsmail Ağa’nın bu konuda farklı düşünceleri var. Belki günün birinde Kadir’in gerçek ailesi bulunacak ve çocuklarını alıp götürecekler. Bu yaştaki bir çocuğun mutlaka komşu köylerde bir ailesi vardır diye düşünüyor. Bu yaştaki bir çocuk çok uzaklardan buralara yürüyerek gelmiş olamaz. Bu sırrın bir gün aydınlanacağını tahmin ederek rahatlıyor. Kadir’i de çok sevimli bulduğu için sevmişti. Bu yaştaki çocuklar da genelinde sevimli oluyorlar. Şu an için Kadir konusunda İsmail Ağa’nın netleşmiş bir kararı yok

19

. Önsezileri ailesinin onu mutlaka bulacağı ve gelip götürecekleri yönünde. Bunun için herhangi bir araştırmaya girmeden en iyisi bir süre beklemek.

Aylaz Çoban da Kadir konusunda boş durmayıp bir takım araştırmalar peşinde koşturup duruyor. O da İsmail Ağa’ gibi Kadir’in ailesinin bir gün ortaya çıkağı umudunda. Genellikle sürüyü Kadir’i ilk bulduğu alanlara götürerek çevredeki araştırmalarını sürdürmekte. Komşu köylerin çobanlarına ve tarlalarında çalışırken gördüğü köylülere köylerinden bir çocuğun kayıp olup olmadığını soruyor. Uzun süredir devam eden araştırmalarından henüz bir sonuç yok. Sanki Kadir’i buraya leylekler getirip bırakmış. Arayanı, soranı ve sahip çıkanı ortaya çıkmadı. Bunu bilse bilse kuşlar, karıncalar ve kır çiçekleri bilir. Bir de melekler bulutlar. Onların da dili olmadığı için bilgi veremiyorlar. Aylaz Çoban Kadir’in ailesinin bulunması konusundaki umutlarını yitiriyor gibi.

Bugün yine sürüsü ile birlikte Kadir’i o ilk buldukları yerde. Kadiri uyurken bulduğu o çoban döşeğinin başında onun hayallerini görür gibi. Dikkatle çoban döşeğine bakıyor ve onun dile gelmesini bekliyor. Bu konuda Aylaz Çoban’a kırlarda yardımcı olacak kimseler yok. Koyunları da köpekleri de kendisi gibi üzgünler.

Artık Kadir’i de kendinden bir parça gibi görüyor ve onu özlüyor. Bir haftadır göremediği Kadir için nerede ise çobanlığı bırakacak durumda. Bugün kırlarda Kadir için topladığı kenger, çiğdem ve yağlıca dan dolayı mutlu. Yarın bunları götürmek bahanesi ile Kadir’i de görebilecek.

Kadir de yeni ailesini çok sevdi ve hemen benimseyiverdi. Sanki eskiden beri bu ailenin çocuğu imiş gibi davranıyor. Tüm aile bireyleri de Kadir’e karşı aynı duygu içindeler. Artık Kadir bütün gün kardeşleri ile beraber oynayarak günlerini geçiriyor. Aileye de verdiği bir sıkıntı yok. Kendi öz ailesi ile yaşıyormuş gibi son derece neşeli ve mutlu. Geçmişine yönelik hiçbir şeyi hatırlamıyor görünüyor.

20

Kadir elbiselerini de değiştirip banyosunu da yapınca çok güzel ve sevimli bir çocuk oldu. Evde elbise çok. Diğer çocukların eski elbiseleri olduğu gibi Kadir’e kalmıştı. Bu haliyle Kadir diğer çocuklardan daha güzel ve daha sevimli görünüyor. Çocuklarda bunun farkındalar. Bazen kıskançlıktan dolayı Kadir’i hırpaladıkları da oluyor. Kadir in diğer çocuklardan tek farkı Mavi gözlü ve sarışın olması. Diğer çocuklar esmer oldukları için Kadir’in ailede bir yabancı olduğu belli oluyor. Aylaz Babası Kadir’i bu haliyle görünce bilmem tanıyabilecek mi? Ailedekilerin telkini ile olsa gerek Kadir de Aylaz Çoban’ı artık babası gibi görüyor. Aylaz Çoban da yorulmadan ve evlenmeden bir çocuk sahibi olmanın sevinci içinde. Ara sıra Kadir’in “baba” diyerek kendisine sarılmasından dolayı aşırı derecede mutlu oluyor.

Yarın Aylaz Baba ile Kadir’in ayrılıştan sonraki ilk buluşmaları olacak. Çocuk da olsa anlatılan bazı şeyleri anlıyor. Çocuklar önceden babasının geleceğini Kadir’e söylemiş oldukları için o merakla bekliyor. Heyecanını ve özlemlerini belirtecek bir yaşta değil ama bazı şeylerin farkında. Aylaz Babası da artık onu bir evladı gibi gördüğü için sık sık görüşmek istiyor.

Kadir için bugün beklediğinden daha güzel bir buluşma oldu. Aylaz Baba’sını daha uzaktayken görür görmez tanıdı ve ona doğru koşmağa başladı. Bu buluşma oradaki herkesi duygulandırmıştı. Sıcak bir kucaklaşma özlemin derecesini anlatmağa yetti. Aylaz Baba Kadir’i bir kez değil belki on kez yanaklarından öptü ve kucağından indirmeyi de hiç aklına getirmedi. Kadir de Aylaz Baba’sının kucağında mutlu bir şekilde kardeşlerine ve diğer aile bireylerine bakıp bakıp gülümsüyor. Aylaz Baba’sının kendisi için getirdiği hediyelere pek ilgi göstermedi. Belki de onları ilk kez görüyordu. Çiğdem, kenger ve yağlıca bildiği meyvelere ve bitkilere benzemediği için onlardan uzak durdu. Aylaz Baba’sının soyup kendisine verdiği kengeri bir kez ısırdıktan sonra sevmemiş olacak ki geri Aylaz Baba’sına iade etti. Ama diğer çocuklar bu meyveleri iyi tanıdıkları için hemen kapışıverdiler. Buluşma merasimi diğer

 

2 1

aile bireylerinin de ilgisini çekmişti. Herkes mutlu bir şekilde baba oğul buluşmasını seyrediyor.

Aylaz Baba’sı Kadir’i o ilk bulduğu zamankinden çok farklı görünce sevindi. Kadir kilo almış,yanakları da tombul tombul olmuştu. Giydiği yeni elbiseleri de kendisine çok yakışmıştı. Bu hali ile diğer çocuklardan daha güzel görünüyordu gözlerine . Onlara karşı da ilgisiz görünmemek için bazılarını öptü bazılarının da saçlarını okşayarak sevgisini göstermek istedi.

Aylaz Baba bu mutlu anının bitmesini hiç istemiyor gibiydi. Ama dışarıda koyunları onu beklemekte oldukları için artık çocuklara veda etmesi gerekiyordu. Son bir kez daha Kadir’in yanaklarından öpüp kucağından indirdi. Kadir bu vedalaşmaya fazla bir tepki göstermeksizin bir süre Aylaz Baba’sının önünde bekledikten sonra diğer çocukların arasında katılıverdi.

İsmail Ağa ve ailesi artık Kadir’i bir evlatları gibi görüp ona sahip çıkıyorlardı. Bu durumdaki küçük bir çocuğa çobanları bakamazdı. Kendilerinden başka bu çocuğa köyde bakacak bir kimse de yoktu. Biraz içinde bulunulan şartlar biraz da çocuğa karşı duyulan sevgi onu bir aile bireyi haline getirmişti. Ama İsmail Ağa’da bu konudaki araştırmalarına son vermiş değildi. Tüm komşu köyler onu bu yörenin ağası olarak tanıdıkları için sever ve sayarlardı. Diğer köylerde tanıdığı herkese bulunan çocuğun hikayesini anlatmış ve ailesini tanıyanların haber vermesini istemişti.Bu konuda İsmail Ağa görevini yapmış olduğu için huzurluydu. Çocuğu seviyordu ama gerçek ailesinin bulunmasını da istiyordu. Bunun için de o günün koşullarında yapılması gereken her şey yaptırmıştı.

Artık yapılacak tek şey yapılan çalışmaların sonucunu beklemekti. Aradan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen istenen ve beklenen sonuç elde edilemedi. Bu konuda yapılacak başka bir araştırma kalmamıştı. O yıllarda basın yayın yolu ile halka duyuru yapma imkanı olmadığından araştırmaya başka yollardan devam edilmedi. Ama umutlar da bitmiş sayılmazdı. Her an

 

22

beklenmedik sürprizler olabilir düşüncesi ile aylar ve yıllar hep beklemekle geçti. .

Günler içerisinde köylerinin yakınlarında geçen her yaya her atlı onlara bir umut veriyordu. Ama beklenen umut bir türlü gerçeğe dönüşmedi. Artık kabul etseler de etmeseler de Kadir onların çocuğu olmuştu. Bu işe en soğuk bakan Ayşe hanım bile artık Kadir’i kendi çocuğu gibi görüyor ve onu kendi çocuklarından ayırmıyordu. Kadir de o sevecen ve uslu haliyle kendini aile bireylerine sevdirdiği için herkes yaşananlardan dolayı memnundu.

İsmail Ağa’nın çocukları beklenmedik bir anda bir kardeşe sahip olmanın sevinci içindeler. Kadir’in ara sıra İsmail Ağa’ya baba Ayşe Hanıma anne diye hitap edip ve gidip onlara sarılması çok hoşlarına gidiyordu.

Kadir’in ailesini bulma konusunda umutların azaldığı bir zamanda bir bayan bir erkekten ibaret iki konuk İsmail Ağa’nın kapısını çalıverdi.

İsmail Ağa “konuklara “Hoş geldiniz” diyerek ikisini de kendi özel odasına aldı.

Misafirleri tanımıyordu. Kıyafetlerinde köylü olduklarını tahmin etti. Daha önce tanıyıp tanımadığı konusunda hafızasını kontrol etti ama herhangi bir isim ve tanıdık aklına gelmedi. Yöre halkı Büyük baba Mustafendi’yi tanıdıkları için bazen saygı amaçlı olarak onu ziyarete gelir ziyaretlerini yapar dönerlerdi. Bugünkü konuklarını da öyle birileri olarak tahmin etti.

Konuklar İsmail Ağa’ya karşı saygılı olduklarını göstermek için oturmuyor ve onun otur demesini bekliyorlardı.

Hanım başı örtülü, köylü kıyafeti içinde yirmi –Yirmi beş yaşlarında hareketli ve canlı birisi. Baş örtüsü tamamen saçlarını kapatmadığı için kakülü ikide bir gözlerinin önüne dökülüyor. Kaşları kalın, gür saçlı, ince görünümlü köylü kıyafeti içinde bir hanım. Güneşten yanmış esmer cildi oldukça canlı ve parlak. Çiçekli basma kumaştın dikilmiş elbisesi tüm vücudunu kapatmış durumda. Elbise çok geniş olduğu için vücut özelliklerini göstermiyor. Ayağından el örmesi yün bir çorap var. Bakışları son derece canlı

23

,genç, kıpır kıpır bir hanım. Gözleri ikide bir kapıdan yana kayıyor. Duruşunda kayıp çocuğunu bir an önce görmenin heyecanı var.

Bey ise ondan biraz daha yaşlı, saçı sakalı biri birine karışmış, yorgun ve bitkin görünüyor. Eşininki gibi ayağında yün bir çorap ve üzerinde ise geniş paçalı bir şalvar ile yakasız siyah bir gömlek var. Kılık kıyafetlerinden ikisinin de fakir oldukları belli oluyor. Bey daha sempatik ve daha güler yüzlü. Ağaya karşı saygılarını göstermek için ikisi de “ağanın oturun” demesine rağmen hala ayaktalar.

İsmail Ağanın ikinci kez ”ayakta durmayın, buyurun oturun” demesi üzerine konuklar kapıya yakın olan halı minderlerin üzerine oturuverdiler. Her ikisinin de heyecanlı ve huzursuz bir halleri var.

İsmail Ağa tekrar konuklarına “Sizi tanıyıp ziyaretinizin nedenini öğrenebilir miyim” dediğinde bey ellerini ovuşturarak mahcup bir şekilde:

Ağam sizin isminizi eskiden beri duyarız. Bu yakın çevrelerde sizi tanımayan kimse yok. Biz Darende’nin Ayvalı köyünden geliyoruz. Oralıyız. Bir süre önce size komşu olan Eskihamal köyü ile hudut olan tarlalarımızda ekin biçerken çocuğumuzu kaybettik. Köylünün halini bilirsiniz. Evimizde çocuğumuza bakacak kimsemizin olmayışı nedeniyle çocuğumuzu tarlada yanımıza getirmiştik. Biz onun yığının gölgesinde uyuduğunu biliyorduk. Akşam olup da evimize döneceğimiz sırada çocuğu almak üzere yığının yanına gittiğimde çocuğumuz bıraktığımız yerinde yoktu.

Hemen ikimiz de ayrı yönlere koşturarak çocuğumuzu aramağa başladık. Bulunduğumuz çevrede öyle çocuğumuzun düşüp kaybolacağı akarsular ve tehlikeli kayalıklar da yok. Sağımız solumuz hep ekin tarlaları ile dolu. Geç vakitlere kadar aramamıza rağmen çocuğumuzu bulamadık. Ondan sonraki günlerde de aramalarımız devam etti.

Çalı diplerine, yüksek boylu ekinlerin aralarına ,dere boylarına ve yakınımızdaki pınarların başlarına kadar her yeri aradık. Köydeki komşularımızın da arama konusunda bizlere büyük yardımları oldu. Hala da aramalarımızı sürdürüyoruz.

24

Çocuğumuz kaybolduğu tarihlerde beş yaşlarında olan bir erkek çocuktu. Adı Kemaldi. Üzerinde bir pantolonu bir de hırkası vardı. Ayakkabısını da uyuduğu yerde bıraktığı için kaybolduğunda ayakları çıplaktı.

Sizin yörenizde çobanlarınızın bir erkek çocuk bulduğunu köyümüze ulaşan haberlerden öğrendik. Hatta köyümüz camisinde de halkımıza böyle bir duyuru yapıldı. Bu haberi duyar duymazda çocuğumuzu buluruz umudu ile buraya geldik.

Belki köyümüzü bilirsiniz. Darende’nin Ayvalı köyü. Buraya dört saatlik uzaklıkta bir köy. Bu sabah yola çıktık ancak bu saatte buraya ulaşabildik.”

İsmail Ağa bir Kadir’in fiziksel özelliklerini düşündü bir de misafirlerin yapısına baktı. Gelen misafirler yirmi beş otuz yaşlarında genç esmer iki değişik insan. Görünüşlerinde Kadir’e benzeyen hiçbir yönleri yok. Esmer bir anneden ve esmer bir babadan sarışın bir çocuk olamaz. Atalarından gelen bir özellik belki torunlara yansımış olabilir diye düşündü. Buda uzak bir ihtimaldi.

İsmail ağa gelen konuklarına “Biraz çocuğunuzun özelliklerini anlatın bakayım bizim bulduğumuz bir çocuğa benziyor mu?”

Ağam çocuğumuz bana da annesine de benzemeyen esmer zayıf bünyeli bir çocuktu. O yaştaki çocuklardan onu ayıran belirgin bir özelliği yoktu. Sizler de bilirsiniz çocuklar yetişkinler gibi değil, birbirlerine çok benzerler.”

Misafirlerin anlattıkları Kadir’in özelliklerine uymuyordu. Anne de doğum yapmış bir köylü kadına benzemiyor. Hala simasında bir genç kız görünümü var. İsmail Ağa konuklarının anlattıklarından biraz kuşkulanır gibi oldu. Misafirleri denemek için kendi çocuklarından Celal ‘i yanına çağırarak “aradığınız çocuk bu mu?” dediğinde anne yerinden fırlayarak “Vay yavrum Kemal’im” diyerek Celal’e sarılıp ağlamağa başladı. Olup bitenler karşısında Celal de şaşırdı babası İsmail Ağa da .

Bir yıla yakın zamanda bir çocuk tanınmayacak duruma gelmiş olamazdı. İsmail Ağa annenin bu şekildeki tavrına bir anlam veremedi. Baba da inandırıcı olmak için olsa gerek sadece Celali

25

öperek okşayıverdi. Babanın tavrı anneye göre çok zayıf kalmıştı. Bir yıldır kayıp çocuğunu göremeyen bir babanın tavrı böyle olmamalıydı.

İsmail Ağa daha sonra Kadiri de Mustafa’yı da yanlarına çağırdı. Kadir’le Celal yaş olarak birbirlerine yakınlar. Şimdi misafirlerin karşısında onlara garip garip bakan üç çocuk var. Oturmakta olan misafirler Kadir in annesi baba olmuş olsaydı herhalde Kadir farklı bir davranış gösterirdi. Kadir misafirlere karşı çok soğuk ve ilgisizdi. Gerçi kayıp olması ile bulunması arasında bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Bir yıl içinde bir çocuk anne ve babasını unutmuş olamaz. Kadirin de olumlu bir tepki vermemesi üzerine İsmail Ağa konuklarına şu açıklamayı yaptı.

Bakın karşınızda duran şu üç çocuktan ikisi benim çocuklarım şu sarışın olan çocuk da bulunan çocuk. Siz benim çocuğuma sahip çıktınız. Yanılmış olamaz mısınız?”

Bu açıklama üzerine söz alan kadın “Celal’i işaret ederek benim oğlum buna çok benziyordu. Kayıp tarihinden bu yana bir yılı aşkın bir zaman geçti. Bu süre içinde az da olsa bir değişme olacağını düşünerek oğlunuzu oğluma benzettim, yanılmışım. Bulunan çocuğun oğluma benzeyen bir özelliği yok. Sizlerin zamanını aldığımız için çok üzgünüz” diyerek kalkıp gitmek istediler.

Misafirlerin açıklamaları İsmail Ağa’ya pek mantıklı ve samimi gelmemişti. Bu kadar uzun yolu yürüyerek gelmelerine ve dinlenmeden tekrar dönmelerine gönlü zarı olmadığı için onları bu gece misafir etmek istedi. Onlar da bu uzun yolcuğun vereceği yorgunluğu düşünerek bu teklifi memnuniyetle kabul ediverdiler. Bu beklenmedik teklif misafirler için bir sürpriz oldu. Zengin bir ağanın misafiri olarak ağırlanmak hoş bir duygu idi. Misafir kaldıkları oda , eşyalar ve gördükleri her şey hoşlarına gitmişti. Kendi evleri ile buradaki evleri ve yaşamı görünce İsmail Ağa ve ailesine karşı olan saygıları daha da büyüdü.

Sabahleyin misafir olan hanım İsmail Ağa’nın elini öpüp ayrılırken ondan son bir istekte bulundu.

26

Misafirperverliğiniz için sizlere çok çok teşekkür ediyoruz. Yaptığınız iyilikler karşısında son derece mahcubuz. Böyle bir ilgi beklemiyorduk. Hakkınızda daha önce duymuş olduğumuz güzel şeylerin gerçek olduğunu görmek de bizleri ayrıca gururlandırdı. Sizi bir amcam bir yakınım gibi görerek samimi bir istekte bulunmak istiyorum.

Bizim tek bir evladımız vardı ve onu da kaybettik. Buraya büyük umutlarla gelmiştik ama umutlarımız gerçeğe dönüşmedi. Bundan sonrası için de iyi şeyler umut etmiyoruz. Gördüğümüz kadarı ile Allah size birbirinden güzel evlatlar vermiş. İnşallah gelecekleri de güzel olur. Sizin yeteri kadar evladınız var. Acaba bulmuş olduğunuz o küçük çocuğu bize evlat olarak verebilir misiniz? Ona iyi bakacağımıza ve onu öz evladımız gibi yetiştireceğimize emin olabilirsiniz.”

O çocuk bize Tanrı’nın bir emaneti. Ayrıca ailecek alıştık da ona. Şu an onu kendi çocuğumuz olarak görüyoruz. Öz anne ve babasının dışında bu çocuğu kimselere teslim edemeyiz. Sonra duyacağım büyük bir vicdan azabı bizi ömür boyu rahatsız eder. Şu an bu çocuğun elimizde bulunması bizlere bir külfet ve sorun getirmedi. Onu da kendi çocuğumuz gibi görüyor ve seviyoruz. O da artık çocuklarımla bir kardeş gibi. Onu buradaki yeni edindiği kardeşlerinden ayıramam. Hem hukuken de doğru olmaz. Evlat edinmenin bazı kuralları var. Bir başkasının çocuğunu sizlere evlatlık olarak veremem. Allah inşallah sizlere de yeni evlatlar verir. Daha yaşlarınız genç. İlerde çocuklarınızın olacağına inanıyorum. Misafirlerimiz olarak sizleri tanımaktan da memnunuz. Bakarsın günün birinde köyünüze bir yolumuz düşerse ben de sizlerin bir çayını kahvesini içmek isterim. Size hayırlı yolculuklar diliyorum!.. Yolunuz acık olsun güle güle gidin!..” diyerek misafirleri uğurladı.

Aslında bu gelen yabancılar çocuklarını kaybetmiş değiller. Büyük bir ihtimalle çocukları olmadığı için kendilerine evlat edinebilecekleri bir çocuk arıyorlar. Böyle sahipsiz bir çocuk onların çocuk özlemini gidermek için uygun bir fırsattı. Bu tavırlarını oğlum

 

27

Celal’i oğlu gibi görüp sahiplenmesi beni kuşkulandırmıştı.Kadir’in ilk talibi bu şekilde eli boş döndü. Bundan sonra bakalım Gelecek

 

günler Kadir için neler getirecek. Zavallımızın şansı ve kaderi iyi görünmüyor.

Günler aylar hızlı bir şekilde gelip geçerken Kadir büyüdü ve ilkokul çağına geliverdi. Artık okula gitmesi gerekiyor. Şimdi önlerinde yeni engeller var. Kadir nüfusa kayıtlı olmadığı ve nüfus cüzdanı bulunmadığından okul idaresi kayıt yapmak istemez. Nüfusa kayıt yaptırabilmeleri için de ona bir anne bir de baba bulmaları gerekecek.

İsmail Ağalar’ın anne ve baba olmaları durumunda ilerde onların çocukları ile birlikte mirasta hak sahibi olacağı için bu durum aile tarafından uygun görülmedi. Annesi ve babası olmayan bir çocuğa anne ve babalık yapmışlardı ama ona mal varlıklarından pay vermeleri pek mantıklarına uygun gelmiyordu. Kendileri kabul etseler bile belki öz çocukları ilerde engel çıkarıp mirastan mahrum kalmalarını sağlayabilirlerdi.

Bu düşünceler uygun görülmeyince başka çözüm yolları arandı. Aylaz Çoban ın bir çocuğu gibi onun hanesine kaydı düşünüldü ise de o da evlenmediği ve eşi olmadığı için bu çözüm de nüfus idaresince kabul görmedi.

Çocuğu okutmamak da aileyi vicdanen rahatsız edince durum kaymakamlığa bildirildi. Nüfus ve kaymakamlık sonunda bir çözüm bularak Kadir’i nüfus kütüğüne kaydettiler. Artık nüfus cüzdanı alınmış ve okula kayıt için engeller yok olmuştu.

Şimdi ailenin Kadir ile birlikte okul çağına gelmiş üç çocukları bulunmaktadır. Çocuklardan Mustafa diğerlerinden önce okula başladığı için bu yıl üçüncü sınıfı okuyacak. Evde bulunan iki kız çocuğu daha önce ilkokulu bitirdikleri için artık onların eğitim hayatı bitmiş durumda. Ortaokul, lise ve üniversite öğrenimi kızlara yasak. Aile bu yönü ile biraz tutucu ve kızların okumalarına karşılar. Kızlar için okuma yazma bilmeleri yeterli görülüyor. İlkokul bu

 

28

eğitimi verdiği için artık daha yükseklerine gerek yoktu. Kızlarda da öyle bir okuma isteği görülmüyordu.

O yıl ailenin diğer çocukları ile Kadir de okula başladı. Soyadının diğer çocuklardan ayrı olmasını anlayacak durumda olmadığı için Kadir bunun farkında değildi. Belki ilerde yaşı ilerlediğinde ve aklı erdiğinde bunu anlayacak o zamanda gerçek ona anlatılacaktı. Şimdilik İsmail Ağa’nın bir çocuğu gibi okuluna devam ediyor.

Kadir in okula intibak etmesinden herhangi bir sorunu olmadı. Şimdilik öğretmeni de Kadir den memnun. Celal ile birlikte ikisi de birinci sınıf öğrencisi. Mustafa üçüncü sınıfta okuyacağı için onun sınıfı ve öğretmeni farklı. Birbirlerini ancak teneffüslerde görebiliyorlardı. Mustafa ağabey durumunda olduğu için her teneffüste onları buluyor hatta tuvalet ihtiyacı olup olmadıklarını soruyordu. Kadir ve Celal okulu yeni tanıdıkları için oradaki kurallara yabancıydılar. Ama kısa sürede onlar da o küçük akılları ile buranın kurallarını öğreniverdiler.

Okulun kendilerine hoş gelen en güzel yanı da çok sayıda çocuğun birlikte olmasıydı. Arkadaşın çok olduğu yerler çocukların en çok sevdiği yerdir.

Okulun başlaması ile Ayşe Hanımın ev içi çalışma durumu da değişti. Kızlar henüz yeteri kadar aile işlerini öğrenmedikleri için annelerine yeteri kadar yardımcı olamıyorlardı. Günleri onlara yemek hazırlamak ve derslerinde yardımcı olmakla geçiyor. Üç çocuğa birden bakmak aslında kolay bir iş değildi.

Kendisi de eşi de okuma yazma bilmedikleri için çocuklara yardımcı olamıyorlardı. Ailede kızlardan başka okuma yazma bilen olmadığı için bu görev kızlara verilmişti.

Ayşe Hanımın çocukluk yıllarında köylerinde okul olmadığı için okuma yazma öğrenememişti. Okul olsa bile o yıllarda kız çocuklarını aileler okutmak istemiyorlardı. Okumamanın acısını şimdi çocuklarına yeteri kadar yardımcı olamamasından dolayı çekiyor. Bu yaştan sonra da okuma yazma öğrenmesi güç. Artık ömür böyle geçecek gibi. İsmail Ağa da aynı eşi gibi okulsuzluk

29

nedeniyle okuma yazma öğrenememiş. O da okuma yazma bilemediği ve çocuklara yardımcı olamadığı için rahatsız.

Ayşe Hanım okul çağındaki o üç çocuğu düşünürken eşini ve henüz yeteri kadar olgunlaşmayan kızlarını da düşünüyordu. Hem çocuklarla ilgilenmek hem de tüm ailenin sorunlarına sahip çıkma hep Ayşe Hanıma kalıyordu. En büyük sorunlardan birisi de ailenin büyükleri olan Mustafendi Baba ile eşi Şaziye anneydi. Onların da çocuklardan çok da farkları yoktu. Kendi işlerini kendileri görebilecek durumda olmadıkları için Ayşe Hanım sık sık onlara da yardım etmek zorundaydı. Yaşlılara bakmak çocuklara bakmaktan daha zor geliyordu Ayşe hanıma. Öyle her yemeği yiyemiyor ve bazen da özel istekleri oluyordu. Onun için ailenin en çok yıpranan bireyi Ayşe Hanımdı.

Kadir okula kaydolduğunda onun bir buluntu çocuk olduğunu okuldaki öğrenci arkadaşları bilmiyorlardı. Ama köylülerin tamamı bunu biliyor ve bazen de hanımlar Kadir i merak ettikleri için özel olarak onu görmeğe geliyorlardı. Kadir kendisini ailenin bir çocuğu olarak bildiği için köylülerin ilgisinden habersizdi. Hatta köyde çocuğu olmayan ailelerden Kadiri evlat olarak almak isteyenler de olmuştu. .

Ayşe Hanım istenen çocuk kendi evladı olmadığı için bu tür taleplere kızmıyor, ama bu konuda karar verme yetkisi olmadığı için isteyenlere net cevaplar veremiyordu. Hatta hissettirmese de anasını, babasını hiç tanımadığı bir buluntu çocuğa bakmak ta kendisine çok cazip gelmiyordu. Bakması gereken yeteri kadar çocuğu vardı. En başında da buna karşı olmasına rağmen bunu açıkça eşine anlatamamıştı. Zorda olsa şimdilik bu fedakarlığı yapmak zorundaydı. Belki yakın bir gelecekte ailesi bulunur ve bu sıkıntılardan kurtulurdu. Ailesi bulunmadığı sürece bu çocuk artık kendi çocukları olacaktı. Ailede farklı çözümler üreten kimse bulunmadığından Ayşe Hanım sessizliğini korumak zorundaydı. Şimdilik Kadir den dolayı belirli bir şikayeti yoktu ,ama gelecekte nasıl birisi olacağını tahmin edemiyordu. Ayşe Hanım topluma iyi

 

30

bir insan kazandırmanın da Hacca gitmek kadar bir sevap kazandıracağı bilincindeydi.

 

Kadir’in bulunmasından bu yana üç yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen ailesi hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamadı. Artık İsmail Ağa’nın de bu konuda yapabileceği başka bir çalışma kalmamıştı. Bundan sonrasını şansa ve tesadüfe bırakıp beklemek gerekiyordu.

Olayın yaşandığı tarihler cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yıllarına rastlamaktadır. O yıllarda basın yayın, televizyon ve bilgisayar gibi iletişim araçları olmadığı için Kadir’in ailesini bulmak zordu. Ancak kulaktan kulağa yayılan haberler günün birinde ailesine ulaşırsa belki Kadir ancak o zaman gerçek ailesini bulacaktı. Zamanın neler getireceğini şimdiden bilmek zor. Kadir açısından tüm kapılar kapanmış değil. Belki ilerde yetişkinlik çağlarına geldiği zamanlarda ailesini arayıp bulma imkanları her zaman doğabilir.

Aylaz Baba’sının Kadir e olan ilgisi ve sevgisi devam ediyor. Kadir’i anmadığı ve hatırlamadığı gün yok gibi . Her kırlara çıktığında gözü dağlarda ve kırlarda. Sarılmasını ve tombul yanaklarını, sevgi ile yaklaştığı anları bir türlü unutamıyor. Hayvanlarını otlatırken en sevdiği yer de Kadir’i bulduğu yer. Oraya her gidişinde Kadir’i görür gibi oluyor ve o anı tekrar tekrar yaşıyor.

Çevrede ulaşamadığı çoban ve sığırtmaç kalmadı. Hikayeyi bilen yöredeki tüm çobanlar Kadir için çalışıyorlar. Ailesini bulamaması durumunda ölünceye kadar ona sahip çıkmak için son derece kararlı. Hayatta bağlanabileceği başka bir kimsesi de yok zaten. İlerde mal mülk sahibi olursa onların hepsi Kadir’in olacak. Bu sıralar en büyük üzüntüsü Kadir’i sık sık görememesi. Okul dönemi bitinceye kadar da göremeyecek gibi. Sürüyü başkalarına bırakıp Kadir’in okuluna gitmesi imkansız görünüyor. Çünkü köyde sürüyü kırlara otlatmağa götürerek ikinci bir kişi yok. Hatta bazen bu yüzden çobanlığı bırakmayı düşündüğü anlar da oluyor. Aylaz Çoban bir türlü esir hayatı yaşıyor gibi. Çok monoton ve

31

değişmeyen bir yaşam düzeni. Bir yardımcısı olsa bu sıkıntıları yaşamaz. Bunları patronu İsmail Ağa’nın düşünmesi gerekirken bir gün olsun Aylaz Çoban’a böyle bir öneri getirmemişti.

Bu yörede çalışan çobanların “Pöçükçü” dedikleri birer yardımcılarının olduğunu biliyorum. Ben de insanım hastalanabilir, ya da görevi yürütemeyecek kadar yorgun düşmüş olabilirim. Bugün için bir sağlık sorunum olmadığından bir sıkıntım yok. Ama yarınların neler getireceğini ben değil kimse bilemez. Kadir onlardan çok benim çocuğum sayılır. Ara sıra onu da mutlaka görmeliyim. Bazı özlemlerimi dilediğim gibi yaşayamadığım için huzursuz ve mutsuzum. Ağam beni bir dağ adamı olarak gördüğünden sorunlarımı bilemiyor. ”

Bir gün ağaya bu konu ile ilgili düşüncelerini söylediğinde ağa:

Aylaz senin dediklerine daha zaman var. Henüz sürümüz yeteri kadar büyümediği için şimdilik bir kişi yetebiliyor. Ama ilerde sürü büyüdüğünde mutlaka sana bir yardımcı verilecektir. Şimdiden Kadir’i kendine göre yetiştirebilirsin. Bugün olmasa da yakın bir gelecekte Kadir sana yardım edebilir. Onun hep böyle çocuk olarak kalacağını düşünme. Sürümüz çoğaldıkça Kadir de büyümeğe devam edecek. Üç -dört yıl sonra Kadir hem sana arkadaş olur hem de yardım edebilir.”

Ağam Kadir daha bir bebek sayılır. Onun büyüyüp bana yardım edecek hale gelmesine kadar ben yaşayabilecek miyim? Ben yaşasam bile Kadir büyüdüğü zaman bu görevi kabul edecek mi? Şimdi görüyorum gençlerin gözü şehirlerde. Şehirlerin o güzel ve rahat yaşamını gören birisi bu ıssız dağlarda hiç çobanlık yapar mı dersiniz? Ağam çobanlarda birer insan ama insanlar gibi yaşamıyor. Benim şu otlattığım koyunlardan ve keçilerden bir farkım yok. Benim dünyam her gün gittiğim yaylalar ve peşinde koştuğum hayvanlar. Böyle bir yaşama sizce bir yaşam denir mi? Siz de bunu görüyor ve neler yaşadığım tahmin ediyorsunuz. Geleceğimi çok iyi görmüyorum ”

 

32

Aylaz,öyle karamsar olup kötü şeyler düşünme. Çobanlığı bulamayan insanlar da var. Şoförlük gibi çobanlık da bir meslek. Her mesleğin bir takım sıkıntıları olabilir. Sen bu mesleğin pirisin, artık hiçbir sıkıntı seni etkilemez. Bak sen köyümüzde yaşayan herkesten daha sağlıklı ve daha dinç görünüyorsun. Merak etme daha Allah sana uzun ömürler verecek. Sen yaşlanıncaya kadar Kadir de büyür birlikte dağlarda özgürlüğünüzü yaşar gezersiniz. Şimdiden onu yavaş yavaş kendine ve çobanlığa alıştır.”

Ağanın Kadir hakkındaki düşünceleri Aylaz Çoban’ın pek hoşuna gitmemişti. O büyüyünceye kadar belki çobanlık da bitecek. Şimdi traktörler çıktı. Meralar hep tarla haline getiriliyor ve hayvanları otlatacak meralar bitiyor. Beş on sene sonra bu yakın çevrelerde mera kalmayacak. Meralar küçüldükçe koyun sürüleri de küçülecek. Ağa da bunları biliyor ama bilmemiş görünüyor. Büyük sürüleri küçük meralarda otlatmak güçleşecek. Daracık alanlara sürüleri soktuğun zaman onlar tarlalardaki ekinlere zarar vereceği için arazi sahipleri ile sorunlar yaşanacak ve onların zarar ziyanlarını ödemek zorunluluğu doğacak. Çok yakında sürü sahipleri bu toprakları terk ederek çiftçilerin ulaşamadığı Toros Dağlarına Tahtalı Dağlarına gitmeleri gerekecek. Ağa bunları göremiyor. O küçücük Kadir’i okutmayı düşünmek yerine onu çoban yapmak istiyor. Ağalar hep böyle işte. Onların zenginlikleri fakirleri, işsiz güçsüz insanları sömürmelerine dayanıyor. Çevrede o kadar işsiz güçsüz insan varken o küçük Kadir için ağanın çobanlık düşünmesi üzücüydü.

Kadir’in geleceği hakkındaki ağanın düşüncelerini Aylaz Çoban yeni öğrenmişti. Ağa şimdiye kadar söylememiş olsa da o planının çoktan yapmış durumda. Aylaz Çoban yaşlanıp sürüyü otlatamayacak duruma geldiğinde görev Kadir’e devredilecek.

O minnacık Kadir’imi gelecekte bir çoban olarak düşünemiyorum. Ben düşünsem bile acaba Kadir büyüdüğü zaman bu görevi kabul edecek mi ? Yeni nesil bizlere göre daha farklı yetişiyor. Onun benden çok daha önde olmasını istiyorum. Köyümüze gelen, hakimlere, kaymakamlara yapılan ikram ve

33

saygıyı gördüm. Benim Kadir’im de onlardan birisi gibi olamaz mı? Çobanım ama bunlara da az çok aklım yetiyor.

Ağam, Kadir konusunda bunları düşünse de ben ondan farklı düşünüyorum. Kadir’imi benim gibi ağaya çoban etmem. O artık benim oğlumdur. O okuyup büyük adam olmalı. Bu konuda ağa ile anlaşamadığım taktirde çobanlığı bırakır ve Kadir’imi de alır başka diyarlara göçerim. Ben Kadiri’me kıyamam. Benim yaşadıklarımı ağa yaşamadığı için sıkıntılarımı ve çektiklerimi bilemiyor. Bütün gün kırlarda hayvanların peşinde koşarak bu ömür bitmez. Ne doğru dürüst uyuyabiliyorum ne de doğru dürüst beslenebiliyorum. Sıcak bir yemeğin ve sıcak bir döşeğin hayali ile yaşayıp duruyorum. Benim de diğer insanlar gibi yaşama hakkım olmalı. Benim Kadir’i bulduğum gibi bir gün başka çobanlar da dağlarda benim ölümü bulacaklar. Ağamın istediği bu olsa gerek.

Ben sürekli dağlarda olduğum için ağamın diğer ortakçılara neler uyguladığını pek göremiyorum. O zavallıların ağa karşısında put gibi durup seslerini çıkaramamaları neler çektiklerini gösteriyor. Açlık ve sefalet onları da benim gibi ağaya kul etmiş. Acaba Kadir de ilerde bizler gibi mi olacak? Bunlar aklıma geldikçe dağlara, hayvanlarıma küsüyor ve bu dünyadan göçesim geliyor.

Ben artık kendimi normal bir insan gibi görmüyorum. Nerede ise hayvanlara benzedim. Ağa da beni herhalde öyle görüyordur. Koyunlarla keçilerle sohbet etmek bana insanlarla sohbet etmekten daha iyi geliyor. Hayvanları köye getirdiğim zamanlar bakıyorum ağam benden önce hayvanları ile ilgileniyor ve onlardan sonra bana sıra geliyor.

Ağanın çocukları da çoban olursa Kadir’in de çoban olmasını kabul ederim. Onlar güzel okullarda okurken Kadirimin koyunlar peşinde koşması büyük bir adaletsizlik değil mi? Günü geldiği zamanlar bunları tek tek ağama soracağım. Şu an içimden geçen , ağam kendi çocuklarını ne kadar okutuyorsa Kadir’i de o kadar okutmalı. Her ne kadar Kadir onların öz çocukları değilse de benim Kadir’e olan sevgimi bildikleri için onu da diğer çocukları gibi okutmalarını bekliyorum.”

 

34

Aylaz Çoban Kadir nedeniyle ağalara bir sıkıntı verip vermesinden dolayı da kuşkulu. Kadir’i sürekli görmediği için ailenin ona diğer çocuklardan farklı davranıp davranmadıklarını bilemiyor. Kadir de bu tür davranışları far edecek bir yaşta olmadığı için o da Aylaz Babasına bilgi verecek durumda değil.

Bugüne dek Ailenin hiçbir bireyinde Kadir hakkında olumsuz bir eleştiri duymamasına seviniyordu. Eleştirilecek bir şey olsa mutlaka bazı şeyler ona iletilir ve belki de Kadir’i aileden ayırmak isteyebilirlerdi. Kadirle her karşılaşmasında işkence görüp görmediğini tespit için her tarafını tek tek inceliyordu. Çocukta öyle kuşku yaratacak bir iz görmediği için de mutluydu. Bazen onlara da hak verdiği anlar oluyordu. Kendilerine ait olmayan bir çocuğa sonuna kadar bakmak zorunda değillerdi. Biraz büyüseydi ara sıra yanına alır ve onları da rahatlatırdı. Bu duruma gelmesi için daha uzun yıllar gerekli.

Aylaz Çoban Kadir okula gitmeğe başladıktan sonra artık eskisi gibi sık sık görüşemiyorlardı. Sürüyü ağıllara çektikten sonra belki görüşme fırsatı olacak. Artık mevsim olarak kışa girilmek üzere. Kış geldiğinden hayvanlar kırlara çıkamayacağı için kapalı alanlarda beslenmeleri gerekecek. Belki o zaman boş zamanları olur ve arada bir gidip Kadir’i görebilir. Keşke kendine ait bir evi ve ailesi olsa da Kadir’le kalabilse. Ona karşı sevgisi ve ilgisi gittikçe büyüyordu.

Onun öyle yetim bir çocuk olarak büyütülmesinden vicdanen rahatsızdı. Bazen da içinde “keşke onu bulmasaydım” diyerek bulduğuna üzüldüğü anlar da oluyordu.

Aylaz Çoban bu duygular içinde geleceği düşünürken mevsim bitiverdi. Bugün yılın ilk karı dağları ve kırları beyaza bürümüş durumda. Artık bahara kadar Aylaz Çoban için kırlar ve kırlarda hayvanları ile birlikte olmak bitti demek. Kışımız mart ortalarına bazen mart sonuna kadar devam edebiliyor.

Bundan böyle Aylaz Çoban’ın ara sıra boş zamanları olacak. Eskisi gibi kırlara ve dağlara mahkum değil. Okuluna kadar gidip

35

Kadir’i sık sık görebilecek. Onu okulunda diğer öğrencilerle birlikte görmeyi çok arzuluyor. Hafta sonu olan cuma günü onun için uygun bir zaman. Hem gider Kadir’i görür hem de camide bir Cuma namazı kılar. Uzun zamandır fırsat bulup camiye bile gidememişti. Hafta da bir gün bile ibadetini yapacak zamanı olmuyordu.

Okula başladıktan bu yana Kadir’i ilk kez bugün görecekti. Küçük kadir büyümüş ve artık okullu olmuştu. Öğrencilik kim bilir ona ne kadar yakışmıştır.

Çocuklar bu tür ziyaretlerde hediye de beklerler. Şimdi en büyük sorun hediye bulmak. Şehir çok uzaklarda olduğu için gidip oralardan bir şeyler getirmek şu ortamda olanaksız. Köyün imkanları hediye kültürünü yok etmiş gibi. Bazen aileler birbirlerine börek, içli köfte gibi yiyecek şeyler götürürler. Bu tip hediyeler de çocuklara göre değil. Para verse çocuklar parayı da tanımıyorlar.Bir defasında Kadir’e kağıt bir para vermiş , kadir de parayı alıp yere atmıştı. Köyde bakkal olmayınca para da bir işe yaramıyor. Mevsim olarak artık kırlardan bir şeyler getirme imkanı da yok. Bunları düşünürken kavurga aklına geldi.

O yılların en güzel çerezi kavurgaydı. Köylüler için malzemesi de bol yapılması da kolay olan bir çerez. Bir çanak buğdayı kavurga haline getirdikten sonra Aylaz Çoban Kadir’i görmek üzere okulun bahçesinde öğrencilerin teneffüse çıkmalarını bekliyor.

Kısa süre sonra çıkış zili çaldı. Okulun bahçesi bir anda bir çocuk bahçesine dönüşüverdi. Bu kadar çocuk arasında şimdi Kadir’ini arıyordu. Uzaktan onu sarı saçlarından tanıdı. Kadir de birden ı Aylaz Babasını karşısında görünce koşarak gidip boynuna sarıldı. Bu buluşma ikisini de duygusallaştırmıştı. Ayrıldıktan sonra ikisinin de yanaklarında kayan gözyaşlarının izleri belli oluyordu. Sonra birlikte Celal ve Mustafa’ yı buldular Aylaz Baba onları da sarılıp okşadıktan sonra getirdiği kavurgayı çocukların ceplerine doldurup sonra da öğretmenlerinin yanına gitti.

Bu boşluk ders arası bir dinlenme olduğu için öğretmenin uzun süre sohbet edecek zamanı yoktu. Ayrıca çocuklar daha okula geleli

 

36

çok bir zaman geçmemişti. Bu süre içinde öğretmen çocukları yeteri kadar tanıyamamış da olabilirdi. Ama yine de bir görmek istiyordu.

Öğretmen zamanı olmamasına rağmen Aylaz Çoban’a yakın ilgi gösterdi ve süre öğretmen odasında görüştüler. Öğretmen Aylaz Çoban : “Çocuklar daha yeni yeni okuma yazma öğrenmeğe çalışıyorlar. Şimdilik ikisinin de ilgisini ve başarılarını iyi görüyorum. Sene ortalarına doğru Onlar hakkında daha net görüşlerim olursa size açıklarım.”

Öğretmen, ders zili çaldığı için Aylaz Çoban la vedalaşıp sınıfına gitti.

Aylaç Çoban bugün büyük işler başarmış gibi mutlu idi. Merak ettiği bilgileri de almıştı. Artık evine ve koyunlarının yanına gidebilirdi.

Aslında Kadir’in öğretmeni ile uzun uzun görüşüp ona bazı eyler sormak istiyordu. Teneffüsler kısa olduğu için uzun bir görüşme zamanı olmadı. Ağanın Kadiri çoban yapma fikrini öğrendikten sonra Kadir’e karşı daha çok bir sahiplenme duygusu oluşmuştu. Öğretmeniyle bunları konuşacaktı. Kadirin kendisi gibi çoban olmasını istemiyordu. Artık bu devirde okuyanların sayısı çoğaldığı gibi okuma imkanları da çoğalmıştı. Ağadan aldığı çobanlık maaşı Kadir’i okutmak için yeterdi. Ama Kadir’in hangi okullara gitmesi gerektiğini ve okulların bulunduğu yerleri bilmiyordu. Bunların hepsini tek tek soracaktı ama vakti yetmedi. Öğretmenini de yeni tanıdı. Artık bundan böyle boş zamanlarında gidip Kadir’i görme imkanları olacak. Öğretmeni de cana yakın hoş görülü bir kimseye benziyor. Kadir konusunda ona en iyi yolu gösterecek olan da yine öğretmenidir.

Aylaz Çoban bu duygular içinde köyün biraz dışında bulunan ağıllara ve dolaysı ile hayvanlarının yanına gitti. Köpekleri de aç bir şekilde onu bekliyordu. Önce köpekleri için yal yaparak onları doyurup sonra da ağılda kendisi için özel olarak ayrılmış içinde soba bulunan odasına çekilerek dinlenmeğe başladı.Odasında tezek sobasından başka bir döşeği bir de yorganı vardı. Küçücük bir odadan ibaret bu evinde en büyük dostu hayalleri ve geleceğe ait

37

düşünceleri idi. Aylaz Çoban hep insanlardan uzak yaşadığı için öyle dost ve arkadaşa ihtiyaç duymuyordu.

Üç ay kadar sürecek olan monoton günlerin daha başlarındaydı. Bundan sonra kar ve soğuktan başka bir şeyler göremeyecekti. Koyunların bulunduğu ağıllar çok sıcak olduğu için üşüdüğü zaman onların arasına iniyor, ağılın içinde de tahtaboş denilen bir yere çıkıp hayvanlarını seyrediyordu. Kış ayları Aylaz Çobana yaz aylarına oranla daha sıkıcıydı. Yaz aylarında sürekli kırlarda hayvanları ile birlikte olması onu hem insanlardan uzaklaştırıyor hem de çok yoruyordu. Kış aylarında ise köyünde vakit geçirebilecek bir çevresi ve birlikte vakit geçireceği dostları olmadığı için sıkılıyor ve baharın gelmesini istiyordu. Evi, eşi ve çocukları olsaydı bu özlemi hiç duymayacaktı. Kendi yaşantısı ile hayvanlarının yaşantısı arasında hiçbir fark göremiyordu. Öyle sık sık ağanın evine gidip onların karşısında el pençe saygı duruşunda bulunmak da karakterine uygun değildi. Aile içinde kendisi ile oturup sohbet edecek bir kimse de yoktu. Bunları düşününce de Aylaz Çoban için yine en iyi yer ağılda hayvanları ile birlikte olmaktı.

Bir hapishane yaşamına benzer bu yaşantı üç ay sonra bitiverdi. Aylaz Çoban da artık eskiden gezip gördüğü kırları çok özlemişti. Yavaş yavaş hayvanlarını kısa süreli köyün yakınında bulunan kırlara çıkarıyor ve onları yaza hazırlıyordu. Kırların en güzel zamanı gelmişti. Kardelenler, nevruz ve çiğdemler açmağa başlamış ve göçmen kuşlar da eski yurtlarına dönmüşlerdi. Doğanın en güzel zamanıydı. En hoşuna gideni de göz alabildiğince uzanan yaylalarda oluşan o doğal yeşillikti. Bahar çiçekleri ile çimin oluşturduğu bu güzellik evlerdeki halıların verdiği güzelliği ona katlardı.

Bahar mevsiminin en güzel özelliklerinden birisi de kır meyvelerinin çıkmış olmasıydı. Artık Aylaz Çoban meyve ihtiyacını kırlarda karşılayabilir. Bu mevsim kır meyvelerinin en güzeli çiğdem, kenger, kangal, alıç ve kuşburnudur. Bunlardan bazıları yaz başlangıcına kadar bol bol bulunabilir.

38

Yakında okullar da kapanırsa Aylaz Çoban artık bazı günler de Kadir’le dağlara ve yaylalara çıkabilir. Kadir’in hep yanında olmasını istiyordu ama yaylaları sevmesini pek istemiyordu. En büyük korkusu Kadir’in yaylaları ve çobanlığı severek okulundan uzaklaşması idi. Kadir’i dağlara götürdüğü günler İsmail Ağa’nın ve Ayşe Hanımın daha mutlu olduklarını görüyordu. Birkaç kez teklif etmesine rağmen onlar kendi çocuklarını kırlara götürülmesine izin vermemişlerdi. Herhalde onların da korkusu Aylaz Çoban’ın düşündüklerine benziyordu. Bu yaşta çocuklara farklı güzellikler yaşatmak onları okumaktan uzaklaştırabilirdi.

Kadir şimdi dokuz yaşlarına geldi. Sürekli büyüyor ve büyüdükçe daha da yakışıklı oluyordu. Bundan böyle ara sıra kırlarda beraber olabilirlerdi. Bunların hayali ile bir an önce okulların kapanmasını istiyordu.

Beklenen o gün de geldi ve Kadir ikinci sınıf öğrencisi olarak şimdi yanındaydı. Artık dağlara ve kırlara birlikte çıkabilirlerdi. Ağanın da aklında geçen buydu. Kırlara çıkıp koyunlarla birlikte olmadan çobanlık öğrenilemezdi. Aylaz Çoban çobanlığı öğretmek için değil de onu çok sevdiği için ara sıra yanında görmek istiyordu. Ağaya inat Kadir çoban olarak kalmamalı daha yüksek yerlerde olmalı diye düşünüyordu.

Yarın Kadir’le birlikte yılın ilk yayla gezisi başlıyor. İlk uğrak yerleri Kadir’i ilk kez bulduğu yer olacak ,ama bunu kadir’e söylemeyecek. Kadir’in o yeri hatırlayıp hatırlamadığını ve oraya gidince nasıl davranışlar göstereceğini merak ediyor.

Koyunların temposuna uyarak yürüyüşlerine devam ediyorlar. Bir yerden bir yere giden bir yolcu gibi değiller. Koyunların yürüyüşü insanların yürüyüşüne benzemiyor. Onlar yürüdükleri zaman bir yandan da otlamak istiyorlar. Durdukları zaman otlamaları da duruyor. Ne kadar çok yürürlerse o kadar da çok karınları doymuş oluyor. Otlama ile yürümeyi birlikte yaptıkları için yürüyüş tempoları çok yavaş oluyor. Çok hızlı yürüseler sanırım Kadir o tempoya uyamaz. Tam bir çocuk yürüyüşü. Sanki koyunlar

 

39

Kadir’’i düşünüyormuş gibi onu yormamak için yavaş adımlarla ilerliyorlar.

Her taraf yemyeşil kırlar kır çiçekleri ile bezenmiş durumda. Koyunlar bir yandan otluyor bir yandan da Aylaz Çobanın yönlendirmesi ile yollarına devam ediyorlar. Kadir de uzun süredir kırların bu yeşilliğini ve güzelliğini görmemişti. Kadir in ilk bulunduğu yere geldiklerinde Aylaz Babası Kadir de herhangi değişiklik göremedi. Hatta kadirin ilk bulunduğu Çoban Döşeğinin süzerine birlikte oturarak bir süre dinlendiler. Kadir önlerinden koşuşarak uzaklaşan kertenkelelere, karıncalara ve üzerlerinde uçuşan kelebeklere bakıyor. Kadir’ geçmişe yönelik bir hiç şey hatırlamıyor. Aylaz Babası da hatırlamasını istemediğinden ona hatırlaması yönünde bir yardımda da bulunmuyor. Sürü bir süre uzaklaşıncaya kadar aynı yerde oturup çok uzaklarda sıra sıra uzanan dağlara bakıyorlar. Köpekleri de yanlarında,

ama Kadir onlarla pek ilgilenmiyor. Kadir in en çok ilgisini çeken önlerinden hızla geçip giden kertenkeleler oluyor. Onları kovalıyor ve onları yakalamağa çalışıyor. Bazen kelebeklerden yakaladıklarını Aylaz Babasına getirerek ona ikram ediyor. En çok ilgisin çeken böceklerden birisi de uçuç böcekleri oluyor. O böceklerin hikayesini Aylaz babası öğretmişti ona. Tutup elinin üstüne koyarak dilekte bulunuyor ve onların uçarak uzaklaşmalarından büyük bir haz alıyor. Bir çocuktan beklenen de bunlar. Aylaz Babası da onun her yaptığı çocuksu davranışlarından dolayı mutlu oluyor ve geçmiş günlerin özlemini gideriyordu.

Buradan kalktıktan sonra hem koyunların su içmesini sağlamak hem de keçe içinde birlikte yattıkları o çeşmeyi görmek üzere o tarafa yöneldiler. Burada da değişen bir şey olmadı. Koyunlar sularını içerken Kadir de onları seyretti ama başka bir şey hatırlayamadı. Bir ara pınarın başına kadar giderek suyun yerden kaynayışını uzun uzun seyretti. Bu çeşme köyünde gördüğü çeşmeye benzemiyordu. Suyun böyle yerden kaynayışı ona ilginç gelmişti. Bu farklılığı fark etti ama nedenini anlayamadı. Aylaz babası da bu

 

40

konuda kendisine bir açıklamada bulunmadığı için gördükleri ile yetinip kaldı.

Aylaz Babası Kadir’in gördükleri karşısında geçmişini hatırlayıp hatırlayamayacağını merak ediyordu. Kadir’i ilk kez burada bulmuş , bu çeşmede su içmişler ve bu çeşmenin başında bir gece boyunca keçenin içinde birlikte uyumuşlardı. Kadir yaşadıklarının hiç birisini hatırlayamadı.

Geçen dört yılı hafızadaki bütün bilgileri silmişti. Kadir eski duygulardan uzak yepyeni bir çocuktu. Aylaz Babasının isteği de böyle olmasıydı. Burada yaşadıklarını hatırlasa belki psikolojisi bozulabilirdi.

Dönüş yoluna döndüklerinde Aylaz Babası yeni yeni oluşan çiğdemlerden ve Kengerlerden toplayarak Kadir’e ikram etmek istedi. Kadir daha öncesinde onları yemiş ve tatlarını da biliyordu. Ama kırlardaki doğal hallerini yeni görüyordu. Kendi de toplamayı denedi ama kengerin dikenleri ellerine batınca vazgeçti. Hılç dedikleri bir araçla topraktan çiğdem çıkarmayı başarıyordu. . Kardeşlerine de götürmek üzere bir hayli çiğdem topladı. Aylaz Babasının topladığı kengerlerle birlikte bu akşam kardeşlerini sevindireceğine seviniyordu.

Bu gezi Kadir için ilginç bir kır gezisi olmuştu. Aylaz Babasına da fazla bir yükü olmadı. Belki biraz yorulmuştur ama bu yorgunluğunu kendisi de hissetmemiş Aylaz Babasına da hissettirmemişti. Yorulmuş olsaydı o kocaman çocuğu Aylaz Babası bir süre sırtında taşımak zorunda kalacaktı. Hatta Aylaz Babası yorulup yorulmadığını birkaç kez sormuş olmasına rağmen yorulmadığını ve yürümek istediğini söylemişti.

Sürü önde kendileri arkada sürüyü takip ederken bu sessiz yürüyüşü Aylaz Babasının yanık kaval sesleri bozdu. Bir süre ikisi de hiç konuşmadı. Aylaz Babası yanık kavalı ile yanık halk türkülerimizin melodilerini çalıp durdu. Tek noksanları bu güzel enstrümana eşlik edecek bir solistin olmayışıydı. Kadir in okulda öğrendiği birkaç çocuk şarkısı vardı. Aylaz Babası onları çalabilseydi kendiside bir solist olarak ona eşlik edebilirdi. Belki

42

gelecek yıllarda Aylaz Babasına eşlik edecek bir solist olabilir. Aylaz Babası onun hiç şarkı söylediğini duymadığı için bu konudaki yeteneğini bilmiyordu.

Köye doğru yolculukları devam ederken ilginç bir olay oldu. Sürünün içinde daha önce mevcut olmayan küçük bir yavru kuzu görüyorlar. Yeni mevsimin ilk misafir Aylaz Babası ile Kadir’i selamlıyordu. Bu durum özellikle Kadir için büyük bir sürpriz oldu. Bunu gören Kadir Aylaz Babasını bırakarak yavru kuzunun yanına kadar koştu.

Doğum yeni olduğu için anne dili ile yalayarak yavruyu temizlemekle meşgul. Kadir koyunların yavrulamasını ilk kez gördüğü için kendisine çok ilginç gelmişti. Bir süre hiç müdahale etmeyerek kuzunun ayağa kalkmasına kadar yanlarında bekledi. Üç beş denemeden sonra yavru kuzu ayağa kalkmayı başarırken annenin de yavrusuna ilk ödülü onu emzirmek oldu.

Anne ve yavru çok mutlu. Kadir onlardan daha mutlu. Beklenmedik bir anda kendisine iyi bir arkadaş ve iyi bir canlı oyuncak gelmişti. Köy çocukları çocuk oyuncakları ile tanışmadıkları için böyle beklenmedik bir misafir onlar için en iyi oyuncaktı. Kadir kuzuyu kucağına almak istiyor ama annesinin tepkisinden korkuyor. Aylaz Babası yanına gelinceye kadar onları seyretmekle yetindi. Aylaz Baba yanına gelir gelmez kuzuyu kucaklayarak Kadir in kucağına verdi. Kadir şimdi canlı oyuncağı ile baş başa. Kuzu bu ilgiden memnun olmuş olacak ki , Kadir’in kucağında öyle hareketsiz bekleyip duruyor. Kadir bir eli ile kuzuyu tutarken diğer eli ile de kuzuyu okşuyor ,kulaklarına dokunuyor bir yandan da yanaklarından öpüyor. Kadir ile kuzu arasındaki bu dostluk sürü köye ulaşıncaya kadar devam etti. Yol boyu kuzu Kadir’in kucağında yeni dünyasını ,dostlarını ,hem cinslerini tanımağa çalışıyor ve Kadir’in kucağından inmek istemiyor. Anne halinden memnun bir şekilde Kadir’in arkasından onu takip ederken ara sıra yavrusunu koklamayı da ihmal etmiyor.

Bu mevsim koyunların yavrulama mevsimi olduğu için minik kuzular gelmeğe başladı. Artık bundan böyle her gün birkaç yeni

42

minik misafirimiz olacak. Bu hoş sürprize en çok sevinen de Kadir oldu. Kuzuyu kucağından indirmiyor. Yakında kuzularımızın ve oğlaklarımızın sayıları hayli artacak. Acaba Kadir her doğan yavruyu görebilecek mi? Bu güzellikleri görebilmesi için her gün bu kırlarda benimle olması gerekiyor. Her gün benimle olmasına izin veremeyeceğim için bundan böyle bu tür sürprizleri göremeyecek.

Yeni yavru kuzumuzla birlikte ikindi vakti köydeki koyun ağıllarının önündeyiz. Bu mevsimde geceleri serin olduğu için koyunların dışarıda yatmaları sakıncalı. Koyunları ağıllara alındıktan sonra Kadir’i bırakmak üzere ağaların evine gittim.

Tüm aile evde oturmuş yemek yiyorlar. Beni ve Kadir’i yemek yemeğe davet ettilerse de ben tok olduğumu söyleyerek yemek yemek istemedim ama kadir sofraya oturarak kardeşleri ile aç olan karnını doyuruverdi.”

Kadir’in böyle zaman zaman evden uzaklaştırılması ağanın da isteği idi. Aslında düşünüyordu da bir türlü çobanına söyleyemiyordu.

Kadir on yaşlarına yaklaştı. Bu yaştaki bir çocuk ailede bazı işlere yardım edebilirdi. Hindilere, kazlara sahip olmak gibi. En azından bu hayvanların belirli bir zamandan sonra kümeslerine dönmesinde Kadir yardımcı olabilirdi. Ya da bu yaştaki çocuklar düven de sürebilirlerdi.

Ağanın amacı aileye ilerde yardım edecek ve sürekli onların işini yapacak bir işçi yetiştirmekti. Şu an ailede Kadir den başka bu işe uygun kimse yok. Ağa kendi çocuklarını okutmak istediği için onları işe yönlendirerek okumalarına engel olmak istemiyordu. Aylaz Çoban da Ağanın bu fikirde olduğunu çok önceden sezmişti. Ama onun gibi bu işe sıcak bakmıyordu. Kadir de okumalıydı. Ağanın çocuklarından geri kalır bir yönü yoktu. Onlara açıkça söylemese de Aylaz Çoban ağanın çocukları için düşündüğünü o da Kadir için düşünüyordu.

Hatta bir ara köyün öğretmenine giderek ondan bazı fikirler almıştı. Öğretmen tüm çocukların okumasını isteyen aydın bir öğretmendi. Kendisi de köylü çocuğu olup köy enstitüsünü bitirerek

43

öğretmen olmuştu. Kadir de öğretmeni gibi aynı okula gidip öğretmen olabilirdi. Bunun yollarını Aylaz Çoban’a anlattığı zaman o da memnun olmuş ve onu kafasına koymuştu. Öğretmen olmak varken niye çoban olsun. Devletin işçisi olmak varken niçin Ağanın işçisi olsun. Aylaz Çoban okulun bitim zamanına kadar bu konuda fikir

lerini ağaya açmak gereğini duymaksızın Kadir in mezuniyetini beklemeğe karar verdi. Şimdiden açıklarsa belki ağa öğretmeni etkileyerek Kadir’in okumasını engelleyebilirdi.

Günü gelince öğretmen onu yönlendirecek ve Aylaz Çoban da gereğini yapacaktır. Öğretmenden o okulların devlete ait yatılı okullar olduğu için hiçbir masrafın olmayacağını önceden Aylaz Çobana anlatmıştı. Parasal bir sorun olmadıkça Kadir’in okumasına bir engel yoktu. Ara sıra maaşından Kadir’e küçük okul harçlıkları verebilir bu da Aylaz Çobanı etkilemezdi. Aylaz Çoban Masraflı bir okulda Kadir i okutamayacağını biliyordu. Tüm masrafların ağa tarafından karşılanmasını da isteyemezdi. İstese bile Ağa’nın Kadir hakkındaki düşüncelerini bildiği için böyle bir isteği ağaya duyurmak anlamsız olurdu. Aylaz Çoban’ın Kadir’in geleceği hakkındaki planları tamamdı. Her şeyi o okulların sınavını kazanmağa bağlı kalıyordu. Öğretmeninden de Kadir den umutlu olduğunu öğrenince artık önlerinde ciddi bir engel kalmıyordu. Şimdilik her şey Kadir’in okulu bitirmesine bağlıydı.

Kadir gün boyu gezdiği için yorulmuştu.Önce kırlarda topladığı kır meyvelerini kardeşleri ile oturup birlikte yediler. Kadir kırlarda yaşadıklarını ve sürüye yeni katılan kuzusunu onlar anlattı. Kadir’in anlattığı her şey onlara da hoş geldiği için ilgi ile söylediklerini dinliyor onları kendileri yaşayamadıkları için üzülüyorlardı. Sohbetlerin uzaması üzerine Ayşe annelerinden bir uyarı gelince uyumak üzere yataklarına girmek zorunda kaldılar. Annenin müdahalesi olmasaydı daha Kadir’in anlatacağı çok anıları vardı. Emir yüksek yerden geldiği için bir anda kendilerini yataklarında buldular.

 

44

Kadir yorgun döndüğü için yatağa girer girmez derin bir uykuya dalıverdi. Uyandığında güneş bir hayli yükselmişti. Yine anne o otoriter sesiyle çocukları sabah kahvaltısına çağırıyordu. Hazırlanmaları ve sofraya oturmaları fazla bir zaman almadı. Annenin sert tepkisine neden olmamak için hepsi adeta yarış halindeydiler. Ayşe anne sert sözler söylemese de onun o sert bakışları herkes için yetiyordu. Kadir’in yaşı küçüktü ama ailede yaşanan bazı olumsuzlukların farkındaydı. Aile bireylerinin birbirleri ile ilişkileri ona biraz ters geliyordu. Bu şikayetleri kendi ağzından dinleyelim:

Hiçbir gün hiçbir yemeğimizde İsmail Babam ve Mustafendi dedemi soframızda gördüğümü hatırlamıyorum. Onlar yemeklerini bizden ayrı bir yerde yalnız başına yiyorlar. Ayşe annem, ablalarım ve kardeşlerim bizler birlikte yiyoruz. Her öğün üç ayrı sofra hazırlandığını görüyor biraz da Ayşe Anneme üzülüyorum. Evin tüm yükü onun üzerinde. Ayşe Annemin anlattığına göre küçüklerle büyüklerin aynı sofrada yemek yemeleri iyi karşılanmaz, bu durum büyüklere karşı bir saygısızlık kabul edilirmiş.

Kahvaltı menümüzde bir değişiklik yok. Hemen her gün aynı şeylerle besleniyoruz. Tereyağından yapılmış omlet,peynir, bal ve çay. Et ve yumurta konusunda bir sıkıntı yaşanmıyor. Yeteri kadar tavuk, hindi, ördek bulunduğu için ihtiyaç duyulduğunda bunlardan birisi kesilerek et ihtiyacı giderilebiliyor. Ama İsmail Babamın ortakçıları bizim gibi değiller. Onların hep yavan ekmekle besleniyorlar. Çocukları da bizlerden uzak duruyor ve bizimle oynamak için yanımıza gelemiyorlar. Sanki o çocuklar Ayşe Annem den çok korkuyorlar. Ayşe Annem de onların evlerine gidip çocukları ile oynamamızı istemediği için gidemiyoruz. O çocukların yaşadıklarını görünce bizlerin daha şanslı olduğunu anlıyorum.”

Sabah Aylaz Çoban sürüyü alarak erkenden otlaklara çıkarken köyde ilk hareket başlıyor. Arkasından sığırtmaç büyük baş hayvanları ile yine kırların yolunda. Ayşe Anne genellikle çocuklarına kahvaltı hazırlamakla meşgul. İsmail Baba çeşme ile ev

 

45

arasında holta atıp duruyor. Evi esas canlandıran çocuklar. Onların uyanıp kalkması ile günlük yaşamın o zaman başladığı anlaşılıyor.

Bugün yine köyde bir hareketlilik var. öğleye doğru şehir merkezinden yeni bir konuk geldiği görülüyor. Aileye yabancı olan birisi değil. Şehir merkezinde terzilik yapan Ermeni asıllı Agop usta. İlk anda hiç kimse bu beklenmedik ziyarete bir anlam veremedi. Herkes Ağop Usta’nın Mustafendi Dedeyi ziyaret etmek amacı ile geldiğini düşündü. Aile bireyleri Agop Usta’yı tanıyorlardı ama bugüne değin böyle özel bir ziyaretleri hiç olmamıştı.

Uzun bir yolculuktan gelmiş olduğu için atı da yorulmuştu kendisi de. Hizmetkarlar atı ahıra çekerek kendisini İsmail ağanın odasına aldılar.

Bir hoş geldiniz merasiminden sonra Agop Usta baş köşeye kurularak neşeli bir şekilde önce yaptığı yolculuğu anlattı. Hep o konuşuyor İsmail Ağa dinliyor.Neşeli ve esprili bir adam. Ses tonu da bir hayli yüksek. O odada konuşurken diğer odalarda sesi rahat bir şekilde duyulabiliyor.

Herkesin merakla beklediği şey Agop Usta’nın bu beklenmedik ziyaretinin nedeni. Herkes Agop Usta’yı şehirden tanıyorlardı ama böyle bir ev ziyareti hiç olmamıştı.

Agop usta İsmail Ağa’yı fazla merakta bırakmamak için ziyaretinin gerçek nedenini açıklıyor.

İsmail Ağam uzun zamandır şehre gelmediğiniz için bir görüşmemiz olmadı. Şehre gelmiş olsaydınız mutlağa işyerime de gelirdiniz. Sizin yanımızda çok ayrı ve seçkin bir yeriniz var. Sizleri yakın bir akrabam gibi görüyorum. Bugün hem ziyaret hem ticaret kabilinde sizlere konuk olmağa karar vererek hanenize geldim. beklenmedik bir zamanda sizleri rahatsız ettiğim için çok çok özür diliyorum.

Şehirdeki sizleri tanıyanlardan öğrendiğime göre meralarınızda küçük yaşta bir çocuk bulunmuş. Biliyorsun benim çocuğum yok. Eşimle görüştüm eğer kabul ederseniz o çocuğu yanımıza alıp evlat edinmek istiyoruz. Sizin yeteri kadar çocuğunuz olduğu için böyle bir çocuğa ihtiyacınızın olmayacağını düşünerek

46

buraya kadar geldim. Sizler de uygun görürseniz çocuğu alıp götürmek istiyorum. Biliyorsunuz bizim çocuğumuz yok. Onu büyütecek ve okutacak imkanlarımız var. Bu konudaki yasal mevzuatı bilmiyorum. Sorar öğrenir ve gereği ne ise yaparız. Çocuksuz ailede neşe ve huzur olmuyor. Bizi geleceğe bağlayan bir umudumuz olsun istiyoruz. Çocuksuz aile meyvesiz ağaca benziyor. Başkalarının kucağında , evinde o minik çocukları görünce eşim de ben de çok imreniyoruz. Benden çok eşim bunu istiyor. Tahmin edersiniz anneleri hayata bağlayan çocuklarıdır. Çocuğu olmayan bir anne annelik duygusunu yaşayamıyor. Çocuğu olmadığı için eşimde bir suçluluk duygusu olduğunu görüyorum. Bu konuda bir hayli uğraş vermiş olmamıza rağmen olumlu bir sonuç alamadık. Son umudumuz sizlersiniz. Bizleri bir evlat sahibi yaparsanız ömür boyu sizlere dua ederiz.”

Ağop Usta söyledikleriniz aynen doğru. Çobanlarımız dağlarda davarları otlatırken dört –beş yaşlarında bir çocuk buldular. Üç-dört yıldır çocuk bizim bakımımız altında şu an okul çağına gelmiş durumda. Bu yıl ilkokul ikinci sınıfına devam edecek. Artık çocuk bize biz de çocuğa alışmış durumdayız. Evimizde çocuk fazlalığından dolaylı bir şikayetimiz yok. Aile olarak ben de çocuklarım da çocuğu çok sevdik ve artık ailemizin öz çocuğu gibi oldu. Kendisi de bizim çocuğumuz olduğuna inanıyor. Çok küçük yaşlarda olsa olabilirdi. Bu yaştan sonra çocuk ailesinden koparsa psikolojik sorunlar yaşayabilir. Hem artık bu çocuğu başkalarına vermeğe de kıyamıyorum.

Daha önce de başka bir aile geldi çocuğa sahip çıkmak istediler. Davranışlarından ve anlattıklarından çocuğun onların çocuğu olmadığını anlayınca çocuğu vermedik. Gelenler çocuğun kendilerine ait olduğunu ve bir süre önce kaybettiklerini söyleyerek bizi inandırmağa çalıştılarsa da anlattıklarını inandırıcı bulmadığımız için çocuk halen yanımızda. Onlardan sonra çocuğa talip çıkan ikinci kişi siz oldunuz

Biz çocuğun gerçek ailesini bulup onlara teslim etmek istiyoruz. Şu an böyle bir işlemi yapmağa kendimi yetkili

47

görmüyorum. Bize ait olmayan bir çocuğu başkalarına teslim edemeyiz. Devlet gelir elimizden alır da sizlere verirse bir sorun olmaz. Bu şekli ile çocuğu size vermemizi sakıncalı görüyorum. Buraya kadar gelmişken istersen bu beklenmedik şekilde ailemize katılan küçük misafirimizle sizleri tanıştırayım” diyerek Kadir’e seslendi:

Sarı Saçlı mavi gözlü kadir gülümseyerek içeri girdi. Ve İsmaiml babasının isteği üzerine gidip Ağop Amcasının elini öpüp bir süre karşısında gülümseyerek ona poz verdi.

Ağop Amcası da Kadir’i çok sempatik bularak yanıklarından öpüp bir süre sohbet ettiler.

Agop Usta İsmail Ağaya dönerek “çok sevimli sempatik bir çocuk. Evladım olmasını çok isterdim. Kadir benim için iyi evlat adayı. Ailesi bulununcaya kadar bende kalsın bulunduğu taktirde onlara iade ederim. Şehirde yanımızda okuması daha iyi olur. Ortaokulu ve liseyi yanımızda bitirdikten sonra onu üniversiteye de gönderirim. Yeter ki okusun. Onun için bütün yollar açık. Sizin de Allah bağışlasın yeteri kadar çocuklarınız var. Bu bir tanecik de bizim olsun. Elimdeki üç beş kuruşluk servet tanımadığım kimselere kalsın istemiyorum. ”

Agop amcasının bu sözü üzerine İsmail Babası şakadan Kadir’e “ seni bu amca alıp götürmek istiyor. Onun oğlu olmak ister misin? dediğinde Kadir olumsuzluk anlamına gelecek biçimde kafasını sağa sola sallayıp sonra da gidip İsmail Babasının bacaklarına yapışıyor. Kendisini baba olarak tanıyan bir çocuğu artık başkasına veremezdi.

Biraz sonra Celal ile Mustafa da Agop Amcalarının yanına geldi. Agop Amcası Mustafa’yı daha önce tanıyordu Celali de yeni gördü. Onları da yanına çağırarak yanaklarından öptükten sonra cebinden çıkardığı kağıtlı şekerlerle çocukları ödüllendirdi. Şekerini alan Ağap Amcasının ellerini öptükten sonra odadan ayrıldılar.

Agop Usta’nın gözü çocukların üzerinde kaldı. İçinden onlardan birisinin evladı olmasını çok istedi ama İsmail Ağa’nın açıklamaları karşısında fazla ısrarcı olmadı.

48

Büyük umutlarla gelmişti buraya. İsmail Ağa’nın bu çocuğu kendisine vereceğine inanıyordu. Düşündüğü gibi olmadığı için üzüldü. Burada kalıp ısrar etmenin bir anlamı olamazdı. İzin isteyip aynı gün dönmek istedi.

Vakit de bir hayli geçmişti. At ile de olsa dört saatlik bir yol gitmesi gerekiyordu. İsmail Ağa bırakmadı ve Agop Usta geceyi köyde İsmail Ağa ve Mustafendi Dede ile sohbet ederek geçirdi.

Agop Usta sabah kahvaltısından sonra Ağalara veda ederek köyden ayrıldı. Şehre dönüşünde yol boyu o da herkes gibi Kadir’in geçmişini ve ailesini düşünüyordu. Anlatılanlar mantığına çok uygun gelmemişti. O yaştaki bir çocuğun o uzak köylerden yürüyerek yaylalara ulaşması akıl ve mantığa pek uygun değildi.

Renk ve sima olarak Kadir’i biraz Ermenilere benzetir gibi oldu. Belki de Türkiye’yi terk edip giden Ermeni bir ailenin çocuğu da olabilir diye düşündü. O yıllarda Türkiye’yi terk edip başka memleketlere giden Ermeni’lerden bazılarının çoklarını kaybettiklerini duyuyordu. Özellikle Ermeni tescirinin yaşandığı yıllarda bu tür olaylar çok yaşanmıştı. Şu an bölgede yaşayan fazla bir Ermeni nüfusu olmadığı için kayıp çocuk olayı duymamıştı. Şehre döndüğü zaman şehirde kalan birkaç Ermini tanıdığına olayı anlattı ama tatmin edici bir yanıt alamadı.

Kadir’in ailesi için artık bütün umutlar kesilmişti. Bundan böyle Kadir İsmail Ağa ile Aylaz Çoban’ın müşterek bir çocukları gibi oldu. Kadir de ikisinin arasında bir ayrım yapmasa da İsmail Ağa’nın çocuğu olduğunu sanıyor. Evdeki diğer çocukları kardeşleri olarak bildiği için aileye daha yakın. O küçük aklı ile Kadir’e ters gelen tek şey iki tane babasının olmasıydı. Herkesin tek babası varken Kadir’in bir İsmail Babası bir de Aylaz babası vardı. Bu durumu ona kimse anlatmadığı için iki babasının varlığını kabullenmişti.

Kadir pek farkında olmasa da özellikle İsmail Ağa’nın eşi Ayşe Anne’sinin Kadir’e karşı olan davranışları ile çocuklarına olan davranışları biraz farklıydı . Çocuklar bunu hissetmese de yabancı birisi bu davranış farkını görebiliyordu. Aylaz Çoban da zaman

49

zaman bu farklı davranışları hissetse de bunu açık bir şekilde Ayşe Hanım’a söyleyemezdi. Gücü yettiği sürece Kadir’in gelecekte çoban olmasını engellemek için her türlü fedakarlığa hazır. Bu amaçla arada bir kadiri kırlara ve dağlara götürerek çobanlığın zor bir meslek olduğunu ona yaşatarak anlatmak istiyor. İlk günler bu tür çobanlık deneyimleri Kadir’e cazip gelse de daha sonraki gezilere artık isteyerek katılmak istemiyordu. Kadir’in çobanlık konusundaki bu olumsuz tavırları Aylaz Babası açısında olumlu bir gelişmeydi.

Köyün en zor işleri baharla başlıyor yaz sonunda bitiyor. Bahar ayları koyunların yavrulama dönemi yaz ise ziraat işlerinin en yoğun olduğu dönem. Küçüklerin yapacağı işler belirlenmiş gibi. Onlar yaşlarına uygun olarak düven sürebilir, ırgatlara azık taşıyabilirler hindileri tavukları kümeslerine koyup kümeslerinden çıkarma gibi işleri yapabilirler.

İsmail Ağa Aylaz Çoban’ın Kadir konusundaki hassasiyetlerini bildiği için ona sezdirmeden yavaş yavaş onu çeşitli işlere hazırlamağa çalışıyor.

Kadir bu yıl ilkokulu bitiriyor ama geleceği konusunda herhangi bir bilgisi yok. Sadece Aylaz Babasının kendisine okuması konusunda söylediği bazı şeyleri unutmuyor. Aile arasında ara sıra çocukların okul durumlarından söz edildiğini duyuyor ama kendisi için bir açıklama duyamıyordu. Yaşı ve konumu gereği beklemekten başka bir yolu da yoktu. Aylaz Babası Kadir’in okul durumu konusunda son derece huzursuz ve rahatsız oluyordu. Bir gün olsun Kadir in ilkokuldan sonraki okul durumu için ağalardan bir ses duymamıştı. Her halde okul bitinceye kadarda duymayacaktı da. Öyle de oldu. Okul bitti ve ağanın çocuklar için planları açıklandı.

Mustafa daha önce okulu bitirmiş olduğu için o şehirde ortaokulda okuyordu. Bundan böyle Celal da onun yanına giderek ortaokula devam edecek. Kadir ise köyde kalıp Aylaz Basına ve kendilerine yardım edecekti. Ağanın kadir hakkındaki kararı kesindi. Bunları duyan Kadir küçük kardeşlerinden ayrı düşeceğini duyunca

 

50

ağlamaya başladı ve onlarla birlikte okumak istediğini İsmail Babasına bildirdi. İsmail Babası da ona anlayacağı bir dille:

Yavrum şimdi hepiniz birden okula giderseniz biz çok yalnız kalacağız. Birinizin yanımızda bulunması için seni ortaokula göndermek istemedim. Sen burada hem bize hem de Aylaz Babana yardım edersen bizler de bir sıkıntı yaşamayız. Küçük Kadir Ağanın kendisi için söylediklerini bir iyilik kabul ederek sustu. Ortaokulun nasıl bir okul olduğunu ve nerede bulunduğunu da bilmiyordu. Son bir yıl içinde Mustafa’yı hiç görmediğine göre ortaokul uzak bir yerde de olmalı diye düşündü.

Bu olaydan bir gün sonra Aylaz Babası ile buluştuğunda İsmail Babasının dediklerini aynen ona iletti. Bu haber ve bu karar Aylaz Babanın hiç hoşuna gitmemişti. Çocuklar arasında ayrım yapmak hatalı bir karardı. Kadir onlardan çok kendi çocuğu sayılırdı. Onu bulan ve onlara evlat olarak veren de kendisi idi. Bu durumu en kısa sürede ağa ile görüşerek Kadir in de okumasını sağlamaktı.

Bir gün kuzuların emzirilmesi sırasında hayvanların yanında bulunan ağaya yaklaşarak :

Ağam, Kadir bu yıl okulunu bitirdi. Onunla ilgili kararlarınızı dün Kadir den öğrendim. Kadir’i okula göndermeyip burada bırakmak istediğinizi bana söyledi. Öğretmeni ile görüşmelerimizde Kadir in çalışkan ve zeki bir çocuk olduğunu öğrenmiştim. Kadir de diğer çocuklarınız gibi okuyabilir. O anasız babasız yetim bir çocuk. Onun okumaktan başka hiçbir geleceği yok. Ne mal var ne de mülk. Benim de ona bırakabileceğim bir malım bulunmuyor. Siz den rica ediyorum bu çocuğu da diğer çocuklarınızdan ayrı tutmayın. Ben de imkanlarım nispetinde yardımcı olurum.”

Ağa Aylaz Çobanın dediklerini bir süre başını önüne eğerek dinledi ve sonra da Aylaz Çoban a dönerek:

Sizin düşüncelerinizi anlıyorum. Kadir’e Karşı içinizde bir acıma duygusu var. Onu burada tutmakla ona kötülük değil iyilik yapmak istiyorum. Senin de bizimde her zaman için bir yardımcı

51

adama ihtiyacımız olacak. Sen de bizde yaşlanıp gidiyoruz. İlerde bu köye bu topraklara kim sahip çıkacak? Kadir benim evladım olmasa da ona bu mirasımdan pay verip onun mağdur olmasını engelliyeceğim. Okumayan bir sürü insan var. Onlar aç mı kalıyorlar?. Ben de okumadım sen de okumadın. İnsan çalıştıktan sonra hiçbir zaman aç kalmaz. Bu bakımdan Kadir için ben öyle bir gelecek düşündüm.”

Ağam görüşünüze ve Kadir’e sahip çıkmanıza saygım var. O daha çok küçük ve kendi geleceği için karar verecek yaşlarda değil. En azından orta okulu bitirsin. Oradaki başarı durumuna göre ya okur ya da gelir sizin yanınızda kalır. Ortaokul olmasa bile şimdi köylü çocuklarının okuduğu bir okul biliyorum. Bizim köyün öğretmeni de o okulda okumuş ve o şekilde öğretmen olmuş. Okulun adına Köy Enstitüsü diyorlar. Bu okullar sadece köy çocuklarını alıp beş altı yıl okuttuktan sonra köylere öğretmen olarak gönderiyorlarmış. Benim de ona verebileceğim üç beş kuruş maaşım var. Onunla ben Kadir i Köy Enstitüsüne göndermek istiyorum. O okullar devletin yatılı okulları olduğu için fazla bir masraf olmuyormuş. İsterseniz birlikte öğretmene gidip bilgi alabiliriz.”

İsmail Ağa Çoban Aylaz ın bu açıklamaları karşısında susup vereceği cevabı düşünmeye başlamıştı:

Aylaz Çoban onun söyleyeceklerini beklemeden tekrar söze girerek : “Ağam Kadir çok başarılı bir çocukmuş. Öğretmeni Kadir den çok umutlu. Onun geleceğini karartmayalım. Bundan böyle gençleri buralarda çoban olarak tutmanız zor. Ben Kadir’in okuması uğruna sizlere ölünceye kadar çobanlık yapmağa razıyım, Maaş da istemiyorum. Karnımı doyuracak yemek, beni koruyacak kadar bir giysi verirseniz bana yeter. Hem siz de bir sevap kazanırsınız. Lütfen Kadir’i öz çocuklarınızdan ayrı tutmayın. O kendisini sizin öz çocuğunuz olarak biliyor. Büyüdüğü zaman bu ayrımı yaptığınızı öğrenirse hepimize karşı kırılır. Ben olmasam çoban mı yok. Binlerce insan işsiz güçsüz geziyor. Siz isteyin bir günde yüz tane çoban bulursunuz.”

52

Aylaz Çoban ın anlattıkları Ağanın mantığına da uygun gelmişti. Kendisi sağ iken Kadir’in geçim konusunda bir sıkıntı çekmeyeceğini biliyor ama kendisinden sonra nereler yaşayacağını da tahmin edemiyordu. Kendi çocukları büyüyünce Kadir in öz kardeşleri olmadığını öğrenecek ve onu belki de yanlarında istemeyeceklerdi. Köylerden de artık sürekli şehirlere doğru bir akın başlamıştı. Köyde geçimini sağlayamayan köylüler yeni iş imkanları umudu ile şehirlere göç ediyorlar. O da bu toprakların bu kadar çocuğu ilerde doyuracağını sanmıyordu. Bu nedenle Aylaz Çoban’ın fikirlerini mantıklı bulmakla birlikte bilgi almak üzere köyün öğretmenine gittiler.

Öğretmen , İsmail Ağa ile Aylaz Çobanı iyi tanıyordu. İsmail Ağa zenginliği ile Aylaz Çoban da olağanüstü çobanlığı ile çevrede ün salmış kişilerdi..

Sohbeti İsmail Ağa başlattı ve Kadir in okul durumu ile ilgili bilgi almağa geldiğini açıkladı öğretmene.

Öğretmen beklenmedik bu saygın konukları karşısında yine öğretmen kişiliğini göstererek konuşmak üzere onları okula davet etti. Bulundukları yerle okul arasında çok az bir mesafe olduğu için yürüyerek okula kadar gittiler.

Köyde misafir kabul edecek başka bir ortam olmadığı için en iyi yer yine okuldu. Konuklarını evine de götürebilirdi ama ev ortamı okul ortamı kadar rahat olamazdı. Tek sıkıntısı konuklarına bir ikramda bulunamayışı idi.

Öğretmen odasında oturduklarında ilk sözü İsmail Ağa başlattı.

Sayın hocam sık sık görüşmesek de çocuklarım ve tüm köy halkı nedeniyle sizi çok iyi tanıyorum. Çocuklarımıza ve köy halkına çok büyük hizmetleriniz oldu. Çocuklarım sizi taparcasına seviyorlar. Kocaman beş yılı sizin emeklerinizle bitirdiler. Şu an Celal ile Mustafa’yı şehir merkezinde ortaokulda okutuyorum. Ortaokuldan sonra yeteneklerine bakarak hangi okullarda okumaları gerektiğine o zaman karar vereceğim.”

Şimdi ortaokula kaydolmayan bir çocuğumuz daha var. O da Kadir. Kadir de sizin öğrenciniz. Ben artık yaşlanıyoruz diyerek

53

Kadir’i yanımızda bırakmak istemiştim. Ama Aylaz Çoban’ımız benim fikrimi değiştirdi. Siz ona bir okuldan bahsetmişsiniz o konuda bilgi almak için geldik.”

Öğretmen, “ Kadir beş yıldan beri benim öğrencim. Diğer çocuklarınızı da ben okuttum. Hepsi de başarılı çocuklar. Gelecekte de başarılı olacaklarına inanıyorum. Bir çocuk yedisinde neyse yetmişinde de odur. Okumazlar diye bir endişeniz olmasın. Mustafa ile Celal in ortaokula kaydolduğunu duyunca sevindim. Kadir için düşüncelerinizi bilmiyorum ama ben Aylaz Amcaya daha önce de bir nebze olsun bir açıklamada bulunmuştum. Bel ki o da size benim düşüncelerimi nakletmiştir.”

Köy çocuklarının okuması için yıllar önce açılmış bulunan Köy Enstitüsü dedikleri okullar var. Bu okullar yalnız köy çocuklarını alır ve altı yıllık bir öğrenimde sonra öğretmen yaparak köy okullarına öğretmen olarak gönderirler. Ben de bir köylü çocuğu olarak o okulda okudum ve şimdi köyünüzün öğretmeniyim.”

Kadir’i orta okula göndermeyecekseniz bu okulları tavsiye ederim. Okulun ailenize getirecek maddi bir yükü de yok. Okullar yatılı olup tüm giderleri devlet tarafından karşılanmakta. Ara sıra ona küçük bir harçlıklar verebilirsiniz. Vermeseniz de okul onun her türlü ihtiyaçlarını karşılıyor.”

Bu okullara alınacak öğrencileri önce bir sınava tabi tutuyorlar. Kadir’ in sınavı kazanacağından kesin eminim. Bu sınavlar ilçe merkezlerinde yapılıyor. Bu konuda kararlıysanız şimdiden hazırlıklarına başlayalım. Ben gerekli evrakları hazırlar ve müracaatını yaparım. Sınav günü sabah erken ilçe merkezinde olmak gerekiyor. Sınava girecek çocuk sayısı konusunda bir bilgim yok. Onu şehre gittiğim zaman ilköğretim Müdüründen öğrenebilirim. Okul konusunda en küçük bir tereddüttünüz olmasın. Sınav gününü öğrendikten sonra sizlere ayrıca bilgi vereceğim.”

Öğretmenin açıklamalarını dinledikten sonra anlatılanlar İsmail Ağa’nın aklına yattı.

Çocukta okuma yeteneği varsa varsın okusun. Gelecekte onun neler yaşayacağını da tahmin edemiyorum. Bu sahipsiz bir

54

çocuk bakarsınız ilerde ailesi bulunur ve çocuklarına sahip çıkarlar. Sayın hocam bu konuda bizlere yardımcı olursanız çok mutlu oluruz” diyerek öğretmenin elini sıkıp ayrıldılar.

Bu gelişmelerden ve ağanın gösterdiği anlayıştan dolayı Aylaz Çoban çok mutlu olmuştu. Bu müjdeyi kısa süre içinde Kadir e iletmek istiyordu.

Akşam ailenin bir arada olduğu bir saatte İsmail Babası Kadir in okul durumu ile ilgili aileye kısa bir açıklama yaptı. Küçükler işin bilincinde olmadığı için bir yorum yapamadılar. Sadece küçük Celal “Ben de Kadir”in okuluna gitmek ve öğretmen olmak istiyorum” diye bir itirazda bulunduysa da bu itiraz pek kabul görmedi . Kadir de anlatılanları anladığı kadar dinledi ama başka bir yorum yapamadı.

Ayşe hanım bu haberden pek mutlu olmamış gibiydi. O kadirin yanlarında kalıp kendilerine yardım etmesini istiyordu. Artık verilmiş bir karar olduğu için görüşünü de açıklamaksızın “inşallah iyi olur” diyerek temennisini açıkladı.

Bu konuda en mutlu insan Aylaz Babaydı. Kadir in sınavı kazanacağından ve okula kaydolacağından emindi. İçinde gizli bir duygu sanki Kadir ilerde öğretmen olursa yaşlılığında kendisine sahip çıkacağını hissediyordu. Artık elindeki imkanları Kadir’in okuması için kullanacaktı. Ağanın da gerektiği zaman Kadir’e yardım edeceğinden emindi.

Bu duygular içinde ağıldaki odasına çekilip bir süre dinlendikten sonra tam uykuya geçeceği sırada yine Kadir’i düşündü. Kendisi sayesinde kayıp bir çocuğun ilerde de olsa öğretmen olması ona şimdiden gurur veriyordu. Kendisi bulmasaydı belki Kadir şimdi hayatta olmayacaktı. Ya açlıktan ölür ya da kurda kuşa yem olurdu. Bunları düşünürken derin bir uykuya dalıp uzun süredir özlemini duyduğu deliksiz bir uyku uyudu. Gözünü açtığı zaman güneş yeni doğmuştu. Hazırlanıp çıkmasına kadar kuzuları emzirme zamanı gelmişti. Kısa sürede o işi tamamlayıp yine koyunları ve köpekleri ile yüzlerce kere gittiği kırlara doğru yürümeğe başladı.

55

Bugünkü yolculuğu önceki yolculuklarına benzemiyordu. İçinde büyük bir iş başarmanın mutluğu ve hazzı vardı. Sanki yine karşısına yeni bir kadir çıkacakmış gibi gözleri sürekli kırları ve dağ yamaçlarını tarayıp duruyordu. Artık Kadir yok şimdi onun yerini yeni doğan kuzular almağa başlamıştı.

Bugün Aylaz Çoban kırlarda Kadirsiz ve yalnızdı. Olsun!.. Koyunları ve köpekleri de onun için birer arkadaş birer insan gibiydi. Aylaz Çoban dağlara,kırlara, çiçeklere ve hayvanlara sevdalı bir dağ adamı. Ömrü boyunca insanlarla çok az zaman beraber olduğu için onlarla birlikte olmak pek aklına gelmiyor. Kendisi yanında çalıştığı İsmail Ağa dan daha mutlu ve daha sağlıklı. Kendisine göre ağa olmak da kolay değil. Bir sürü çalışanı ve onların sorunları ayrı ayrı birer problem. Aylaz Çoban’ın muhatap olduğu tek kişi İsmail Ağa. İsmail Ağa Aylaz Çoban’ın çalışmalarından memnun olduğu için onu kıracak hiçbir davranışta bulunmuyor ve onu ailenin bir bireyi gibi görüyor.

Günler böyle monoton bir şekilde geçerken bugün Kadir in öğretmeninden bir haber geldi. Kadir in köy Enstitüsüne giriş için gerekli işlemler yapılmış olup yirmi haziranda sınava gitmesi gerekiyor. Sınav tarihine kadar on beş günlük süre var. Bu süre içinde Kadir’i sınavlara hazırlayacak birisi olsa iyi olurdu. Bunun için öğretmenine ricada bulundu o da kabul etti. Sınav tarihine kadar öğretmen kadir’i her gün iki saat kadar ders çalıştıracak, Aylaz Baba da ona bir koyun ikram edecekti.

Kadir günlük çalışmalarının dışında kalan zamanlarında öğretmenine gidiyor ve birlikte ders çalışıyorlar. Bu çalışma programı aksaksız sınav gününe kadar devam etti. Sınava hazırlanmak yıl içindeki çalışmalara benzemiyor. Kadir biraz yorulsa da öğretmeni sürekli ona moral verince yorulduğunu unutuyordu. Bu yorucu çalışmanın sonunda büyük bir ödül vardı onun için. Yatılı bir okul kazanacak ve sonunda bir öğretmen olacaktı. Bundan daha büyük ödül olabilir miydi? Öğretmeni ona sürekli moral verse de böyle bir sınava ilk kez gireceği için korkuyor ve geceleri uyuyamıyordu. Köyde Kadirle birlikte sınava gidecek üç

56

kişi daha vardı. Öğretmen onları da alarak bir gün öncesinden şehre götürdü.

Öğretmen sınavda görevli olmadığı için onlara yardım edecek durumda değildi. Sınav komisyonunda bulunacakları da tanımıyordu. Artık her şey çocukların şahsi başarılarına bağlı kalıyordu.

Sınav bir okulun salonunda yapıldı. Diğer köylerden gelen öğrencilerle birlikte toplam öğrenci sayısı on beşti. Öğretmen diğer çocukları tanımadığı için Kadir’in şanslı olup olmayacağı konusunda bir tahminde bulunamıyordu. Kadir, hatırladığı sorularla bunlara verdiği cevapları öğretmenine açıkladığında öğretmenin Kadir’in kazanacağına ilişkin güveni arttı. Kadir diğer iki çocuğa göre daha şanslı görünüyordu.

Sınav sonrası çocuklarla bir süre şehrin belirli yerlerini ve özellikle de çarşısını gezdiler. Çocuklar da şehri ilk kez gördükleri için ilgilerini çok çekmişti. Şehrin köylerine benzeyen hiçbir yanı yok gibiydi. Çarşının birbirini kesen parke kaplı yolları köylerinin tozlu yollarına hiç benzemiyor, rengarenk vitrinlerden gözlerini ayıramıyorlardı. Şehir hayatı ile köy hayatının birbirine benzer hiçbir yönlerini göremediler. Alış veriş yapmayı da bilemedikleri için babalarının verdiği küçük harçlıkları bile harcamak onlara zor geliyordu. Sonunda öğretmenlerinin yardımı ile bazı dükkanlara girerek çikolata ve şeker alabilmeyi başardılar. Çikolata ile de yeni tanışıyorlardı. Kağıtlı şekerleri bayram ziyaretleri nedeniyle tanıdıkları için daha çok onlardan aldılar. Güzel ayakkabılar, güzel gömlek ve kazaklar ilgilerini çekti ama onları alacak kadar paraları olmadığı için sadece bakmakla yetindiler. Köydeki arkadaşlarına ve küçük kardeşlerine hediye olarak kağıtlı şekerden başka bir şeyler alamadılar.

Şehirden ayrılmadan önce öğretmen de onlarla birer porsiyon kebapla birer porsiyon helva ikram etti. Uzun bir yola çıkacakları için yolda acıkabilirlerdi. Gerçi bir miktar da kumanya almışlardı ama bu kebap öğretmenlerinin öğrencilerine bir ikramı oldu.

 

57

Geceye kalmamak için artık yola çıkmaları gerekiyordu. Geceyi geçirdikleri hana giderek atlarını ve eşeklerini alarak yollara düştüler. Beş saat kadar süren yorucu bir yolculuktan sonra köylerine ulaşmışlardı. Kadir şimdi İsmail Ağa’nın çocukları ile birlikte akşam yemeğinde. Herkes sınavla ilgili Kadir e sorular soruyor o da bildiği ve anladığı kadarı ile onlara cevaplar veriyordu. Şehri ve gördüklerini uzun uzun anlattı. Mustafa bir yıldan beri ortaokulda okuduğu için şehri biliyordu. Onun Kadir’e yönelik bir sorusu olmadı hatta bazı yerlerde şehirle ilgili olarak kendisi de Kadirle birlikte açıklamada bulundu.

Artık herkes Kadir’i bir misafir gibi görmeğe başlamıştı. Kadir’in ilkokuldaki durumunu bildikleri için tüm aile onun başarılı olacağına inanıyordu. Kadir’in gitmesinden memnun olanlar da vardı üzülenler de. Kadir geçen bu uzun sürede ailenin bir ferdi gibi olmuştu. Ama bir yabancı idi. Günün birinde bunları mutlaka öğrenecekti. Böyle olunca da daha küçükken ayrılıp kendisine göre bir yol çizmesi hepsine daha mantıklı geliyordu.

Kadir’in sınavı kazanması durumunda en geç ağustos ayı başlarında okulda bulunması gerekiyor. Bu okullar diğer okullar gibi değil. Genel tatil aylarında da öğrenciler okulda kalıp bazı faaliyetlere katılabiliyorlar. Özellikle okula yeni kaydedilecek olan öğrenciler intibakta zorlanmasın düşüncesi ile dersler başlamadan bir ay öncesinde okulda olmaları gerekiyor.

Artık köyde de işlerin çoğaldığı bir zaman. Ekinler biçilmeğe ve harman olmağa başladı. Bu hızlı çalışma dönemi eylül ayının sonuna kadar devam eder. Bu süre içinde ailede herkes çalışmak zorunda. Küçüklere göre de küçük işler olabiliyor.

Yaz mevsiminde Kadir’e ilk verilen görev düven sürmek. Tarlalardan biçilerek getirilen ekinler harman denilen bir alanda toplanmakta sonra da bunlar düven tabir edilen bir araçla ezilerek taneleri ekin saplarından ayrılmasını sağlayan bir çeşit ayıklama işlemi.

Günümüzde biçerdöver ve patos dediğimiz zirai aletlerin yaptığı iş o zaman düven denilen basit bir araçla yapılıyordu. Düven

58

altında çakmak taşından yapılmış dişleri olan büyükçe bir tahta parçasıdır. Bu tahta parçası yerde serili olan ekin saplarının üzerinde gezdirildikçe çakmaktaşı dişler ekinleri parçalayarak tanelerin saplardan ayrılmasını sağlıyor. Düven bir motorlu araçla çekilebileceği gibi hayvanlar vasıtası ile de çekilebilir. O yıllarda motorlu araç olmadığı için bu işlemde at ve öküzler kullanılıyordu.

İlk anda bu görev Kadir’e cazip gelmişti. Yerde sürüklenen bir aracın üzerinde durmak sıkıcı bir görev değildi. Bir bakıma kar üzerinde atlarla çekilen kızaklara benziyor. Bu görev bir oyun gibi gelmişti Kadir’e . Zaman geçtikçe sıkılmağa başladı. Sürekli aynı yerde dönmek hem başını döndürüyor hem de uykusunu getiriyordu. Diğer kardeşleri bu konuda Kadir i yalnız bırakmışlardı. Bu görev Kadir’in sınav sonuçlarının belli olmasına kadar sürecek. Sınavları kazanamaması durumunda ise bu görev ekim ayı sonuna kadar devam edebilir.

Kadir sınav sonuçlarını beklerken bu arada ilginç bir gelişme oldu. Yine bir kayıp çocuk olayı ve yine tanımadık bir konuk. Bu kez konuk yakın bir çevreden değil çok uzaklardan geliyor. Yaya olarak geldiği için yorgun ve bitkin bir hali var. Kılık kıyafetine bakılırsa fakir bir köylüye benziyor. Yöre köylüleri gibi ayağında bir lastik ayakkabı,bacağında yün bir pantolon ve üzerinde ince bir gömlek var. Otuz - otuz beş yaşlarında esmer,uzunca boylu, saçı sakalı birbirine karışmış,efendi görünümlü birisi.

İsmail Ağaya karşı son derece saygılı davranıyor ve İsmail Ağa’nın “Oturun” demesine rağmen hep ayakta konuşuyor.

İsmail Ağa konuğuna ziyaretinin sebebini sorduğunda konuk ;

Ağam ben Kangal’ın Mancınık ismi ile anılan bir köyünden geliyorum. O köylüyüm ve Ermeni asıllıyım. Belki bilirisiniz sözünü ettiğim o köyün nüfusunun büyük bir kısmı Ermeni’lerden oluşuyor. Cumhuriyetten önce kurulmuş eski bir köy. Sizin buraları tanımam. Köy köy gezerek ve sorarak köyünüzü ve sizleri buldum. adım Karekin dir.

Köyümde sizin bu çevrelerde kayıp bir çocuğun bulunduğunu ve halen bu çocuğun yanınızda olduğunu duydum. Benim de yedi

59

sekiz yıl önce bir oğlan çocuğum kayboldu. Kaybolduğu tarihlerde beş yaşlarındaydı.

Köyümüzde bir aile ile aramızda husumet vardı. Bu ailenin çocuğumuzu kaçırarak birilerine sattığını yada öldürdüğünü düşünüyorduk. Aradan yedi sekiz yıl geçmesine karşın çocuğumuzdan bir haber çıkmadı. Acısını unutmak üzere iken köyünüzde bir kayıp çocuğun bulunduğunu duyduk. Ziyaretimin nedeni halen yanınızda olduğunu bildiğim bu buluntu çocuğu görmek.

İsmail Ağa misafire, “Çocuğunuzu biraz bize tanıtın bakalım. Aradan çok uzun zaman geçmiş. Ama yine de bazı özelliklerini hatırlayabilirsiniz. Çok çocukta çocukluktan kalma bir takım izler bulunabilir. Vücut üzerindeki izlerden bazıları zaman içinde yok olur bazıları ise ömür boyu silinmez. Derideki yanık izleri, aşı izleri ve doğuştan var olan benler silinmeyen izlerdir. Çocuğunuzla ilgili böyle bir şeyler hatırlayabiliyor musunuz ?”

Ağam aradan çok zaman geçtiği için hiçbir işaret hatırlayamıyorum. Belki eşim hatırlar. Uzun bir yolculuğu düşünerek eşimi getiremedim. Çocuğu görsem belki bazı şeyler hatırlayabilirim. Sadece saçlarının hafif sarı olduğunu hatırlıyorum. Sima olarak da benden çok annesine benziyordu. ”

İsmail Ağa çocukları yanlarına çağırdı. Çocukların üçü birden misafirin karşısında ne için çağırıldıklarını merak ederek beklemeğe başladılar.

Misafir Kadir’i işaret ederek “Şu sarışın olan benim oğluma benziyor. Aradan yedi sekiz yıl kadar bir zaman geçtiği için çocukta bir takım değişmeler olmuş. En belirgin özelliği sarışın olması. Başka bir özelliğini hatırlayamıyorum. Bu sarışın çocuğun benim çocuğum olduğuna yüzde seksen eminim.Ben göremiyorum ama sizler belki bana benzeyen yönlerini görebilirsiniz. Dikkat ederseniz kaşları benim kaşlarım gibi kalın ve gür. Gözleri annesinin gözlerini andırıyor. Buraya oğlumu bulacağım hayalleri ile geldim. Şu an hayalimin gerçekleştiğini hissediyorum. Gördüğüm bu çocuk benden başkasının çocuğu olamaz. Sizi fazla yormak istemiyorum. İzniniz

60

olursa bugün misafiriniz olup yarın da oğlumu alıp dönmek aklımdan geçiyor. Bugün de gidebilirim ama vakit geçtiği için gece yolculuğuna oğlum dayanamaz.”

Karekin Efendi verdiğiniz bilgileri yeterli görmedim. Sarışın çocuk her yerde var. Her sarışın çocuk benim dersen yüzlerce çocuk senin olur. Bu çocuğun senin çocuğun olduğunu kesin kanıtlamadıkça bunu sana veremem. Çocuğu tanımadığım bir aileye verirsem de günah işlemiş olurum. Beni böyle bir günah işlemeye zorlama”

Ağam beni bir daha buralara yormayın. Yakın olsaydı eşimi de getirirdim. O belki benim bilmediğim başka özelliklerini de bilir. Ben eminim bu çocuk bizim çocuğumuz. Çok uzaklardan geldim beni boş göndermeyin. Sizin böyle buluntu bir çocuğa ihtiyacınız yok. Allah size yeteri kadar evlat vermiş.”

Karekin Efendi senin köyün buralara çok uzak. Küçük bir çocuk sizden koparılmak için ta bizim yaylalara kadar getirilmiş olamaz. Sizin yörenizde de yaylalar ve dağlar var. Aranızda husumet olan o kimse isterse bu çocuğu o dağlara da bırakabilirdi. O yakın yaylaları bırakıp ta buralara getirmesi bana biraz ters geliyor. Neden o bölgeleri bırakıp ta buralara kadar gelsin. Bunun mantıklı bir açıklaması olmalı. Size husumeti olan bir kişi çocuğunuzu kaçırarak sizden intikam almış olamaz. “

Ağam ben onların niyetini ne için ta biralara kadar çocuğumu getirmelerinin nedenini bilecek durumda değilim. Kötülük yapmak isteyen her yolu deneyebilir. Yerimizin sizin bu yaylalara uzaklığı sekiz on saatten fazla olamaz. Kötü niyetli birisi için bu mesafe uzun bir mesafe değil. Çocuğumu öldürmeğe kıyamadıkları için bizlere böyle bir ceza vermek istemiş olabilirler.”

Çocuğunuzun kaybolduğuna ilişkin o tarihlerde emniyete, jandarmaya bir bildiriminiz oldu mu ?”

Ağam biz cahil bir köylüyüz. Öyle şeyleri o tarihlerde ne bilirdim ne de yapacak gücüm vardı. Biz onu bir kader olarak kabul edip bugüne kadar sustuk. Yaylalarınızda böyle kayıp bir çocuk bulunduğunu ben kendi çabamla öğrenmedim, komşularımdan

61

duyarak buraya geldim. Bu çocuğun benim çocu4ğum olduğuna eminim. Yapılması gereken bir şeyler varsa yapmağa da hazırım.”

En azından buraya gelirken çocuğunuzun nüfus kaydını getirebilirdiniz. Bundan başka bir çocuğunuz olup olmadığını da bilmiyoruz. Sizin üzerinizde sizi tanıtan bir kimlik kartınız bile yok. Ben sizin Karekin olduğunuzu nereden bileyim. Bunlar çocuğa sahip olmanız için yeterli bilgiler değil. Kaybolduğunda çocuğunuz dört beş yaşlarında diyorsunuz. Bu yaştaki bir çocuk annesinin babasının adını ve kendi adına söyleyebilirdi. Kaybolduğunda çocuğunuzun adı neydi?”

Çocuğumun o yaşlarda adını söyleyecek durumda olup olmadığını hatırlayamıyorum. Adı Barkef ti. O yıllarda çocukları nüfusa kayıt yaptıran köy muhtarı idi. Öyle bir kayıt yaptırıp yaptırmadığını da bilemiyorum. Bunu köyümüzdeki muhtarlık kayıtlarından öğrenmek mümkündür sanırım.”

Size yalvarıyorum,çocuğumu verin ben erken den köyüme yada tanıdığım komşu köylere ulaştırayım.”

Karekin Efendi anlattıklarınla beni ikna edemedin. Biz bu çocuğu bulduğumuzda Ermenice hiçbir kelime bize konuşmadı. Adını sorduğumuz da adının Kadir olduğunu söylemişti. Üstelik çocuğun fizik olarak size benzer hiçbir tarafı yok. Bir çocuk az ya da çok ebeveynine benzer. Bu bilgiler sizin anlattıklarınızla uyuşmuyor. O nedenle çocuğu sana veremeyeceğim. Devlet makamlarının bir kararı olmadan bu çocuk bizim çocuğumuz olarak kalacak. Fazla ısrar etmene de gerek yok.”

Karekin Efendi son bir kez daha “Biz Ermeni’yiz ama Ermenice konuşmayız. Yıllardan beri bu ülkenin bir vatandaşı olarak yaşadığımız için kendi dilimizi ve kültürümüzü unutmuş durumdayız. Çocuğum değil ben bile Ermenice konuşmasını bilemem. Siz bulduğunuzda oğlum

 

62

dert yada beş yaşlarında olması gerekir. O yaştaki bir çocuktan sorulara mantıklı bir cevap almanız beklenemez.”

Oğlumun bana benzemediği görüşünüze katılıyorum. Oğlum daha çok annesine benziyor. Siz annesini görmediğiniz için bu benzerliği de göremezsiniz. Annesi de oğlum gibi sarışın. Uzun bir yolculuk söz konusu olduğu için annesini getiremedim. İçimde gizli bir duygu o çocuğun oğlum olduğunu söylüyor. Daha görür görmez onu benliğimden bir parçam gibi hissettim. Ağam elini ayağını öpeyim. Çocuğumu ver büyük bir sevap işlersin. Yapmam gereken bir şeyler varsa söyleyin onları da yapayım. Dilerseniz çiftliğinizde bir ömür size hizmet bile ederim. Yeter ki oğlumun yanında olup sürekli onu görebileyim. Bedel ödemenin dışında oğlumu almak için her türlü fedakarlığa hazırım. Sadece onu sizlerden alabilmem için bedel ödeyecek bir durumum yok. Ben fakir bir kimseyim. Köyümde çiftçilik yaparak geçimimi sağlayabiliyorum. Barkef ten sonra başka bir çocuğumuz da olmadı. O ilk doğumundan sonra annesi ciddi bazı rahatsızlıklar geçirdiği için çocuk yapma özelliklerini kaybetti. Ben buraya büyük umutlarla geldim beni boş göndermeyin” Demesine rağmen İsmail Ağa’yı pek ikna edemedi. İsmail Ağa Kadir’i vermemekte kararlıydı.

 

İsmail Ağa her ne kadar gelen konuğuna olumsuz yanıtlar vermiş olsa da içinde Kadir’in gelen o kişiye ait olabileceğine ilişkin az da olsa içinde kuşkular oluşmuştu.

Konuğun ısrarlı tavırları onun baba olması ihtimallerini biraz güçlendiriyordu. Ama boşlukta kalan daha bir sürü sorular vardı. Gelen konuğun elinde çocuğun nüfus kayıtları

63

ile ilgili bilgiler yok. Anneyi görme imkanı olmadığı için çocuğun anneye benzeyip benzemediği konusu da meçhul. Gelen konuğun gelmeden önce çocuğun fiziksel özelliklerini bir başkasından öğrenmiş olma ihtimali de var. Gelen konuğun bu kadar ısrarcı olmasının ve acındırma duygusu yaratmasının başka nedenleri de olabilir. Çocukları olmayan bir aile ise bu yolla bir çocuk sahibi olma ihtimali de uzak bir ihtimal değil. Özelikle başka çocuklarının olmaması bu ihtimali daha da güçlendirmektedir.

İsmail Ağa bu ihtimalleri düşünerek Kadir’i konuğuna teslim etmek istemedi. Hem artık Kadir’e o kadar alışmışlardı ki onu bir evlatları olarak görüyorlardı. Bu durumda ki bir çocuğu başkalarına veremezlerdi. Gerçekten bu çocuk onun çocuğu ise bunun için yargı yoluna yada başka idari yollara başvurabilir. Ailenin bir ferdi gibi büyütülen sahipsiz bir çocuk başkalarına teslim edilemez. Bu konuda İsmail Ağa son derece kararlıydı.

Karekin Efendi İsmail Ağanın bu kesin tavrı karşısında yapacağı başka bir yol kalmadığından üzgün bir şekilde yollara düşüp geldiği tarafa doğru yürüyüp gözlerden kayboldu.

Kadir ve çocuklar bu olanlardan ve konuşulanlardan habersizdi. Gelen konuğun hangi amaçla geldiği konusunda kendilerine bir bilgi verilmemişti. Doğru olan da buydu. Kadir ve diğer çocuklar artık büyümüş ve bazı şeyleri anlayacak duruma gelmişlerdi. Konuğun hangi amaçla geldiğini Kadir’in ya da diğer çocukların öğrenmeleri onları kuşkulandırıp psikolojik yapılarını etkileyebilirdi. İsmail Ağa ve Ayşe anne bu ihtimalleri düşünerek çocuklara bir açıklamada bulunmadılar.

64

Aile sorunun bu şekilde bitmesinden mutlu bir şekilde Kadir’in sınav sonuçları ile ilgili haberleri beklerken konuğun gitmesinden iki gün sonra İsmail Ağalara iki jandarma geldi. Jandarmalar köye yakın olan Konakpınar Jandarma karakolundan gelmişlerdi.

Kapalı zarf içinde getirdikleri evrakı İsmail Ağa’ya verdiler.

Gelen yazıda aynen şunlar yazıyordu.

Sayın İsmail Kalenderoğlu

Çöplü köyü.

Karakolumuza yapılan bir ihbarda köyünüz merasında yedi sekiz yıl önce küçük bir çocuk bulunduğu, bu çocuğun halen yanınızda olduğu, ailesi bulunmasına ve çocuğu sizlerden almak istemesine rağmen çocuğu ailesine teslim etmek istemediğiniz iddiası ile hakkınızda şikayette bulunulmuştur.

En kısa sürede çocukla birlikte karakolumuza gelmeniz önemle rica olunur. Karakol komutanı.

İsmail Ağa bu şikayetin iki gün önce köye gelen Karekin isimli şahısla ilgili olduğunu tahmin etti. Bugüne kadar bu şahsın dışında bulunan çocuk konusunda kimse ile bir sorun yaşamamışlardı.

İsmail Ağa uzaktan gelen jandarmaların aç olduğunu düşünerek önce onlara bir yemek ikramında bulundu ve sonra da jandarmalarla birlikte Kadir’i de alarak karakola gitmek üzere yola çıktılar. Jandarmalar yaya olarak,İsmail Ağa ve Kadir ise at sırtında olmak üzere üç saat süren bir yolculuktan sonra karakola ulaştılar.

 

 

65

Karakola gittiklerinde iki gün önce köye gelmiş olan Karekin isimli şahıs da karakolda bekliyordu. İsmail Ağa ve Kadir’i görünce yapmış olduğu şikayetten dolayı mahcup

olmuş olacak ki İsmail Ağa’ya “hoş geldiniz!” bile diyemedi.

İsmail Ağa Kadir’in bulunuş hikayesini başlangıcından bugüne kadar olduğu gibi karakol komutanına anlattı. Sonra da komutana:

Sayın komutan çocuk da burada baba olduğunu iddia eden kişi de burada dairenizde bulunuyorlar. Bu çocuğun bu babaya benzer bir yeri var mı? Ben en küçük bir benzerlik göremedim. Sonra bu çocukla ilgili elinde ne bir nüfus kaydı ne de başka herhangi bir belge yok. Bu şahıstan önce de gelip çocuğa sahip çıkmak isteyen başka aileler de oldu. Hiç kimse bizi ikna edemediği için çocuğu kimselere vermedik. Elinde hiç inandırıcı bir belgesi olmayan birisine ben bu küçük çocuğu nasıl teslim edebilirim? Teslim etmek istesem bile buna vicdanım izin vermez. Bu çocuk artık benim öz evladım gibi. Onu okutuyorum ve ona iyi bir gelecek hazırlamağa çalışıyorum. Mağdur ve bakımsız durumda olan bir çocuk değil. Bu çocukla kendi öz çocuklarım arasından en küçük bir ayrım gözetmiyorum. Beni şikayet eden bu şahıs sizi de beni de bu çocuğun babası olduğuna inandırır ve resmi belgelerle kanıtlarsa ben çocuğu vermeğe hazırım.

İsmail ağa konuşurken Kareken Beyefendi konuşmalara hiç katılmadı, sadece dinledi. Bu sohbetler olurken Kadir öbür odada jandarmalarla sohbet ediyordu.

Komutan İsmail Ağa’yı dinledikten sonra Karekin Beyefendiye İsmail Ağanın dediklerini ve a9nlattıklarını duydun. Anlatılanlar bana da mantıklı geldi.

66

Bu çocuğun sana ait olduğunu kanıtlayabilmen için öncelikle nüfus idaresinden vukuatlı nüfus kayıt örneği, çocuğunuzun kayıp olduğu tarihlerde herhangi bir resmi kuruluşa müracaatınız olmuşsa o müracaatla ilgili belgeleri, çocuğun annesini, hatta getirebilirsen köy muhtarını da alır karakolumuza getirirsin. Bu işler için sana bir haftalık süre tanıyorum. İstenen hususları yerine getirmediğin taktirde çocuk İsmail Ağa’nın yanında kalacak.

Bu buluşmadan sonra İsmail Ağa atına binip Kadir’i de terkisine alarak köyüne gitmek üzere karakoldan ayrıldılar. Dönüşte yanında yaya yürümekte olan jandarmalar olmadığı için atı daha hızlı sürerek iki saat sonra köyüne ulaşabildi. Evde herkes sonucu merakla bekliyorlardı. Kadir’i İsmail Ağanın terkisinde görünce tüm aile sevindi ve yine Kadir’lerine kavuşmuş oldular. Ama macera daha bitmemişti. Bir hafta sonra İsmail Ağa yine Kadir i alarak Konakpınar Jandarma Karakoluna gitti. Karakol komutanı bürosunda İsmail Ağa ile Kadir’in kendi çocuğu olduğunu iddia eden Karekin isimli kişiyi bekliyordu.

İsmail Komutanın odasında hem komutanla sohbet ediyor hem de Karekin i bekliyorlardı. İki saati aşkın bir süre beklemelerine rağmen bir gelen olmadı. Herhalde Karakin Beyefendi çocukla ilgili belgeleri temin edemediği için gelmemiş olabilirdi.

Komutanın ricası üzerine İsmail Ağa bir saat kadar daha bekledi. Akşam olması da yaklaşmıştı. Karanlığa kalmamak için Karakol komutanından ricada bulundu ve Kadir’i yine terkisine alarak köyüne döndü.

Köye dönmüş olmasına rağmen İsmail Ağa’nın içindeki kuşku yok olmamıştı.. Karekin isimli şahsın mazereti

67

nedeniyle karakola daha sonraki günlerde de gelebileceğini ve tekrar karakola çağrılacağını düşünüyordu. Aradan bir haftaya yakın süre içinde bir gelen ve karakoldan bir arayan olmadığını görünce bu hikayenin de bitmiş olduğunu düşünerek rahatladı.

Şimdi tüm beklentiler Köy Enstitüsü sınav sonuçları. Kadir bu sınavı kazanması durumunda hayatında yepyeni bir pencere açılacak. Aksi halde geleceği biraz karanlık görünüyor. Geriye kalan tek şansı İsmail Ağa’ya çoban olmak.

Temmuz ayı sonlarına doğru beklenen güzel haber Kadir’in öğretmeninden geldi. Kadirle birlikte köydeki okul arkadaşlarından bir kişi daha sınavı kazanmışlardı. Kazanan öğrencilerin en geç temmuz ayının sonunda okulda olmaları gerekiyor. Habere ailede herkes sevinmişti. En çok sevinen de Aylaz Baba’sıydı. Kadir sınavı kazanmış olmasından dolayı çok da sevinçli değildi. Alıştığı bu aile ortamından ayrılarak bilmediği yerlere gitmek ona pek cazip gelmiyordu. Kardeşleri ile birlikte okusaydı daha iyi olurdu. Nedense İsmail Babası birlikte okumalarını istemedi. Şimdi onlardan ayrılırsa onları çok özleyecekti. Kardeşleri de aslında bu habere pek sevinemediler. Birlikte okusalardı birbirlerine de yardımcı olurlardı. Kardeşlerden en çok üzülen de Celal oldu. Onlar aynı okulda ve aynı sınıfta sınıf arkadaşıydılar. Beş yıl aynı sınıfta birlikte okuduğu en sevdiği kardeşi kendisinden ayrılıyordu. O da kendisi gibi küçük bir çocuktu. Ayşe Annesi yanında olmadığı zaman Kadir kendisine bakamaz ve aç kalırdı. Çocukların böyle konularda pek söz hakkı olmadığı için herkes susmayı tercih etti ve kimse de Kadir ortaokulda okusun demediler. Bundan

68

sonrası için de artık Kadir’i okula göndermelerinden başka bir çözüm kalmamıştı. Kadir için de en iyi yol da buydu.

Bir hafta sonra Kadir’in okulda olması gerekiyor. Yatılı bir okula gideceği için yapacağı bir hazırlık da yoktu. Okul öğrencilerin her türlü giyeceğini ve yiyeceğini veriyor. Bu durumda küçük bir çanta ve kendisini okula götürecek küçük bir harçlık yeterliydi. Bir de onu okula kadar götürecek veliye ihtiyacı vardı. Bu işi Aylaz Çoban dan başka yapacak bir kimse bulunmadığı için görev ona verilmişti.

Bir hafta sonra Aylaz Babası ile Kadir Sivas Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsüne gitmek üzere evdekilere veda ederek yollara düştüler. Aileden ayrılış da biraz hüzünlü oldu. O ana kadar kimse bu işi ciddiye almadığı için üzüntü de duymuyorlardı. Kadir büyüklerin ellerini öpüp kardeşlerine sarılırken gözyaşlarına hakim olamadı. Ayrılıklar her zaman hüzünlü oluyor. En çok üzülen de ayrılanlar oluyor.

İsmail Babası da Kadir’i kucaklayıp yanaklarından öperek cebine de biraz harçlık koyup at üstünde beklemekte olan Aylaz Babanın terkisine oturttu. Küçük Kadir in kafası karmakarışıktı. Hala gözlerinden yaşlar akıyordu. On iki-on üç yaşlarındaki küçük bir çocuk için zor bir yolculuktu. Aslında bu yaştaki çocukların yeri ailesinin yanı olmalıydı. Kadir meçhule giden bir yolun başlangıcında geride kalanlara el sallayarak Aylaz Babası ile birlikte yollara düştü.

Birinci durakları Gürün şehir merkezi idi. Buraya kadar olan yolları ve şehri biliyorlardı. Getirdikleri atlarını hancıya teslim ederek geceyi şehir merkezindeki evde geçirdiler.

69

Yarın otobüs ya da kamyonlarla Sivas’a oradan Yıldızeli ve Pamukpınar’a gitmeleri gerekiyor. Aylaz Babası Sivas’a kadar olan yollara pek yabancı değildi. Askere giderken de Sivas tan Erzurum’a gitmiş ve askerliğini Erzurum da tamamlamıştı. Gerçi askerlikten bu yana uzun yıllar geçmiş o yollar değişmiş olabilirdi. Yolları az çok bildiği için bir tedirginlik duymuyordu.

O tarihlerde Gürün şehir merkezi ile Sivas arasında düzenli çalışan otobüs ve minibüs seferleri olmadığı için yolculuklar genellikle kamyon kasalarında yapılıyordu. Kadir’lerin yolculuğu da aynen öyle oldu. Açık bir kamyon kasasında üç saatlik bir yolculuktan sonra Sivas’a ulaşabildiler. Sivas tan sonra Yıldızeli ‘ne trenle ya da otobüsle gitmeleri gerekiyor. Aylaz Babası Kadir treni de görsün diyerek tren ile gitmeyi tercih etti. Aylaz Baba da Kadir de hiç tireni görmemiş ve hiç trene binmemişlerdi. Sivas garında beklerken uzaktan trenin geldiğini gördüler. Trenin gelişi oldukça heybetliydi. Bir yandan gökyüzüne uzanan dumanları, bir yandan yanık yanık öten düdük sesleri ilk anda onları korkutmuştu. Tren bildikleri otobüs ve kamyonlara hiç benzemiyordu. Önde her tarafından buharlar fışkıran bir makine arkasında takılı durumda eve benzer çok sayıda vagonu var. Hareket etmesi bile insanlara korku veriyor. Kalkarken çıkardığı o paf puf sesleri ve devamında uzun uzun öten tren düdüğü. Yolcularını uğurlamaya gelenlerin el sallamaları ve hüzünlü bakışları ile yolculuk başlıyor.

Aylaz Babası da Kadir’de ilk kez bindikleri treni güzel ve rahat bulmuşlardı. Trenin içi kamyon ve otobüslerin içine benzemiyordu. Küçük küçük odalarda birbirlerini tanımayan

70

bir sürü insanlar var. Herkes kanepelerde oturarak seyahat ediyor ve her tarafı da son derece temiz durumda. Kompartıman dedikleri odaları bir ev görünümünde. Yolcular hem seyahat ediyor hem de birbirleri ile sohbet edebiliyorlar. İkisi de tren yolculuğunu çok sevdiler.

Kadir kompartımandan çıkarak salon penceresinden uzun uzun yolları seyretti. Yıldızeli’ne kadar da kompartımana girmek istemedi. Pencereden manzara seyretmek ona kompartımanda oturmaktan daha cazip gelmişti.

İki saat süren bir yolculuktan sonra Yıldızeli’ne ulaştılar. Bundan sonra beş km lik bir yolları kalmıştı. O yolu ya yaya olarak gidecekler yada Sivas’tan Tokat’a gitmekte olan kamyon ya da otobüslere bineceklerdi. Yol kenarına durup Tokat tarafına giden tüm vasıtalara el kaldırmağa başladılar. Şanslarından kısa süre sonra bir otobüs geliverdi. Bu yolculukları sadece yarım saat kadar sürecekti.

Şimdi Kadir in bundan sonra altı yıl okuyacağı okulun bulunduğu alandalar. Onlar okul denilence tek bir bina göreceklerini sanıyorlardı. Ama burası şehir gibi büyük bir yer. Çok sayıda bina, binalar arasında yollar, sağında solunda kavak ağaçları ve ekin tarlaları olan bir yerleşim alanı. Kendi köylerinden daha büyük ve daha güzel görünümü olan bir yer. Daha okulu gezmeden ilk görüntüler hoşlarına gitmişti.

Nöbetçi öğrencilerden birisi Kadir ve Aylaz Baba’yı görünce hangi amaçla buraya geldiklerini anladı. Çevrede kendileri gibi yeni gelen bir hayli öğrenci ve veli görünüyordu. Görevli öğrenci Aylaz Babası ile Kadir’i

71

alarak kayıtların yapıldığı kayıt bürosuna götürdü. Kadir’in kayıt işlemleri çok kısa sürdü ve okuyacağı sınıfını da belirlediler. Aylaz Babası da velisi olarak kaydedildi ve onun da imzasını aldıktan sonra işleri bitmiş oldu.

Aylaz Baba bir süre Kadir’le birlikte okulun çevresini ve gezilecek yerlerini gezdiler. Okul tahmin ettiklerinden daha güzel ve daha büyüktü. Küçük modern bir şehre benziyordu. Kadir yollarda ve çevrede kendi yaşında çok sayıda öğrenci görünce morali düzeldi ve sevindi.

Aylaz Baba’yı okulda konuk edecek imkanlar olmadığı için onun bir an önce dönmesi gerekiyordu. Kadir’i okuyacağı dershanenin önüne kadar götürdü. Sonra da Baba oğul birbirine sarılarak uzun uzun ağladılar. Bu veda töreni çevrede seyretmekte olan diğer öğrencileri de duygulandırmıştı. Bu durumu gören Kadir’in sınıf arkadaşları onu alarak sınıflarına götürdüler.

Aylaz Babası herhalde ömrünün en hüzünlü gününü yaşıyordu. Şimdiye dek böyle bir acı yaşamamıştı. Bu annesiz ve babasız küçücük çocuğu bir yetim gibi burada bırakıp gitmek çok acıydı. Kadir bu hayatı yaşayacak kadar henüz büyümemişti. O daha on iki yaşlarından küçük bir çocuktu. Okul yatılı da olsa buradaki görevli kimseler bu çocuklara onların anneleri ve babaları gibi bakamazlar. Aç ve susuz kaldığı ve hastalandığı günler olacaktı. Tek tesellisi bu durumda olan yalnızca Kadir değildi. Onun gibi yüzlerce çocuk aynı durumda. Okul bu yaştaki çocukları bünyesine aldığına göre önlemlerini de almıştır. Aylaz Baba’sının çileli Kadir’i kim bilir daha nice çileli yıllar yaşayacak. Allah sanki onu bu küçük yaşlarda çile çeksin diye yaratmış. Dört beş yaşlarındayken aç susuz günlerce o dağlarda ,yaylalarda

72

ölüme meydana okuyan Kadir şimdide hiç bilmediği ve tanımadığı bir okulun öğrencisi. Herhalde bu güçlükleri de yenecektir. Burası Kadiri’ni bulduğu o dağlara yaylalara benzemiyor. Bu kadar çocuğu eğitmek için burada topladıklarına göre endişe edilecek bir durum olmasa gerek diye düşünüyor.

Aylaz Babası Kadir’inden ayrıldığı için hüzünlüydü ama bir yandan da mutlu idi. Gelecekte onun bir öğretmen olarak döneceğini düşününce içi ve ruhu aydınlanıyor ve daha şimdiden o mutluluğu yaşıyordu.

Aylaz Baba’nın duyguları öyle karmakarışıktı ki iyi duygularla kötü duygular zihninde çarpışıp duruyor. Kadir’den ayrılırken ayrılığın verdiği acı nedeniyle hüzünlüydü. Ama okulu ve buradaki güzel düzeni görmekten dolayı da mutluydu. Artık huzur içinde yine köyüne ve hayvanlarına kavuşmak üzere yollara düşebilirdi. Öyle de oldu. Şimdi geldiği o yollardan geri dönüş yolunda köyüne doğru gidiyor.

Aylaz Baba yolculuğuna devam ededursun olayın bundan sonrasını Kadir’in ağzından dinleyelim.

O anda sınıf arkadaşlarım beni sınıfa götürdükleri için Aylaz Babamın ayrılış anındaki durumunu göremedim. Göremediğim de iyi oldu, görseydim belki daha çok üzülürdüm. Benim gibi çok sayıda küçük öğrencileri bir arada görünce moralim düzeldi. Henüz sınıf arkadaşlarımın hiç birini tanımıyorum. Her biri Anadolu’nun değişik yörelerinden gelmiş çocuklar. Yaş olarak hepimiz birbirimize yakınız. Sınıfta benden başka herkes neşeli. Ben de aralarına yeni katılmış olmamdan dolayı biraz tedirginim. Hala üzerimdeki kırgınlığı ve ayrılışın verdiği hüznü

73

atamadım. Şu an Aylaz Baba’mı ve onun yaşadıklarını düşünüyorum. Bu ayrılış benim kadar onu da üzdü. Artık bundan böyle ömrümün öğrencilik bölümü bu okulda geçecek.

Henüz dersler başlamadığı için öğretmenlerimiz yok. Derslerimizin ne zaman başlayacağını öğrenci arkadaşlarım da bilmiyor. Benden önce gelen öğrenciler bazı kuralları öğrendikleri için ben de onlardan öğrenmeğe çalışıyorum. Şu an masalarda oturuş düzenimiz belli olmadığı için kiminle oturacağımı bilmiyorum. Şimdilik bana yakın davranan Şarkışlalı Altan isimli bir arkadaşla tanıştım. O hep yanımda sürekli beraber geziyoruz.

Arkadaşım. benden birkaç gün önce gelmiş olduğu için okulun bir kısım düzenini öğrenmiş durumda. Şimdi beni bundan böyle sürekli birlikte olacağımız yatakhanemizi göstermek üzere oraya götürüyor.

Yatakhanemizde evlerimizde görmediğim farklı bir düzen var. Her sınıf için bir yatakhane ayrılmış durumda. Sınıflar yaklaşık kırk kişiden oluşuyor. Kırk kişilik bir yatakhanede öğrenci sayısına yetecek kadar çift katlı ranzalar bulunuyor. Öğrencilerin tamamı gelmediği için yataklar boş durumda. Erken gelenler beğendikleri yatakları seçebiliyorlar. Bende Altan Arkadaşımın seçtiği ranzanın yanındaki diğer bir ranzanın üst katını seçtim. Sonradan gelenlere alt katlar kalıyor. Şimdiye dek bu kadar büyük bir yatakhanede bu kadar kalabalık insanlarla hiç yatmamıştım. Köyümdeki yer yataklarına hiç benzemiyor. Orada üç kişiye bir oda düşüyordu burada ise kırk kişiye bir oda. Bilmem bu kadar kalabalık içinde rahat uyuyabilecek miyim ? Bunu da bu gece göreceğim.

74

Arkadaşımla şimdi okulun diğer alanlarını geziyoruz. Okulda çok sayıda değişik binalar var. Dershaneler üç ayrı bina da toplanmış. Yatakhaneler de aynı durumda. Üç ayrı yatakhane var. Biraz uzağımızda öğretmenlerin boş zamanlarını geçirdikleri lokalleri görünüyor. Oldukça gösterişli her tarafı camlı tek katlı güzel bir bina. Önünde masalarla donatılmış genişçe bir balkonu var. İçini görme imkanımız olmadığı için uzaktan bakarak yemekhane yönüne doğru gidiyoruz

Yemekhane tek bir binadan oluşuyor. Oldukça uzun ve büyük bir bina. İçinde sekizer kişilik çok sayıda masa bulunuyor. Masaların çokluğuna bakarak bu okulda okuyan iki yüz-üç yüz öğrenci olduğunu tahmin ediyorum.

Bazı yerleri arkadaşım uzaktan işaretle gösteriyor. Her tarafı kısa sürede gezmek zor olacağı için bazı yerleri gezip görmeyi başka bir günümüze bırakıyoruz. Biraz uzağımızda sıra sıra dizilmiş tek katlı öğretmen evlerini görüyoruz. Okulun tepeye doğru olan kısımda revir dedikleri küçük bir hastane var. Çok uzaklarda ise köy evlerini andıran binalardan oluşan okulun ahırları görünüyor. Gördüklerim karşısında burasını ne bildiğim köylere ne de şehrimiz olan Gürün’e benzetebildim.

Dershane binasının yan tarafında ise spor alanları yer alıyor. Üzerlerinde bir takım direkler ve fileler var. Bu sahaların ne işe yaradıklarını arkadaşım da bilmiyor bende. Zaman içinde bu alanların ne amaçla kullanıldığını öğreneceğiz

Akşam olduğu için yemek saati gelmişti. Birlikte yemekhanede yemek masamızdayız. Yemek masalarındaki ve yemekhanedeki düzen köyümdekine hiç benzemiyor.

75

Orada yer sofrası dedikleri bir sofra kuruluyor hepimiz birlikte aynı kapta birlikte yemek yiyorduk. Burada yemekler karavana dedikleri kaplarla masalarımıza geliyor ve sonra masa arkadaşlarından birisi gelen yemeği eşit olarak arkadaşlarına dağıtıveriyor. Herke için ayrı tabaklar ve ayrı kaşık ve çatallar var.

Üç karavana içinde masamıza yemekler konuverdi. Gördüğüm yemeklerin hiç biri benim evimde yediğim yemeklere benzemiyor. Şu an yemek üzere masamızda bekletilen yemekler öğle yemekleri.

İlk yemeğimiz bir çorba idi. Ne çorbası olduğunu bilemedim. Bizim köyde yediğimiz bulgur,yarma ve erişte çorbalarına benzemiyordu. Biraz tarhana çorbasını benzer hali vardı ama bu tarhanadan daha sarı bir renkteydi. Arkadaşlarımızdan bilenler bunun mercimek çorbası olduğun söylediler. İkinci yemeğimiz hiç görmediğim ve bilmediğim bir sebze yemeği idi. Bir iki kaşık aldım ama hiç hoşuma gitmediği için tabağımı bitiremeyip kalanını boş olan karavanaya döküverdim. Arkadaşlarım bu yemeğin pırasa yemeği olduğunu söylediler. Pırasanın ismini de ilk kez bugün bu yemek masasında öğrendim. Üçüncü yemeğimiz sütlaçtı. Bunu biliyordum. Çünkü aynısını Ayşe Annem sık sık yapardı. Sevdiğim için tabağımın tamamını bitirdim.

Yemekten çıktıktan sonra yine arkadaşımla okulun içinde geziniyoruz. Okulu ikiye bölen genişçe bir de yol var. Bu yol Tokat -Sivas yolu olarak geçiyor. Düzgün ve güzel bir yol. Yolun üzeri siyah bir madde ile kaplanmış ve çok da düzgün görünüyor, Köyümdeki toprak yollara benzeyen bir yanı yok. Ağabeyler o yola asfalt yol dedikleri için asfaltın

76

ne demek olduğunu o zaman öğrendim.. Bu yoldan sürekli iki yana da giden araçlar görüyorum. Hem sık sık geçiyorlar. Çoğunluk kamyonlar ve arada bir de otobüs geçtiği oluyor. Akşam güneş batarken öğrencilerin çoğu bu yollarda holta atıp duruyorlar. Arkadaşımla bende onların arasında bir Tokat tarafına bir Yıldızeli tarafına gidip geliyoruz. Ağabeylerimizin ellerinde ismini bilmediği bir müzik aleti görüyorum. Bazen köyümüze gelip alem yapan alevi dedelerinin sazına benzeyen ondan daha küçük bir alet. Sesi saz kadar güzel olmasa da hoşuma gidiyordu. Kimi çalıyor,kimi söylüyor, Akşamın bu manzarası oldukça güzel. Karanlık çökünce kadar bu manzara ve geziler devam ediyor.

Saat dokuza doğru dershanelerin ve yatakhanelerin olduğu bölgelerde zil sesleri gelmeğe başladı. Arkadaşlarım bu seslerin yatma zamanımızı bildiren zil sesleri olduğunu bildirdiler. Saat dokuzda herkes yatakhanede yatağının başında. Bugün ilk defa karyolada bilmediğim bir yatakta yatıyorum. Yatmağa hazırlanırken birden yatakhaneye yetişkin birisinin girdiğini gördüm. Bu kişi gelir gelmez yatakhanede bir sessizlik oldu ve hemen herkes kısa sürede yatağına girerek uyumağa başladılar. Bu gelen kişinin o günün nöbetçi öğrenmeni olduğunu söylediler. “İyi geceler” dileyerek elektrikleri de söndürüp yatakhanemizden ayrıldı. Onun gitmesinden sonra bir süre daha öğrenciler arasında konuşmalar olduysa da bu durum çok devam etmedi. Sonra da tüm yatakhanemizi bir sessizlik kapladı ve herkes bir anda uykuya geçiverdi. .

Yatağım köydeki yatağımdan daha güzel ve daha rahattı. Ama bir türlü uykuya geçemiyordum. Bu ilk gecem

77

olduğu için köyümdeki yatağımı, kardeşlerimi ve Aylaz Babamı düşündüm ve onlar gözlerimin önüne geldi. Köyde yaşadıklarımı, Aylaz Babam’la sürüyü alıp kırlara gittiğim günleri düşündüm. Şimdi bambaşka bir yaşamın başlangıcındayım. Bunları düşünürken uyumuşum. Saatim olmadığı için ne zaman uyuduğumu bilmiyorum.

Sabah yine yüksek sesli bir zil sesi. Bu ses tüm öğrencilerin yataktan kalkmalarını haber veren kalk zili idi. Herkes anında yataklarından fırlayarak kalktılar. Yataklarımızı kendimiz yapmamız gerektiğini o sabah öğrendim. Arkadaşlarımın yaptıklarına bakarak ben de yatağımı yapıp yatakhaneyi terk ettim.

Yatakhaneden çıktıktan sonra yine dershanelerimizde etüt yapmak üzere birlikteyiz. Bu etüt saatleri akşam ve sabah olmak üzere iki defa yaptırılıyor. Buradaki amaç o günün derslerine bir ön hazırlık yapmak

Burada her şey planlı ve programlı. Her zil sesinin ayrı bir anlamı var. Yatmak, kalkmak, derslere girmek ve derslerden çıkmak hep zil sesleri ile bildiriliyor. Bugün üçüncü zilimiz biraz önce çaldı. Bu zil sesi kahvaltı saatinin geldiğini bildiren bir sesti. Yine aynı yemekhanede aynı masalarda aynı arkadaşlarla birlikte kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltımızda çay,peynir ve birde eriğe benzeyen siyah taneler görüyorum.Çay ve peynire yabancı olmadığım için onlarla kahvaltıma başladım. O siyahlardan da bir tane ağzıma aldım ama aldığıma da bin pişman oldum. Hiç yemediğim ve görmediğim bir yiyecek. Son derece acı ve tuzlu bir şey. Yiyemedim hatta ağzıma aldığımı da çıkarmak zorunda kaldım. Sonradan arkadaşlarımdan öğrendiğime göre bu yemediğim kahvaltılık yemeğin ada zeytinmiş. Adını

78

okul kitaplarından biliyordum ama tadını ilk kez burada tattım ve şeklini de ilk kez burada gördüm. Belki ilk kez yediğim için hoşuma gitmemiştir. Zaman içinde alışıp alışamayacağımı bilemiyorum. Çaylar bakır güğümler içinde geldiği için soğumuş ve çay özelliğini kaybetmişti. Soğukta olsa çaysız kahvaltı yapılamadığı için içmek zorunda kaldım.

Henüz dersler başlamadığı için kahvaltıdan sonra yine boş geziyoruz. Dersler başladığında bu saatlerde dershanelerde olmamız gerekiyor. Bu dönem daha çok okula yeni gelen öğrencileri okula alıştırmak için planlanmış. Memleketlerine gidemeyen ağabeyleri de görüyorum. Onların sayıları yeni gelenler kadar olmasa da az görünmüyor.

Bugün ilk kez okulun biraz uzağında bulunan mercimek tarlasına bizleri mercimek yoldurmak üzere götürdüler. Mercimeği köyümde de görüyordum ama hiçbir zaman toplanmasını görmemiştim. Mercimek yolmanın zor bir görev olduğunu ilk kez yaşıyordum. Toprak çok sert olduğu için çektiğimiz mercimek kökleri çıkmıyor ve avuç içlerimizi yaralıyordu. İki saat kadar tarlada kaldık ama elimizin de kanamayan bir yeri kalmadı. Ondan sonraki günlerde elimdeki yaralar nedeniyle uzun süre mercimek yolamadım. Mercimek yolarken başımızda tarım öğretmeni dedikleri yaşlıca bir öğretmen var. O ne derse onun dediklerini yapıyoruz. İsmail Babam’dan biraz daha yaşlı görünüyor. Sevecen ve tonton bir hali var. Kalabalık da bir gurubuz. Yan yana dizildiğimiz zaman tarlanın bir ucundan öbür ucuna kadar olan alanı kapatabiliyoruz. Bu görev dinlenmeksizin öğle yemeğine kadar devam etti.

79

Öğle yemeğinden sonra okulun ahırlarındayız. Sınıfımızdaki tüm öğrenciler buradalar. Bu tür görevlere tüm sınıf öğrencileri birlikte katılıyorlar. Ahır bildiğimiz hayvanlarla dolu. İnek,dana,öküz,at eşek hepsinden var. Bir tek koyun ve keçi göremedim. Köydeki ahırlarımıza benziyor. İsmail Baba’mın da buna benzer ama bunun yarısı büyüklüğünde bir ahırı vardı. Kış aylarında ahır çok sıcak olduğu için kardeşlerimle gider ahırda oyun oynardık. İsmail Babam hayvanların bizlere zarar vereceğini düşünerek onlara çok yaklaşmamamızı söylerdi.

Tarım öğretmenimiz önce hayvanları bizlere tanıttı ve sonra da yapacağımız işleri saydı. Sonra da elimize tırmık kürek gibi malzemeler vererek hayvanların altlarını temizlememizi istedi. Bir kısmımız kürek ve tırmıkla çalışırken bir kısmımız da ellerinde kaşağı ve gebre dedikleri araçlarla hayvanların üzerlerini temizliyoruz. Bu görevimiz iki saat kadar sürdükten sonra yine başımızda öğretmenler olmaksızın sınıfımızdayız. Bizim görevlerimiz bittiğinde aynı görevi bu kez de diğer sınıfların öğrencileri yapıyordu. Henüz okul başlamadığı için büyük ağabeylerin bu işlerde çalışıp çalışmadığını bilmiyoruz

Okulumu ilk gördüğümde bana çok heybetli ve çok güzel görünmüştü. Zaman içinde okulumu tanıdıkça o ilk intibalarımın değiştiğini hissediyorum. Ben okulu sadece ders görülen, derslerden sonra da dilediği gibi yaşanılan bir yer olarak düşünmüştüm. Burada okul okula değil geniş bir aileye ve bir ziraat çiftliğine benziyor. Buradaki şartlar benim yaşımdaki çocuk öğrencilere göre değil. Aslında bu okullara ortaokulu bitiren öğrencilerin alınması gerekirdi. On iki-on üç yaşındaki bir çocuğun bu okula uyum

80

sağlaması ve buradaki ağır koşullara katlanması çok güç. Bu yaş çocukları anne ve baba desteğine ve onların sevgisine ihtiyaç duyar. Ailedeki o sıcak yuvayı burada görmek olanaksız. Geldiğim tarihten bu yana okulun yaşam biçimine ve şartlarına uyum sağlayamadığım için sürekli ailemi özlüyorum.

Her şeyden önce yemekleri bana çok yabancı geldi. Sevmediğim yemekler yüzünden çoğu günlerim aç geçiyor. Yatakhanelerdeki düzen de yemekhanelerine benziyor. Kırk kişinin birlikte kaldığı bir yatakhanede akşamları geç vakte kadar konuşanlar uyumamızı engelliyor, horlayanlardan dolayı rahat uyuyamıyorum. Ara sıra kavgalar ve küfürleşmeler de eksik olmuyor. Okulun en düzensiz yeri yatakhaneler. Buraya nöbetçi öğretmenler sık sık gelmedikleri için düzen sağlanamıyor. Şimdilik umudumuz tüm öğrencilerin gelmesine ve okulun açılmasına bağlı.

Bir okulla mercimek yetiştirmenin ne işi olabilir diye düşünüyorum. Biz buraya çiftçilik yapmak için değil de okumak için gelmiştik. Büyük ağabeylerimiz ilerde daha çok değişik şeyler yaşayacağımızı söylüyorlar. Bu okulların diğer bildiğiniz okullara benzer bir yanı yok. Türkiye genelindeki tüm Köy Enstitüleri köylerle ve köylülerle ilgili her şeyi öğretmek üzere programlanmış okullar. Bu okullar şehir ilkokullarına değil köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek amacı ile kurulmuş olduğundan amacına uygun bir eğitim verilmesi gerekiyor. Mercimek biçilmesini ve ekilmesini öğrenmek de bir ders olarak kabul edilmekte. Arıcılık, tavukçuluk, büyük ve küçük baş hayvan yetiştirilmesi konularında da öğrencilere eğitim verilebiliyor.

 

81

Şimdilik okulda birer öğrenci değil birer çocuk işçi gibi çalışıyoruz. Bu durum ne zamana kadar devam edecek küçük öğrenciler olarak hiçbir bilgimiz yok. Okuldaki eğitim sistemini tam olarak kavrayabilmek için derslerin başlamasını ve öğretmenlerimizle birlikte olacağımız günleri beklemek gerekiyor.

Yaşadığımız bu kısa süre içinde okulu ve buradaki yaşam tarzını az çok tanıdığımı sanıyorum. Sadece öğretim başlamadığı için öğretmenlerimizi tanıma imkanımız olmadı. Çok yakında onlarla da karşılaşacağız.

Buraya geleli bir aylık bir süre geçti. Bu geçen süre bana bir yıl gibi uzun geldi. Bu arada ailemi, köyümü kardeşlerimi çok özledim. Aylaz Babam gelip beni alıp tekrar köyüme götürse çok sevinirim. Zaman zaman okulu terk edip köyüme dönmeyi düşündüğüm anlar da oluyor. Sınıf arkadaşım Altan da benim gibi burasını pek sevemedi.

Sınıf arkadaşlarımın hepsi köylü çocukları. Okul henüz bizlere yeni elbiseler vermediği için getirdiğimiz elbiselerimizle idare ediyoruz. Arkadaşlarımdan bazıları çok kötü durumda. Belli ki hepsi fakir köylü ailelerin çocukları.

Bu yıl okula yeni kaydı yapılan çocuklar için yakında bir sağlık muayenesinin yapılacağını duyduk. Bu muayenede sağlık sorunları olan öğrenciler okula kabul edilmeyip memleketlerine gönderilecekmiş. Bende hastalıklı çıkıp memleketime gitmek istiyorum. Ama memleketime gidecek kadar bir sağlık sorunum yok. Belki doktor benim bilmediğim bir hastalığımı tespit edip beni de gönderebilir. Bunlar aklıma gelince seviniyor ve köyüme dönüş planları yapıyorum.

 

82

Okulda bizlerden iki sınıf ilerde bulunan bir ağabeyle tanıştım. Bizim memleketliymiş. Bana çok sahip çıkıyor ve sık sık yanıma gelerek bana okulu sevdirmeğe çalışıyor. Bu sağlık muayenesini ona da sordum. Çok belirgin bir hastalığı olmayanları göndermiyorlarmış. Başka bir arkadaşım da “gözlerinde bozukluk olanları da göndereceklermiş.” Dedi.

Muayene günü revir dedikleri bir binanın önünde toplandık. Revirin iri yarı şişko bir doktoru var. Bu şişmanlığından dolayı öğrenciler ona “Lopçik adını takmışlar. Görünüşü son derece itici. Daha muayene olmadan şimdiden görüntüsünden korkmağa başladım. Çocuklara aşırı sert davranıyor ve azarlıyor. Muayene için içeri girenler fazla beklemeden çabuk çabuk çıkıyorlar. Sıra bana geldiğinde içeri girdim. Bir şikayetimin ve rahatsızlığımın olup olmadığını sorduğunda ben de yalandan “ ara sıra karnım ağrıyor, biraz da uzakları iyi göremiyorum” dedim. Beni hemen muayene masasına yatırarak karın bölgelerimin bazı yerlerine baskı uygulayıp bir tepki alamayınca iyi olduğumu söyledi. Sonra da göz muayenesi için bir sandalyeye oturtarak uzaktaki bazı harfleri okutturdu. Ben bilinçli olarak o ”A” harfini göstermesine karşılık ben onu C diye okuyorum. Amacım göz muayenesinde çürük çıkarak okula kabul edilmemek. Birkaç harf daha gösterdi. Hepsine de yanlış cevaplar verince suratıma çok sert bir tokat indiriverdi. Sonra da “Sen benimle dalga mı geçiyorsun bu küçük halinle” diyerek bir tokat daha indirdi. Ondan sonra tekrar harfler gösterince bu kez korkumda hepsini doğru okumağa başladım. Bunun üzerine “bak dayağı yiyince gözlerin nasıl açıldı. Hiç bir

 

83

rahatsızlığın yok. Çık dışarı” dedi ve beni muayene odasından çıkardı.

Bugün ki planımda başarılı olamadığım için üzüldüm de. Şimdiye dek hiç kimseden daylak yememiştim bugün ilk kez dayağın tadını tattım. Hiç de iyi bir şey değilmiş. En çok üzüldüğüm de okuldan ayrılıp köyüme dönememiş olmamdı. Bu umutlarım bitmişti. Bu planımızda başarılı olamayınca arkadaşım Altan’ la yeni planlar yapmağa başladık.

Bu kez planımız okuldan kaçmak. Bir gün ikimiz de akşam karanlığında yolun Tokat tarafına gidip okula uzak yerde otobüs bekliyoruz. Gelen otobüse binip memleketimize döneceğiz.

Biz otobüs beklerken beni çok iyi tanıyan memleketlim olan Serkan Ağabey beni hiçbir yerde göremeyince kuşkulanmış. Sınıflara ve yatakhane bakmış. Yatakhanede valizimi de göremeyince kaçmış olacağımı düşünerek telaşla beni aramaya çıkıyor. Gelip bizi orada otobüs beklerken buldu. Önce ikimizin de kulaklarından tutup kafalarımızı birbiriyle tokuşturduktan sonra tin tin tekrar okulumuza döndük. Bizi yatakhaneye yerleştirinceye kadar da yanımızda bekleyip sonra ayrılıp gitti. Yorganımın içine gömülerek saatlerce ağladım. Ama hıçkırık seslerimi benden başka duyan olmadı. Gözyaşlarımdan yastığım o kadar ıslanmıştı ki yastığımı ters çevirmeden uyuyamadım.

Ağabey bize iyilik mi yaptı kötülük mü o an için onu pek düşünemedim. Planlarım tutsa da memleketime dönseydim ne olacaktı. Buradan gitsem İsmail Babam beni başka okullara gönderemeyecek onlara hizmetkarlık ya da çobanlık yapacaktım. Benim için geleceği olmayan bir iş. Küçüğüm ama bazı şeyleri düşünebiliyorum. Belki burada

84

bazı sıkıntılarım olacak ama sonunda öğretmenlik gibi güzel bir meslek kazanacağım. Daha sonraki günlerimde bunları düşününce ağabeyimin bana iyilik yaptığını kabullendim ve bunu daha sonraki günlerde kendisine anlattığımdan o da çok mutlu oldu. Artık benim için okulumu sevmekten ve burada kalmaktan başka yolum kalmamıştı.

Değişik uğraşlarla okuldaki bir ayımızı bitirdik ve artık dersler başladı. İlk kez öğretmenlerimizle tanışıyoruz. Burası okuduğumuz ilkokula hiç benzemiyor. Her ders saatinde bir başka öğretmen görüyoruz.

Dersler başlayınca okulun genel havasında bir değişiklik hissettim. Şimdi okul okula benzemişti. Yine ara sıra tarlalarda ve ahırlarda da çalışsak bizi fazla yormuyor ve fazla zamanımızı almıyordu. Bir zamanlar en zoruma giden işte mutfakta soğan soymak ve ıspanak ayıklamaktı. Bu iş ,mutfakta fazla işçi olmadığı için öğrencilere düşüyordu. Öğrenciler birer hafta ara ile nöbet tutuyor mutfak ve yemekhanedeki personele yardım ediyorlardı. Bana en zor gelen görev de soğan doğramak ve soğan soymaktı. Dakikalarca gözümden yaşlar dökülürken önüme konan o soğanları bitirmek zorundaydım. Ama artık onlara da alıştım. Zaman içinde bu işler bana dağlarda hayvan otlatmaktan daha kolay görünmeğe başladı. Zavallı Aylaz Baba’mı düşünüyorum. Bütün ömrü dağlarda hayvanların peşinde koşmakla geçiyor. Sıcak bir yemek gördüğü yok. Kumanyasına konulan bir parça peynir ve iki yumurta ile gün geçiriyor. Ben de köyde büyüsem aynı şeyleri yaşayacağım. Şimdilik buradaki yemekleri sevmediğim için bazı sıkıntılarım oluyor. Ama zamanla onlara da alışacağımı

 

85

sanıyorum. Bu kadar öğrenci bunlara alıştıktan sonra ben niye alışmayayım ki .

En büyük sıkıntılarımızdan birisi de okulda öğrencilere ait bir kantin ve kafenin bulunmayışı. En küçük ihtiyaçlarımız için beş km uzaklıktaki Yıldızeli’ne gitmek. Bu kısa mesafede otobüsler ve kamyonlar bizleri almadığı için yaya gidip gelmek zorundayız. O yolda bize çok uzak ve

yorucu geldiği için pek gitmek istemiyordum .Bir kez birkaç arkadaş gurubu ile gidip geldim ama gittiğime de bin pişman oldum. Öyle uzun yolara alışık olmayan ayaklarım isyan etti. Almak isteyip de alamadığım şeyler yorgunluğumu daha da artırdı. Vitrinlere bakmaktan yorulan gözlerimin isyan ettiğini hissettim. Bu nedenle o ilk gidişim son gidişim oldu.

Okulumuz bazı özellikleri ile okula, bazı özellikleri ile bir çiftliğe bazı özellikleri ile de bir kampa benziyordu. Öğretmenlerimiz derslerinde son derece iyiler ama öğrenciye karşı soğuklar. Dersler bittikten sonra nöbetçi öğretmenin dışında başka bir öğretmenimizi göremiyorduk. Öğretmenler genelinde boş zamanlarını lokallerinde geçiriyor ve aramıza pek katılmıyorlardı. Öğretmenlere yaklaşmağa ve bir şeyler de sormağa cesaretimiz de olmuyordu.

Spora ve müziğe ilgi duyanlar için okuldaki ortam uygundu. Basketbol, voleybol ve futbol sahalarımız ihtiyaca cevap verecek durumdaydı. Ben nedense spora karşı bir yakınlık duyamadım. Spor yerine müziği tercih ettim. Okulun bir özelliği de mandolin ya da herhangi bir enstrümanı çalamayan öğrenci okuldan mezun olamıyordu. Köylere giden bir öğretmen çocuklara müzik zevkini aşılayabilmek için bir enstrüman çalmalıydı. Okuldaki

86

eğitimin bu yönünü de çok beğeniyordum. Öğretmen olmasam bile bir enstrüman çalmak güzel bir özellikti. Müzikle ilgili hiçbir çalışmaya kötü diyemem. Gönlümde geçen iyi bir bağlama ustası olmaktı. Ama okulda hiç bağlama çalan bir öğrenci görmediğim gibi müzik öğretmenlerimizde bu konuda yönlendirici olmadılar. Öğrenci bütçesine mandolin daha uygun geldiği için ister istemez o enstrümanı seçmek zorunda kaldım.

Öğrencilerin boş zamanlarını değerlendirecek imkanlar biraz sınırlı olduğu için herkes boş zamanlarını ders çalışarak geçiriyordu. En büyük zevkimiz ders çalışmak ve iyi notlar almaktı. Öğrenciler arasında başarı konusunda gizli bir yarışma vardı. Birbirimize sezdirmeden öğrencilerin büyük bir kısmı bu yarışın içindeydi. Herkes birbirini geçme yarışında olduğu için başarısız denecek öğrenci sayısı çok azdı.

Çalışmalarımla kısa sürede öğretmenlerimin dikkatini çekebildim. Öğretmenlerimin bana ilgi duymaları ve beni taktir etmeleri beni daha çok çalışmaya zorluyordu.

Beş altı ay içinde okulum benim yeni bir yuvam ve evim gibi olmuştu. Köyümü artık eskisi gibi aramıyor ve özlemiyorum. Zaten böyle şeyleri düşünecek zamanım da olmuyordu. Sabahtan akşama kadar ders, akşam ve sabah etütler ve akşamda erken yatma zorunluluğu olunca boş zaman bulamıyorduk. Müzik, tarım dersleri ve el işi dersleri yorucu olmadığı için o saatlerde dinleniyorduk.

Cumartesi ve Pazar tatillerinde gidebileceğimiz üç yer vardı. Bazı arkadaşlarımız banyo yapmak üzere üç km kadar uzakta bulunan Ilıca köyüne gidiyor, bazıları Yıldızeli şehir merkezine , bazıları ise okulun yakınında bulunan Musa Ağa

87

çamlığına gidiyordu. Her üçünü de görme imkanım oldu. Ben en çok çamlar içinde gezmeyi ve orada kuş seslerini dinlemeyi seviyordum .Köyümde böyle yeşil bir alan olmadığı için sanki ben yeşile hasret büyümüş gibiyim, Kaplıca suları ile ismini duyuran Ilıca köyü pek ilgimi çekmemişti. Okulumuzda yıkanacak kadar banyomuz vardı.

Okul bir aile biz de okulun birer çocukları gibiyiz. Her şeyimizi istediğimiz kadar olmasa da okulumuz karşılıyor. Elbiselerimiz, çamaşırlarımız, ayakkabılarımız okulca verildiği için ailemizin yardımlarına gerek olmuyor. Gelirken İsmail Babamın verdiği yirmi lira harçlığım elbisemin gizli cebinde saklı duruyor. Bunu yaz tatiline giderken yol harçlığı olarak kullanacağım.

Sene sonu yaklaşmış olmasına rağmen memleketimden hiçbir haber alamadım. Aylaz Babam ve İsmail Babam mektup yazmayı bilmedikleri için bana mektup gönderemediler. Küçük kardeşlerim de mektup yazmayı bilmiyorlar. Ben de onlar gibiyim. Bu okulda yazılan mektupların nasıl postaya verildiğini bile öğrenemedim. Mektup alamadığım için Köyümü ve yakınlarımı çok özledim. Bazı akşamlar yatarken özellikle onları daha çok hatırlıyor ve bazen da gizli gizli ağlıyorum.

Okula ilk geldiğimde paniklemiş ve hiçbir şey yapamayacağımı sanmıştım ama kısa sürede kendime aşırı bir güven geldi. Şu an her şeyimi kendim yapabiliyorum. Buradaki tüm öğrenciler aynı durumda. Sanıyorum birbirimizden görerek öğrendik bunları. Çamaşırlarımı değiştirmesini, yatmadan önce ayaklarımı yıkamasını ve dişlerimi fırçalamasını artık öğrendim. Banyomu kendi başıma yapabiliyorum. Banyo yapmak okulda bir hayli

88

zevkli bir iş. Bir sınıfta okuyan öğrencilerin tamamı haftanın bir gününde topluca hamama gidip birlikte yıkanıyoruz. Çok komik olaylar yaşadığımız da oluyor. Muzip arkadaşlarımız şaka olsun diyerek peştemallerimizi kaçırdıklarında çırılçıplak onların peşinde koşmak tüm arkadaşların gülmesi ve eğlenmesi için yeterli oluyordu. Bu tür şakalar sık sık tekrarlandığı için banyo günleri en çok özlediğim günlerden biriydi.

Bir ay sonra yaz tatilimiz başlıyor. Geçen bir yıla yakın zaman bana çok şeyler kazandırdı. Köyü, şehri, değişik insanları, gezip görmenin güzel bir şey olduğunu bu yıl anladım. Çok özlediğim Aylaz Babama, İsmail Babama ve kardeşlerime kavuşacağım için çok mutluyum. Onlara anlatacağım çok güzel anılarım var. İstesem tatil boyunca okulda da kalabilirim ama istemiyorum. Bazı arkadaşlarım tatillerini okulda geçirecekler. Sanıyorum bunlar imkanları iyi olmayan arkadaşlarım. Tatil dönemlerinde okulda kalanlara ne gibi işler yaptırıldığını bildiğim için okulda kalmak bana pek cazip gelmedi. Yine tarlarda, mercimek yolmak, ağıllarda hayvanların bakımını yapmak,.mutfakta acı soğan doğramak. sevmediğim yemekleri yemek zorunda olmak ,tavukların kümeslerini temizlemek bana haz vermeyeceği için tatilimi ailemin yanında geçirmeyi daha uygun buluyorum. Dönüş için harçlığımın yetmeyeceğini düşünüyordum bugün okul idaresinden Aylaz Babamın bana elli TL harçlık gönderdiğini duyunca çok sevindim.

Bugün son derslerimizi yaparken de karnelerimizi de aldık. Ailemi sevindirecek güzel bir karnem var. Beni yeni giysilerim, okul şapkam ve kravatımla gören ailem belki

 

89

beni ilk anda tanıyamayacak. Bunlar aklıma geldikçe heyecan duyuyor ve bu halime gülüyorum.

Bu Pazar günü memleketlim olan üçüncü sınıftaki Serkan ağabeyle memlekete dönmek üzere okulun önünde otobüs bekliyoruz. Buradan direk Sivas’a otobüs olduğu için bu kez treni kullanmayacağız. Serkan Ağabey olmasa gidiş benim için zor olurdu. O her tarafı bildiği için rahat ve huzurluyum.

Otobüs beklememiz fazla bir zamanımızı almadı. Yarım saat içinde bizi alabilecek bir otobüs geldi. Otobüse binerek Sivas istikametine doğru gidiyoruz.

Yol boyu Serkan ağabey bana okulu sevip sevmediğimi ve karne durumumu sordu. Karnemi gösterdim. İyi notlarımı görünce beni kutladı. Sohbetlerle devam eden yolculuğumuz iki saat kadar sürdü. Şimdi Sivas otogarında ilçemize gidecek olan bir vasıta bekliyoruz. İlçe ile Sivas arasında otobüs olmadığı için zorunlu olarak kamyonlarla gitmemiz gerekiyor. Bu yolculuğu da daha önce yaşadığım için beni sıkmamıştı. Yük kamyonunun kasasında açık havada kırları, dağları seyrederek gitmek te güzel oluyordu. Bu yolculuğun tek sıkıntılı yönü indiğimiz zaman tozlanmış süratimizle birbirimizi tanımakta zorluk çekmekti. Yan yana yüz yüze tanımadığın değişik insanlarla seyahat etmenin de zevkli yanları var. Üç saat kadar süren neşeli bir yolculuktan sonra Gürün’deyiz. Serkan Ağabey beni İsmail Babamın arkadaşı olan terzi Agop Amca’ya bırakarak kendi köyüne gitti.

Agop Amca ile bu ikinci buluşmamızdı. Bir kez de köyümüze gelmiş ve orada görüşmüştük. O beni yeni kıyafetimle ve biraz da büyümüş olarak görünce tanıyamadı. Kendimi tanıtınca beni böyle büyümüş görmekten dolaylı

90

çok sevindi ve sonra da yanıma gelip “Hoş geldin!..” diyerek yanaklarımdan öptü.Bana yemek söylemek istedi ama ben aç olmadığım için kabul etmedim. Bir süre dükkanında oturduktan sonra yanında çalıştırdığı çırağı ile beni İsmail Babamların şehirdeki evlerine gönderdi.

Evin önüne geldiğim zaman heyecanlandım. Bir yıla yakın zamandır onları görmüyorum onlar da beni. Kapıyı çaldığımda Ayşe annem karşıma çıktı. O hemen tanıdı ve çocuklarına seslendi.

Çocuklar gelin bakın kim geldi. Bakalım tanıyacak mısınız ?” Çocuklar koşarak geldiler .Beni öyle takım elbiseli, kravatlı ve okul şapkalı görünce bir süre durakladılar. Sonra da “ aaaaa!.. Kadir Gelmiş” diyerek bana sarılıp öptüler. Kıyafetim ilgilerini çekmiş olacak ki sürekli beni inceliyorlardı. Sonunda Mustafa Ağabeyim yanıma yaklaşarak “Kadir bu elbise sana çok yakışmış. Seni bu kıyafetle görünce polis ya da subay sandım.” Celal de bir süre kıskanç bakışlarla beni inceledi ama bir açıklamada bulunmadı. O bu halimi görünce kıskanmış gibiydi.

Ev biraz düzensizdi. Onlar da köye dönmek için hazırlık yapıyorlardı. Bende kardeşlerimi boyları uzamış olarak gördüm. Ciltleri de köydekine göre sanki daha da beyazlaşmıştı. Köylerde sürekli güneş altında kalınca ciltler herhalde kararıyor.

İlk buluşmanın heyecanı geçtikten sonra sıra karneleri göstermeğe gelmişti. Mustafa’nın karnesinde iki ortası var. Celal in karnesi pek iyi ağırlıklı. Ben de çıkardım karnemi. Önce Mustafa Ağabeyim sonra Celal aldı ve sonra da anneme verdiler.

 

91

Annem okuma yazma bilmediği için notlarımdan pek bir şey anlamadı. Sonra da “Gel yanıma seni bir kutlayıp öpeyim” diyerek yanına çağırdı. Ben gururla yanına gittim. İki yanağıma iki öpücük kondurdu. Sonra da kardeşlerimle birlikte çarşıya çıktık. Daha önce sınavlar için geldiğimde çarşıyı ve şehri pek gezememiştim. Köyümüze ve okuduğum okula benzemeyen bir şehir. Göze çirkin görünen hiçbir şey göremiyorum. Aylaz Babamın gönderdiği harçlıkla kardeşlerime biraz kağıtlı şeker birer de küçük oyuncak aldım, çok mutlu oldular. Bir saat kadar gezdikten sonra yine evdeyiz. Annemin dediğine göre iki gün sonra köyden atlar gelecek ve bizi köyümüze götürecekler.

Evde karneleri incelerken kardeşlerimin isimleri dikkatimi çekti. Mustafa Ağabeyimin karnesinde Mustafa Kalenderoğlu ,Celal’in kinde ise Celal Kalenderoğlu yazıyordu. Benim karnemde ise Kadir Büyükpınar yazıyor. Aylaz babamın da ikinci ismi Akdere. İkinci isimlerimiz birbirine hiç benzemiyor. Benim Yıldızeli’ndeki okulumdan öğrendiğime göre insanların bir ismi bir de soy ismi olurmuş. İsimler farklı olabilir ama kardeş olanların ikinci isimlerinin yani soyadlarının aynı olması gerekirmiş. Buna bir anlam veremedim. Ayşe Anneme de sormayı uygun bulmayarak bu soruyu gittiğinden Aylaz Babama soracaktım.

Akşam yatağa yattığı zaman bu soru hep aklını kurcalayıp durdu. Kardeşleri ile de Aylaz Babası ile de soy adları benzemiyordu. Renk olarak da ne Aylaz Babasına benziyor ne de kardeşlerine. Onlar esmer kendisi ise sarışın. Aylaz babası ömrünü dağlarda ve kırlarda geçirdiği için rengi çok değişmişti. Yüzüne bakarak gerçek rengini bilmek

92

olanaksızdı. Zaten yüzünde sakalının ve bıyığının dışında açık bir alan kalmamıştı. Okulda birlikte okuduğu arkadaşlarının kardeşleri ile ikinci isimleri birbirlerine uyuyordu. Gecenin geç vaktine kadar bunu düşündüm ve kendisince mantıklı bir izah yolu bulamadım. İlkokulda iken de kardeşlerimle benim ikinci isimlerimizin aynı olmadığını görmüştüm. Ama o zamanlarda soyadının ne olduğunu bilmediğim için soyadlarını ikinci isimleri olarak düşünmüş ve bu konuda da kimseye bir şeyler sormamıştım.

Köye gittiklerinde önce İsmail Babasının sonra da ablaların ve büyük baba ile büyük annenin ellerini öptüm. Hepsi de beni çok büyümüş ve güzelleşmiş olarak bulduklarını söylediler. Bu iltifatlar benim hoşuna gitmişti. Şimdi en çok Aylaz Babamın tepkisini merak ediyorum. Bu saatlerde Aylaz Babamın beri denilen yerde koyunların yanında olacağını düşünerek o tarafa doğru yürümeğe başladım.

Yanına bir hayli yaklaşmış olmama rağmen Aylaz Babam uzaktan bakıyor ama bir tepki vermiyordu. Tam Aylaz Babamın karşısına dikilip “Aylaz Baba beni tanımadın mı?” dedikten sonra Aylaz Babam beni tanıyabildi.

Bu beklenmedik sürpriz Aylaz Babamı şaşkına çevirmişti. Takım elbise içinde şapkalı ve uzamış bir çocuk görünce geç tanıdı. Sonra bana sarılıp uzun süre yanaklarından ve gözlerinden öpüp sonra da karşıma geçerek “Ne kadar yakışıklı çocuk olmuş, ne kadar da büyümüşsün. Hala senin Kadir olduğuna inanamıyorum” diyerek bir kez daha sarılıp defalarca öptü.

Sonra da Aylaz Babamdan ayrılarak koyun sürüsünün içine girdim ve köpeklere “Merhaba” dedim ama ne

93

köpekler ne de koyunlar bana cevap veremediler. Köpekleri biraz sevip okşamak istedim ama cesaret edemedim. Onların yerine oğlakları ve kuzuları sevdim. Buradaki manzara bir yıl önce gördüklerimle aynı idi. Hayvanların dinlendiği beri denilen yerde ve hayvanların sayısında bir değişiklik görmedim. Aylaz Babam bir yıl öncesine göre biraz yaşlanmış gibiydi. Saçlarında ve sakalındaki beyazlar bir yıl öncesine göre hayli çoğalmıştı. Yüzleri de bir önceki yıla göre biraz kırışmıştı ve daha da esmerleşmişti. . Bana yönelik olan o sevecen bakışlarında bir azalma değil büyüme görünüyordu. Birlikte el ele biraz tepelere doğru yürüyerek özlem giderdikten sonra Aylaz Babamı koyunları ile baş başa bırakıp kardeşlerimin yanına döndüm.

Bugün ailede bütün ilgiler Kadir in üzerindeydi. Kadir evin o monoton görünüşüne bir canlılık kazandırmıştı. Herkes gülüyor herkes neşeliydi. Kadir de aynı şekilde onları, evini, eşyalarını, yatağını ve annesinin yemeklerini özlemişti. Bir yandan evi gözleri ile incelerken bir yandan da onların sorularına cevaplar veriyordu. Bu sohbet geç vakte kadar devam etti. Herkesin bu kadar dikkatle izlediği Kadir’in konuşmaları karşısında Celal söze karışarak “Baba, ben de Kadir gibi öğretmen olmak istiyorum. Beni de onun okuluna gönderir misin?” dediğinde babası biraz cevap vermekte zorlandı. Bir süre gülümseyerek onun gözlerine baktıktan sonra “Her aileye bir öğretmen yeter. Sizler de doktor, hakim .vali kaymakam olun. Daha bir sürü değişik meslekler var. Her birinizi ayrı ayrı değişik mesleklerde görürsem daha çok mutlu olurum.” dediğinde Celal babasının açıklamasını yeterli görmüş olacak ki cevap vermek istemedi.

94

Bu uzun sohbetten sonra yatmak üzere herkes odalarına çekildiğinde yine Kadir in kafasındaki bu soyadı konusu uyumasını engelliyordu. Bu durumu İsmail Babasına da sorabilirdi. Ama cesaret edemedi. İsmail Babası biraz otoriter ve çocuklara sert davranan birisiydi. Öyle çocuklarla uzun uzun sohbet etmeyi sevmezdi. Genellikle odasında yalnız oturmayı dışarılarda yalnız gezmeyi severdi. Bazı huyları Aylaz Babasına benzer. İsmail Babası da Aylaz Babası gibi insanlardan çok hayvanlarla dost. Onun ortakçılarının eşleri ve çocukları ile görüştüğünü hiç kimse görmemiştir. Çocuklarına onlar kadar uzak değilse de çocukları ile arasında her zaman mesafe bırakan bir baba.

Kadir İsmail Babasının bu özelliklerini düşününce en iyisi bunu Aylaz Babasına sormaktı. O da ailenin bir ferdi gibi her şeyi biliyordu. Sabahleyin uyandığında hala kafasındaki soru buydu. Aslında bu soruyu Ayşe Annesine de sorabilirdi ama ona da cesaret edemedi. Aylaz Babası aile içinde kendisine en yakının davranan kişiydi. Bu soruyu ona yöneltmeliydi.

Kahvaltısını yaptıktan sonra beri denilen koyunların dinlendiği yerde beklemekte olan Aylaz Babasına giderek bu geceyi kırlarda beraber geçirmek istediğini söyledi. Aylaz babası da Kadir i özlemiş olduğu için bu teklifi seve seve kabul etti.

Çoğu yerini bildiği kırlarda koyunlar kendi kendine otlarken Aylaz Babası ile birlikte Kadir de onları inceliyordu. Kırlara birkaç kez geldiği için gördükleri ona yabancı değildi. Her yerin kendine özgü birtakım güzellikleri var. İçinden okulunda gördükleri ile buralarda gördüklerini kıyaslıyor. Benzeyen taraflar da var benzemeyen taraflar da.

95

Akşam karanlığı çökerken Aylaz Babası kumanyasında buluna yiyecekleri çıkararak çoban döşeğinin üzerinde yemeklerini yiyorlar. Kadir yemek arasında Aylaz Babasına “ sana bir şey soracağım!..” dedi. Aylaz babası da “sor” dedi. Şimdi sorulacak soruyu bekliyordu.

Kardeşlerimin karneleri üzerindeki ikinci isimleriyle benim karnemin üzerinde yazılı olan ikinci isimler birbirine benzemiyor. Benim ikinci ismim senin ikinci ismine de benzemiyor. Okulda öğrendim bu ikinci isimlere “ Soy ismi” deniyormuş. Kardeşlerin , anne ve babalarının soy isimlerinin birbirine benzemeleri gerekiyor. Ama benim soyadım hiç kimsenin soyadına benzemiyor. Bunu bana anlatabilir misin ?

Aylaz babanın yıllardır beklediği bu soru şimdi sorulmuştu kendine. Cevaplandırılması çok zor bir soruydu bu. Bir yandan büyük lokmaları ağzına tıkarken bir yandan da Kadir’e verilecek cevabı düşünüyordu. Uzun süre sustu ve yemeğin bitmesini bekledi. Sonra da Kadir e dönerek:

Bu soruyun cevabını ben de pek iyi bilemiyorum. Biliyorsun benim öyle senin gibi okuma yazmam yok. Bugüne kadarda böyle şeyleri incelemek gereğini duymadım. Çok da önemli görmüyorum. İsimler benzese ne olur benzemese ne olur. Önemli olan aynı yuvada aynı ortamda birlikte yaşamak. Şimdi bildiğim kadarı ile sana anlatmağa kalksam belki sen de anlamayacaksın. Bunları anlayacak yaşa geldiğin zaman hepsini öğreneceksin. Şimdiden bunları öğrenmenin sana bir yararı olmaz. Onu uygun bir zaman da İsmail Babana,ya da öğretmenine sorarız. Böyle şeyleri köyün muhtarı daha iyi bilir. Köylerdeki çocuk doğumlarını nüfus idaresine köy

96

muhtarları bildirir. Muhtar sık sık şehre gidip geliyor ve şehirdeki memurlarla böyle şeyleri konuşuyordur. Seni bir gün onunla tanıştırdığımda bu sorunu ona da sor. Bildiğimi kadarı ile bunlar köy muhtarının işi. Belki bazı hatalar da yapmış olabilir. Soyadları birbirine benzeyenler de olabilir benzemeyenler de. Sonra insanlar artık istedikleri zaman soyadlarını değiştirebiliyorlar. Böyle bir hata olmuşsa ilerde büyüyüp öğretmen olduğun zaman istediğin soyadını alabilirsin. Şimdi senin görevin bir an önce okulunu bitirip öğretmen olmak. Böyle şeyleri öğretmenler daha iyi bilir. Bunları öğretmen olduğun zaman konuşalım.”

Aylaz Babasının yanıtları Kadir i çok ta inandırmadı hatta kuşkularını daha artırdı. Şimdi bir yandan küçük küçük lokmaları ve kumanyada bulunan haşlanmış yumurta dilimlerini yutarken gözleri dalıp dalıp gitmeğe başladı. Zihni daha da çok karıştı ve kendi kendine bir çözüm arıyor. Bu soruyu en güzel şekilde cevaplandıracak kişi Aylaz Babasıydı. Yıllardır bu ailenin içinde tüm komşu köyleri ve tüm köy halkını tanıyan birisi. Bu konuda ısrar edip Aylaz Babasını da zor durumda bırakmak istemedi. Ama küçük beyninde cevaplanması gereken bir sürü soru onu rahatsız ediyordu. Aylaz babası mı İsmail Babası mı onun gerçek babası? Belki de hiç bilmediği başka birisi de babası olabilirdi. İçinden kendisi ile Aylaz Babası arasında bir kıyaslama yapıyor. Ama Aylaz babasına benzeyen hiçbir yanı yok. Aylaz Babası, esmer, zayıfça, gür saçlı kocaman bıyıklıları olan bir dağ adamı. Kendisine benzeyen hiçbir özelliğini göremiyor.

Boyu da uzun sayılmaz. Nerede ise benim boyum Aylaz Babanın boyuna yaklaşmış durumda. Renklerimiz de

97

birbirine benzemiyor. Ben sarışınım o alabildiğine esmer birisi. Acaba dağlarda ve kırlarda çok yaşadığı için güneş ve sert rüzgarlar mı onunun cildini böyle esmer yapmıştır? İsmail Babama da benzeyen bir tarafım yok. İsmail Babam Aylaz Babam kadar olmasa da o da esmer ve uzun boylu. Yüz hatları, gözü, dudakları, kocaman elleri, iri burnu ve sert bakışları ile bana hiç benzemiyor. Ben bu ailede hiç kimseye benzemiyorum”

Kadir bazen çocuklarını gezdiren babaları gördüğü zaman onları inceliyor. Az da olsa babanın bazı özelliklerini çocuklarda görebiliyor. Kendisinin hiçbir özelliği ne Aylaz Babasında ne de İsmail Babasında yok. Ayşe Annesine benzeyen bir yönünü de göremiyor. İçindeki bu kuşkuyu yenmek için Aylaz Baba’sına bir kez daha soruyor.

Aylaz Baba benim iki babam var. Birisi sen birisi de İsmail Babam. Diğer arkadaşlarımdan herkesin birer babaları var. Benim neden iki babam var. Bir çocuğun iki babası olabilir mi? Diğer kardeşlerimin babaları da tek. Okulumda da görüyordum her arkadaşımın babaları tekti.”

Bu sorular Aylaz Babasını terleten ağır sorulardı. Henüz Kadir bu soruların yanıtlarını öğrenecek yaşa daha gelmemişti. Şimdiden gerçeği öğrenirse kendisini diğer kardeşlerinden dışlanmış gibi görecek ve aile bağları büyük oranda sarsılacaktı. Şu an için kendisini İsmail Ağanın bir çocuğu olduğunu bilmesi gerekiyor. Bunun tersi olur ve yetim bir çocuk olduğunu anlarsa okul başarısını da etkileyebilir. Aylaz Baba’sı bu ağır soruya verilecek cevabı bulmakta bir hayli zorlandı. Soruyu cevapsız bırakmamak içinde sağ kolu ile Kadir’i sarıp kendine doğru çekti.

 

98

Bugün bana çok ağır ve cevabını bilemeyeceğim sorular sordun. Şu an seni bir öğretmen ,kendimi senin karşında bir öğrenci olarak görüyorum. Bu tür soruları okuldan mı öğrendin?. Böyle zor sorularla ikimiz de yorulmayalım. Sen büyüdüğün zaman kimselere bir soru sormadan bu soruların cevabını kendin bulacaksın. Bu sorular büyüklerin soracağı sorular. Sen daha bebeksin. Sen bu sorulardan vazgeç bana okulunu ve okulda yaşadıklarını anlat. Ben onları daha çok merak ediyorum. Okulunu öğretmenlerin ve yaşadıklarını anlat. Ben seni bugün anılarını dinlemek için buraya getirdim. Geçmişi boş verelim. Önemli olan geleceği güzel yaşamak. Geçmiş geçmiştir artık onları yeniden yaşayamayız.”

Aylaz Baba sen okulumu görmüş ama orada yaşadıklarımı görmemiştin. Sen ayrıldıktan sonra günlerce senin özlemini yaşadım. Geceleri rüyalarımda, gündüzleri hayalimden çıkmıyordun. Hatta bir ara okulumu bırakıp sana dönmek istedim. Okulumdaki bir ağabey beni engellemeseydi bugün senin bir pöçükçün olarak yanında olacaktım. Bugün de yanındayım ama okulunu seven bir oğlun olarak. Okulum konusunda başta biraz zorlandım. Özellikle yemeklerini sevmediğim için aç kaldığım günler oldu. Ama zaman içinde onlara da alıştım. Öğretmenlerimiz bizlere annemiz ve babamız gibi davranıyorlar. Beni rahatsız edecek en küçük bir şikayetim yok. Tek şikayetim sizleri çok özlüyor olmam. Sen babaların en vefalısısın. İyi ki varsın iyi ki benim babamsın. Bugün bu kırlarda seninle olmak beni çok rahatlattı. Bundan böyle beni de okulumu da merak etme. Her tatilde burada olmağa çalışacağım.”

 

99

Bu karşılıklı sohbetimiz bir hayli uzun sürdü. Karanlık basmış ve sürü de geceyi geçirmek üzere toplanmıştı. Birlikte sürüyü kontrol ettikten sonra yatmak üzere şimdi de hazırlığımızı yapıyoruz.”

İkimizde hazırlıklı geldiğimiz için yatak konusunda bir sorunumuz olmadı. Aylaz Babam ayrı bir keçede ben de yine çobanlar için yapılmış ayrı bir keçede yatıyoruz. Sırtüstü yatarak uzun süre gökyüzünü, yıldızları, ayı inceledim. Burada yıldızlar bir başka parlak görünüyor. Nerede ise tepemin üstüne gelen yıldızların tamamını görebiliyorum. Mehtaplı güzel bir gece. Ay o güler yüzü ile bizi selamlıyor. Hafif bir meltem rüzgarının keçe dışında kalan saçlarımı okşadığını hissediyorum. Cırcır böceklerinin ve kurbağaların seslerinden başka bir ses yok. Gecenin karanlığında koyunların gözleri birer projektör gibi yanıp sönüyor. Aylaz Babam çoktan uykuya geçmiş horultuları hafif esen rüzgarları susturmuş durumda. Birkaç kez köpeklerin havlamasından başka bir ses duymadım. Koyunlar çok uysal. Bir kısmı ayakta bir kısmı yatmış olarak dinleniyorlar. İçinde uyumağa çalıştığım keçe okuldaki yatağım kadar rahat değildi. O anda okuldaki yatağımı ve arkadaşlarımı hatırladım. Yatma saatlerinde arkadaşlarının yaptıkları muziplikler tek tek gözlerinin önüne geliyor. Şimdi burada arkadaşlarının yerine büyük bir koyun sürüsünü görüyordum. Bu hayaller içinde geçmişi ve geleceği düşünürken birden uykuya dalı vermişim.”

Sabah güneş doğarken bu kez okuldaki zil sesi yerine Aylaz Babamın o müşfik ve sevecen sesi ile uyandım.

Kısa süren bir kahvaltıdan sonra sürüyü alarak köye doğru yürümeğe başladık. Kahvaltı da okulda alıştığım

100

kahvaltıya benzemiyordu. Çay yerine bir tas soğuk süt içiverdim. Süte de çok alışık olmadığım için içerken biraz zorlandığımı hissettim ama Aylaz Babama bunu hissettirmedim.

Koyunlar önde biz arkalarında yavaş adımlarla ilerliyoruz. Koyunlar hem yol alıyor hem de bir yandan otluyorlar. Bu sabahın en büyük sürprizi Aylaz Babamın kavalla verdiği konserdi. Yanık Anadolu türkülerinin melodileri şimdi dağların serin rüzgarlarına ve meleyen yavru kuzuların seslerine eşlik ediyordu. Kavaldan gelen bu melodilere yabancı değildim. Bildiğim yöremizin yanık türkülerinin melodileri. Sesimle Aylaz Babamın konserine katılamadığına üzüldüm. Okulumda da buna benzer anlar yaşadığım oluyordu. Orada kaval sesi yerine mandolin sesleri vardı. Kaval sesi mandolin seslerinden daha yanık gelmişti bana. Aylaz Babamın bu yeteneğinden dolayı gurur duydum ve çok mutlu oldum. Bu zevkli yolculuk iki saatin sonunda köyde bitiverdi.

Benim için unutamayacağım hoş bir gündü. Aylaz Baba’mı benden daha mutlu görüyordum. Ayrılırken birer kez daha sarılıp yanıklarından öptükten sonra şimdi evimizde kardeşlerimle beraberim.

Kadir gece yaşadıklarını kardeşlerine anlatırken onlar da zevkle Kadir i dinliyorlardı. Hatta anlatılanları duyunca Kadiri biraz da kıskandılar. Hep Kadir’in Aylaz Çobanla kırlara gitmesine ve kendilerine böyle bir imkan verilmemesine bir anlam veremiyorlardı. Hatta bu isteklerini birkaç kez babalarına söyledilerse de babadan bir onay alamadılar. Babalarının anlattıkları onlara pek de mantıklı gelmemişti. Meslekleri daha yeteri kadar tanımıyorlardı.

101

Okulda arkadaşlarından öğrendiklerine dayanarak Mustafa mühendis, Celal ise avukat olmak istiyordu. Çocukların hayalleri güzel, geleceklerini de onlara zaman gösterecekti.

Şu an köyde işlerin başladığı en hareketli dönem.Bir yandan çayırlar biçilirken ,bir yandan da ekinlerin biçilmesi ile ilgili hazırlıklar yapılıyor.Köyde büyük baba ve büyük annenin dışında herkese göre bir iş var. İsmail Babam genelinde şehir merkezine gidiyor ve esnafla olan ilişkileriyle meşgul. Köyde olduğu zamanlarda da fiilen çalışmasa da uzaktan işleri denetlemekte. Evde çocukların dışında çalışan işçiler ve bunların dışında bir de ortakçıları var. Ortakçıların hanımları olsun beyleri olsun iş olduğu zamanlarda gelip ağalarına yardım etmek zorundalar. Çocuklara göre de işler var. Kızlar evde annelerine yardım ederken oğlan çocukları da düven sürme, hindileri gütme,koyunlar köye geldiğinde Aylaz Babaya yardım etme gibi işlerde çalışmaktalar.

Kadir kendi okulunda zirai çalışmalara katıldığı için artık köyde bu tür işlerde bir sıkıntısı olmuyor. Burada yaptıkları ve gördükleri okulunda yaptıklarının bir benzeri. Köy Enstitüleri köylüye rehberlik edecek öğretmenler yetiştirmeyi amaçladıkları için bu okulda yetişen öğretmenlerin köyü ve köylünün yapısını iyi bilmeleri gerekiyor. Kadir küçük de olsa artık bu bilince ulaşmış durumda. Bu nedenle olsa gerek verilen işleri yapmakta büyük haz duyuyor. Tatil bitiminde okuluna döndüğü zaman da yine bir süre burada yaptıklarının bir benzerlerini orada da yapacak. Kadir için köy bir nevi staj yapma yeri gibi oluyor.

 

102

İki ay süreli okul tatilinin bitimi yaklaştı. Eylül ortalarında öğrenciler yeni ders yılı için derslerine başlamış olacaklar. Bunun için Ayşe Anne hazırlıklarını bitirmek üzere. Kadir için yapılacak bir hazırlık yok. O yatılı bir okulda okuduğu için tüm giderleri okulca karşılanmakta. Ama Mustafa ve Celal için yıl içinde yiyeceklerinin büyük bir kısmının köyden hazırlayıp götürmeleri gerekiyor. Tereyağı, peynir, bulgur, dövme, un gibi malzemeler hazır durumda. Bu önümüzdeki cuma günü atlar ve katırlarla yola çıkıyoruz.

Bu kez buruk duygularla köyümden ve ailemden ayrılıyorum. İçimde tarif edemeyeceğim bir sürü kuşkular var. Bu küçük beynim bunları çözmeğe yetmiyor. Aylaz Babamın söyledikleri de beni inandıramadı. Bu karmaşık duygular içinde okuluma dönüyorum. Acaba bu duygular beni orada rahat bırakacak mı? Bazen içimde okulumu bitirinceye kadar kafama bir şeyler takmamağa karar veriyorum ama bu kararıma sonra da uyamıyorum. Küçük olmak bir şeyleri bilmemek de zormuş. Öğretmen olunca dünyam değişecek gibi geliyor bana. O zaman kimselere sormadan her şeyi kendi çabalarımla öğrenebilirim. Öğretmen her şeyi bilen insandır. Ben öğretmenlerime bu gözle ve bu yargılarla bakıyorum. Onlar kolay kolay yanılmazlar. Öğreten insan doğru yolu bilen insandır. Bu duygular içinde yola çıkarken köyüme içimden gelmeyerek veda anlamlı bir el salladım ve sonra da kardeşlerimle birlikte yollara düştük.

Dört –beş saat kadar süren bir yolculuktan sonra ilçe merkezindeyiz. Burada da evimiz olunca artık şehri de kendimize ait bir yer gibi görmeğe başladım. Bizi getiren

103

hizmetkar hayvanlarını alarak aynı gün köye geri döndü. Bu geceyi kardeşlerimle birlikte burada geçirdikten sonra ben de yarın yola çıkıyorum. Pazar günü okulda olmam gerekiyor. Yolları öğrendiğim için artık refakatçiye ihtiyacım yok.

Planladığım şekilde bir sıkıntı yaşamaksızın Pazar günü okuluma ulaştım. Arkadaşlarımın da nerde ise tamamı gelmiş durumda. Geçen bu süre içinde okulumuzda herhangi bir değişiklik görmedim. Yatakhanelerimiz, dershanelerimiz son bırakıp gittiğim gibi duruyor. Geçen yılkı sınıf arkadaşlarımla birlikte bu yıl 2A sınıfındayım.

Bu yıl okulumuza yeni kaydolanlar bizler gelmeden mercimek yolma ve ekinleri biçme işini bitirmiş olduklarından bize fazla bir iş kalmamıştı. Yine arada sırada mutfakta, patates soyma, ıspanak ayıklama ve soğan doğrama gibi basit işler oluyor. Onlara da alıştığım için artık pek zorlanmıyorum.

Yeni gelen öğretmenlerimizle de yeni yeni tanışmağa başladık. Geçen yıla göre fazla değişen öğretmenimiz yok.

Normal derslerimizin dışında okulda özel etkinlikler de oluyor. Arıcılığa, tavukçuluğa, özel müzik eğitimine, fotoğrafçılığa ilgi duyan öğrenciler için çok imkanlar var. Ben bu yıl normal derslerimin dışında mandolin kursu ile fotoğrafçılık kurslarına katılmak istiyorum. Bu tür etkinliklere katılmak için özel bir seçim olmuyor. Her öğrenci kendini yetenekli gördüğü kurslara katılabiliyor. Hiç bu tür kurslara katılmayan arkadaşlarımız da var. Bazı arkadaşlarımız spora meraklı olduğu için ona ağırlık veriyorlar. Spor konusunda kendimi son derece yeteneksiz görüyorum. Futbol sahalarında bir topun arkasında saatlerce koşmak bana haz vermiyor. Basket ve voleybol sporları

104

futbola göre daha çok beceri isteyen sporlar. İlerde beden eğitimi öğretmenlerimiz bana sporu sevdirmeyi başarırlarsa seçimim basket olur. Pinpon da çok sevdiğim bir spor. Sıra bulduğumuz zamanlarda ara sıra arkadaşlarımla oynuyorum. Biraz da bu spora karşı yeteneğim var gibi. Çoğu zaman bu spora birlikte başladığımız arkadaşlarımı yenebiliyorum.

Derslerimiz bütün şiddeti ile devam ediyor.Bana zor gelen yapamayacağım hiçbir ders yok. En çok da matematik dersi bana haz veriyor. Zor problemleri çözdüğüm zaman kendimi bir kahraman gibi görüyorum. Arkadaşlarımda matematikteki başarımı bildikleri için çözemedikleri problemleri bana soruyorlar. Matematik öğretmenimin bana yaklaşımından da beni başarılı bulduğunu anlıyorum. Bazen tahtaya bir problem yazıp “bunu kim çözecek?” dediği zaman iki- üç kişiden fazla parmak kaldıran olmuyor. O iki üçü kişiden biri de ben oluyorum.

Kimya öğretmenimizin anlatım tarzı pek hoşuma gitmiyor. Sinirli ve agresif bir yapısı var. Soru sormağa korkuyoruz. Konuları anlayıp anlamadığımızı kontrol etmeden çok hızlı bir şekilde anlatıp geçiyor. Onun için de sınavlarda öğrenciler genelinde başarısız oluyor. Bu derste umduğum güzel notları alamıyorum. Gizli rekabet halinde olduğum diğer arkadaşlarım da benim gibi.

En sevdiğim öğretmenlerimden biri de tarih öğretmenimiz. Çok hoş görülü ve sevecen bir hali var. Öğrencilere kızıp bağırmaz ve küçük yaramazlıkları da hoş karşılar. Onun da en tipik özelliği dersinde kravat takmayan öğrencileri eleştirmesi. Bu nedenle de tarih derslerimizin olduğu günlerde diğer sınıflarda bulunan öğrenci arkadaşlarımızda ödünç kravat alıyorduk. Bazen kravatı

105

olmayan öğrencileri derse almadığı günler de oluyordu. Zaman içinde hepimize kravat takmaya alışkanlık haline getirmeyi başarmıştı.

Okulda en korktuğumuz öğretmen müdürümüzdü. Son derece soğuk ve sinirli bir yapısı vardı. Öğrencilerin arasına karışmaz sürekli odasında oturur dururdu. Derslerimize gelmemesinden dolaylı da sevinirdik.

Bu yıl beni tek rahatsız eden şey ayda bir gelen yemekhane nöbetleriydi. Nöbetçi olan öğrenci bir hafta boyunca derslere girmeksizin yemekhanede temizlik işlerine yardım ediyor. Yemek masalarının silinip temizlenmesi, yerlerin süpürülmesi, yemek saatlerine yakın zamanlarda yemek masalarının hazırlanması hep nöbetçi öğrencinin görevidir. Nöbet süresince derslere giremediğimiz için işlenen konulardan geri kalıyoruz. Sonraki haftalarda biz yokken işlenmiş konuları öğrenmekte zorluk çekiyor ve sıkıntı yaşıyoruz. Köy Enstitüsü öğrencisi yaparak ve yaşayarak öğrenmek zorunda olduğu için bunlar eğitimin bir yöntemi olarak görülüyor.

Okulda diğer önemli bir sorunumuz verilen yemeklerin bizlere yetmemesi. Çoğu zaman yemek masasından aç kalktığımız günler oluyor. Sürekli ıspanak, pırasa, kapuska gibi öğrencilerin sevmediği yemeklere çıkıyor. Yemeklerin piştiği mutfaklar yeteri kadar temiz değil ve orada çalışan işçiler temizliğe dikkat etmiyorlar. Bazı günler sabahları çıkan o kurtlu zeytinleri ve fare pisliği çıkan çorbaları yiyemeden sadece çeyrek ekmekle kahvaltı yaptığımız günler oluyor. Bu tür olumsuz şeyleri yaşamasak okulumuz çok güzel.

 

106

Yatılı okullar zaman içinde bir aile yuvasına dönüşüveriyor. Yılın her gününün yirmi dört saatini birlikte geçiren öğrenciler arasında normal arkadaşlığın dışında başka duygular gelişiyor ve herkes birbirini bir kardeş gibi görmeğe başlıyor. Eğitim süresince hiç ailesinin yanına gitmeden okulunu bitiren arkadaşlarımız da oluyordu.

Köyüm artık fazla ilgimi çekmemeğe başladı. Bu nedenle de bu yıl tatilimi okulda geçirmeyi düşünüyorum. Son zamanlarda yaşadığım bazı olaylar nedeniyle aileme, köyüme karşı içimde bir soğukluk oluştu. İçimdeki kuşkular, acabalar beni yorup duruyor. Belki oraları görmezsem bu tür duyguları da yaşamam diye düşünüyorum.

Şu an öğretim yılının yarısı bitmiş durumda. Bir hafta sonra karne tatilimiz başlıyor. Bakıyorum tatilini memleketinde geçirmek isteyenlerin sayısı çok az. Nerede ise öğrencilerin tamamı tatilde buradalar. Geçen yıl da karne tatilimi okulda geçirmiştim. Bu yıl da gitmeyi düşünmüyorum. Zaten mevsim de yolculuk yapmağa uygun değil. Oldukça şiddetli bir kış yaşıyoruz. Zaman zaman Sivas-Tokat yolunda Çamlıbel denilen yerde yol kapanıyor. Benim ilçemin kış aylarında yollarının hiç açık olduğunu duymadım Bu karne tatilinde de yine arkadaşlarımla buradayım. Kış mevsiminde okulda yapılacak işler olmayınca öğrenciler genelinde dershanelerinde zamanlarını ödevlerini yapmak ve ders çalışmakla geçiriyor. Öğrenci arkadaşlarımla birlikte olunca tatiller bana sıkıntı vermiyor. Mandolin çalmasını da öğrenince artık kendi kendime eğlenebiliyorum. Sıkıldığımız zamanlarda da özel kurslara katılma imkanımız olduğu gibi birlikte şarkılar ve türküler söylediğimiz anlar da oluyor. Okulumuz tatillerde bir

107

eğlence merkezi gibi. Bu nedenle öğrencilerin büyük bir bölümü genel tatil günlerinde de memleketlerine gitmiyorlar.

Bugün itibariyle on beş gün sürecek olan karne tatilimiz başladı. Memleketi çok yakın olan arkadaşlarımız tatillerini geçirmek üzere kar kış demeden gittiler. Çoğunluk okuldayız. Öğle yemeğinde yemekhanenin eskisi gibi dolu olduğunu gördüm. Boş masa sayısı on beş -yirmiyi geçmez. Öğretmenlerimizin aileleri ve evleri okul içinde olduğundan onlardan da tatile çıkan çok az oluyor.

Bu akşam etüt saatinde tarih öğretmenimizin nöbetçi olduğunu gördüm. O anda uzun süredir kafama takılan soyadı konusunu ona sormak aklıma geldi. Bir hafta önce de cumhuriyet tarihi dersinde soyadı kanununu anlatmıştı bizlere.

Eskiden soyadı yerine sülaleyi tanıtan mahlaslar ve unvanlar kullanılıyormuş. Bu bir takım karışıklıklara neden olduğu için I928 yılında soyadı kanunu çıkmış ve her isteyen kendisi için bir soy adı seçmiş.

Öğretmenime bir ailede yaşayan herkesin soyadının aynı olup olmayacağını sorduğumda öğretmenim aynı ailede yaşayan herkesin soy adlarının aynı olacağını, ama belirli bir yaşa ulaştıktan sonra farklı soy adları alabileceklerini söyledi. On sekiz yaşını bitirenler dilerlerse mahkeme kararı ile soy adlarını değiştirebiliyorlarmış.

Benim durumumun öğretmenimin anlattıklarına uymadığını gördüm. Aynı ailedeyiz ama benim soyadım kardeşlerimin soyadına benzemiyor. On sekiz yaşını da doldurmadığıma göre soy adımın kardeşlerimle aynı olması gerekir. Nüfus cüzdanımı görmediğim için anne ve babalarımızın aynı olup olmadığını da bilemiyorum. Onu da

108

okul idaresinden nüfus cüzdanımı görebilirsem o zaman öğreneceğim.

Öğretmenimin bu açıklamalarından sonra zihnimde kuşkular daha da çoğaldı. Ben aklım erdi ereli o ailede kardeşlerimle birlikte büyüdüm. Benim farklı bir annem ve babam olsaydı onları görmem gerekirdi. Ben bu yaşıma gelince kadar ailem içinde yabancı bir kimseyi görmedim. Aileye yabancı olan tek kişi Aylaz Baba idi. Onun da soy adadı benim soyadıma uymadığı gibi ailemin de soy adına uymuyordu. Ortada aydınlanması gereken çok karışık bir durum var. Ben o ailenin çocuğu değilsem o ailenin içine nasıl girdim. Şimdi boş zamanlarımda ve akşam yatağıma yattığımda bunları düşünüyorum. Bunu bana anlatacak tek kişi İsmail Babam ya da Aylaz Babamdı. Aylaz Babam bu konuda bana inandırıcı bir açıklama yapamadı. Belki bilmiyordu belki biliyordu da yapmadı. Verdiği cevaplar bana pek inandırıcı gelmedi. Sorularım karşısında paniklemiş bir hali vardı. Bir dahaki karşılaşmamızda İsmail Babama ve Ayşe Anneme de bu durumu soracağım. Elbet birisi bana gerçeği anlatacaktır. Son umudum İsmail Babamdı.

Bir çocuk az çok aileden birilerine benzemesi gerekir. Ailemin bütün fertleri gözlerimin önüne geliyor ben onlardan hiç birisine benzemiyorum.

İsmail Babam ince uzun boylu, esmer, kafasına göre kulak kepçeleri büyükçe, uzun suratlı, çatık kaşlı, burnunun alt kısmı bıyık bölümünü kapatacak biçimde geniş,burnunun rengi de yüzünün rengine göre daha koyu. Çok az konuşan ve çok baskıcı birisi.

 

109

Ayşe Annem kısa boylu, şişmanca, elmacık kemikleri çıkık ,ince dudakları olan çok otoriter bir hanım. Gençliğini bilemiyorum ama şu an güzel diyemem. Güldüğünü çok az görüyoruz. Çocuklara karşı çok sert ve hoşgörüsüz. Ailede tüm yetkiler onun elinde. İsmail Babam dahil hiç birimiz Ayşe Anneme ters bir davranışta bulunamayız. Ailenin en güzelleri ablalarım. İkisi de bir birine benziyor. Küçüğünün adı Havva büyüğünün adı ise Nutfiye. Yaş farkı olmasa ikiz gibiler. Saçları, gözleri, incecik vücutları ve uzun boyları ile evin içinde sanki iki ayrı melek. Aileye karşı son derece saygılılar ,bizlere karşı da çok sevgi ile yaklaşıyorlar. Onlara evin tek neşesi tek süsü diyebilirim. Ama onların da bana benzer bir yönlerini göremiyorum. Benim dışımda aile bireyleri arasında az çok benzerlikler var. Mevla’m her nedense beni farklı yaratmış. Okulumda da öyle bana benzer bir öğrenci göremedim.

Mustafa Ağabeyimle Celal de birbirlerine pek benzemiyorlar. Mustafa Ağabeyim fiziki yapı olarak Mustafendi Dedeme daha çok benziyor. Ama huyları dedemden farklı. Güler yüzlü,sevecen ve bizleri koruyup sahip çıkan bir ruh yapısına sahip. Celal’in kıskanç ve uyumsuz birisi. Fiziki yapı olarak da İsmail Babama daha çok benziyor. Aile bireyleri arasında az çok birbirlerine benzer özellikler görebiliyorum. Ailede hiç birisine benzemeyen birisi var o da benim.

Sarı saçlı, mavi gözlü,yuvarlak suratlı bembeyaz cildi olan birisiyim. Huylarım da aile bireylerinden çok farklı. Diğer kardeşlerimden daha yakışıklı olduğumu söyleyenler de var. Ortakçılarımızın hanımları ve çocukları beni diğer kardeşlerimden daha çok severler. Böyle garip karmaşık bir

110

ortamda şaşırıp kalmış birisiyim. Aile ortamında bana olan ilgiyi görünce de her şeyi unutuveriyorum. Aile içinde birey olarak diğerlerinden bir farkım yok. Şimdiye kadar hiç kimseden en küçük bir ayrım hissetmedim.

Ben kimim, gerçekten bu ailenin bir çocuğu muyum yoksa bu aileye dışarıdan katılmış bir yabancı mıyım?.Cevaplanması gereken o kadar çok soru var ki, bunlara sağlıklı cevap verecek birisini bulamıyorum. Herhalde bunları öğrenebilmem için biraz daha büyümem gerekiyor. Aylaz Babamın imaları da bu yönlüydü. Bana açıkça söylemediklerine göre herhalde geçmişimle ilgili önemli sorunlar var. İyi şeyler olsa mutlaka gururla anlatırlardı.

Köyüme her gidişimde bu psikolojik sorunları yaşadığım için genel tatillerde okulda kalmayı düşünüyorum. Hatta okulu bitirinceye kadar gitmesem de olur. Ailemin bana büyük ihtiyaçları kalmadı. Artık o ilk yıllarda duyulan memleket ve aile özlemleri de gün geçtikçe azalıyor.

Okulumuzdaki yaşam biçimi de güzel. Çoğu zaman kendimizi bir aile ortamındaymış gibi kabul ediyoruz. Sürekli aynı dershanelerde ,aynı yemekhanelerde ve aynı yatakhanelerde birlikte olunca bir bağlılık oluşuyor. Birbirimizi bir ailenin çocukları gibi görüyoruz. Zaman zaman sosyal etkinlikler olunca ortam daha da güzelleşiyor. Öğrencilerin konserleri, tiyatro oyunları, folklor gösterileri okuldaki monoton yaşamı bozmağa yetiyor. Ara sıra komşu illere toplu geziler yapıldığı da oluyor.

Okulumuza yakın iki il var. Bir Tokat diğeri ise Sivas . Yaz tatillerinin birinde ilk okul dışı gezimizi Tokat’a yaptık. Tokat Sivas tan sonra gördüğüm ikinci büyük şehir. Tokat

111

yeşilliği bakamından bizim ilçemize benziyor. Şehrin Turhal tarafına doğru uzanan alan kiraz bahçeleri ve şeftali bahçeleri ile süslü. Bu alanda insan yeşilin her tonunu görebiliyor. Bir tarafta kilometrelerce uzanan Tokat Kirazı bahçeleri, bir tarafta elma ve şeftali bahçeleri bu alanı cennete çevirmiş. Kiraz mevsiminde gittiğimiz için bol bol kiraz yeme şansımız da oldu. İlk kez meyveye burada doyduğumu hatırlıyorum. Kızılırmak tan sonra gördüğüm ikinci bir nehir olan Sakarya nehri Tokat’ın yeşil bahçelerine ayrı bir canlılık kazandırmış.

Tokat için söylenmiş “Tokat’ın her yanı al yeşil bağlar, içinde oturan beyler paşalar” türküsü Tokat ın güzelliklerini anlatmağa yetiyor.

Tokat küçük bir şehir olduğu için şehri gezmek fazla zamanımızı almadı. Şehrin tek bir caddesi var. Sivas yolunun bir devamı gibi olan o cadde Turhal tarafına doğru uzayıp gidiyor. İlk kez bir müzeyi de burada gördük. Müze fazla ilgimizi çekmedi. Tarihi eserler çok eskiye dayandığı için sağlam hiçbir şey yok. Çanak, çömlek kırıkları ve taş sütunlardan başka dikkat çekici bir eser göremedik.

Dönüşümüzde Çamlıbel Dağların da bir molamız oldu. Bu dağların da kendine özgü ayrı bir güzelliği var. Yemyeşil çam ormanları bir gelin duvağı gibi Çamlıbel Dağlarını sarmış ve her tarafını yeşile boyamış. Bu dağlar aynı zamanda büyük halk ozanımız Dadaloğlu’nun vatanı yurdu. “Silah icat oldu mertlik bozuldu” diyen şairimiz bir zamanlar bu dağların tek hakimimiymiş Burada şairimizi görmesek de hayalini görür gibi ,sesini duyar gibi olduk.Bu ilk gezimiz aynı gün okula dönmekle bitmiş oldu. Tokat okulumuza yakın bir mesafede olduğu için gezi bizi yormadı. Değişik

112

bir yer görmüş olmamızdan dolaylı geziye katılan tüm öğrenciler mutlu bir gün yaşamış olduk..

Gezmek de öğrenmenin bir yolu. Bir ilimizi ve Çamlıbel Dağları’nı bu gezimizle tanıdık ve öğrendik. İşte köy enstitülerinin tipik özelliği de bu. Çok şeyleri yaşayarak ve görerek öğrenmek. Biz Tokat’ı ve Çamlıbel Dağları’nı kitaplardan okuyarak da öğrenebilirdik ama bu öğrenme görerek öğrenme kadar etkili olamazdı. Her şeyi yaşayarak ve yaparak öğrenmek hem öğrenimi kolaylaştırıyor hem de hafızalarda daha uzun süre kalıcı olmasını sağlıyor.

İki yıl üst üste yaz tatillerinde köyüme ve ailemin yanına gitmedim. O yıllarda telefon olmadığı için iletişim mektuplar aracılığı ile oluyordu. Kardeşlerim okul dönemlerinde şehir merkezinde oldukları için rahat mektuplaşabiliyorduk. Ben onlara yazıyordum onlar da durumumu babama ve anneme bildiriyorlardı. Tek haberleşme aracımız mektuplardı. Aileden birisinin buralara kadar gelip beni ziyaret etmelerini ben de istemiyordum. Aslında ta buralara kadar gelip beni ziyaret edecek kimse de yoktu. Ne Aylaz Babam ne de İsmail Babam gelebilirlerdi. Böyle bir ziyaret de beklemiyordum zaten. Gelen bir öğrenci velisinin okulda konuk edilmesi için imkanlar bulunmadığından aynı gün geri dönmesi gerekiyordu. Bu tür bir ziyaret gelenler için çok yorucu olduğundan okula öğrenci velisinin geldiğini hiç görmüyorduk.

Bu sene okula gelişimin dördüncü yılındayım. Okulun ortaokul kısmı bitti şimdi aynı okulun lise kısmını okuyoruz. Derslerimiz bir hayli ağırlaştı şimdi daha çok çalışmamız gerekiyor. Öğrenciler artık bu bilince ulaştığı için sorumluluklarını biliyorlar. Boş zamanlarımızı

113

değerlendirecek sosyal etkinlikler az olduğundan ders çalışmak bizlere bir eğlence gibi geliyor.

Uzun süredir memleketime gitmediğim için yıl sonunun bitmesini heyecanla bekliyorum. Bu tatil benim için çok önemli sonuçlar doğuracak gibi. Yıllardır kafamı kurcalayan ve cevapsız kalan sorular bu tatil de cevaplarını bulacaklar sanıyorum. Beni tanımayan ve tanıyan herkese benim kim olduğumu soracağım. İsmail Babamın ortakçılarına ve köyümüzde bulunan diğer ailelere aklıma gelen her şeyi sormak istiyorum. Mutlaka bir bilen karşıma çıkıp gerçekleri bana anlatacaktır. O kadar da esrarengiz bir insan değilim. Şu an on yedi yaşlarında olduğuma göre köyün yaşlıları hatta orta yaşlıları bile benim çocukluğumu hatırlayacaktır. Artık büyüdüğüme göre Belki Aylaz Babam da İsmail Babam da başkalarına sormama gerek kalmaksızın beni bana anlatacaklarını sanıyorum.

Yarın tatil başlıyor. Öğrencilerde büyük bir heyecan ve hazırlık var. Mezun olan ağabeylerimiz için özel bir gün düzenlenmiş. Bu akşam onları şarkılarımızla türkülerimiz ve oyanlarımızla yeni görevlerine uğurlayacağız. Bu gelenek her yıl devam ediyor. İki yıl sonra da sıra bizim dönemde. Bu akşam eğlencemiz için ağabeylerim kadar ben de heyecanlıyım. İlk kez mandolin korosunda görev almamın telaş ve heyecanı var. Sahnelere çıkacak kadar mandolini ilerletmiş bulunuyorum.

Bu tür eğlenceye yönelik günlerimizde klasikleşmiş bir program uygulanmakta. Dışarıdan sanatçı getirme imkanı olmadığı için tüm programın yükü öğrencilerin üzerine düşüyor. Bu kadar büyük bir öğrenci kitlesinin içinde

 

114

değişik yeteneklere sahip çok sayıda öğrenci arkadaşlarımız var.

Büyük bir gurubu üç dört saat kadar eğlendirecek öğrenci gurubu her an hazır. Güzel bağlama ve mandolin çalanlar, profesyonel ses sanatçıları aratmayacak kadar şarkı ve türkü söyleyenler ,yetişmiş bir milli oyun ekibi toplumu eğelendirmeğe yeterlidir. Bu geceyi kutlayıp ağabeylerimizi uğurladıktan sonra tatil yapmak üzere memleketimin yollarında olacağım.

Kardeşlerimin okulları da yeni bitmiş olduğundan köye gitmeyip beni bekleyecekler.

Onlara söz verdiğim günde yine aynı evlerinde birleştik. Kardeşlerimi değişmiş ve büyümüş olarak gördüm. Dışarıda görsem belki tanıyamazdım. Onlar da benim için aynı şeyleri söylüyorlar. Ayşe annemde büyük bir değişiklik görmedim.

Bugün köyden gelip bizleri götürecek olan atlarımızı bekliyoruz. Artık atlara ve eşeklere binmesini de öğrendik. Bir zamanlar düşeriz diye korkuyorduk. Şimdi ne kadar hızlı giderlerse gitsinler hiç birimiz korkmuyoruz

Biz içerde hazırlıklarımızı yaparken kapının önünde birtakım acayip sesler gelmeğe başladı. Merak edip dışarı çıktığımda birden ne göreyim: Kapımızın önünde büyükçe bir sarı traktör çalışıp duruyor. Kullanıcısını da tanımıyorum. Biraz sonra kardeşlerim ve Ayşe annem geldiler. Onlar traktörün geleceğini biliyorlarmış. Sürpriz olsun diye bana söylememişler.

Çalışırken yanına yaklaşmağa korktum. İstop ettikten sonra kardeşlerimle birlikte traktörün etrafında dönüp duruyoruz. Bir hayli heybetli. Üst kaportasının ön kısmında

115

da Honomak yazıyor. Bu isim traktörün markası olsa gerek. Arkasında da kocaman bir arabası var. Daha önce de şehir içinde başka tip traktörler görmüştüm,. Ama hiç birisi bu kadar büyük değildi.

Ulaşımda kullanılan atların eşeklerin artık devri bitiyor gibi. Bundan böyle atımız eşeğimiz otobüsümüz. kamyonumuz bu traktör olacak. Ne gibi maharetlerini olduğunu henüz bilmiyorum. Arkasında arabası olduğuna göre kamyon gibi yük ve yolcu taşıyabilecek. Bugünün yolcuları bizleriz. Eşyalarımızı traktörün arkasında bulunan arabasına yükledik. Artık çok sayıda eşya taşıyabileceğiz. Atlar eşya taşımaya pek uygun olmuyordu.

Bir saatin içinde hazırlıklarımızı tamamlayarak traktörün römorkuna bindik. Yeni kaptanımız traktörün üstünde traktörü çalıştırmağa uğraşıyor. Büyük bir gürültüden sonra traktörümüz çalıştı. Şimdi şehrin sokaklarından geçerek köyümüze doğru uzanan yolun başlangıcında hızla gidiyoruz.

Bu yolculuk at ve eşeklerle yapılan yolculuğa hiç benzemiyor. Beş dakika içinde şehrin bir hayli dışına çıktık. Kamyonların hızına yakın bir hız yapabiliyor. Biz traktörün arkasındaki römorkta kırları ve dağları seyrederek gidiyoruz. Bu gittiğimiz yolu ilk defa görüyorum. Atlarımızla gittiğimiz zaman Sazcağız yolunu kullanıyorduk. Bu kez takip ettiğimiz yol eskisine göre daha uzun ama traktörün gidebileceği şekilde düz bir toprak yol. Gördüğümüz alanlar da birbirinden farklı. O ilk yolumuz daha dağlık ve daha sarp yerlerden geçiyordu. Özellikle Sazcağız Köyünden sonraki yol bana çok sıkıcı gelirdi. Kayalardan,taşlı yollardan başka

 

116

bir şey göremezdik. İnce patika bir yola atlarımız bile zor uyum sağlardı.

Bu kez yolumuz şehrin devamı gibi görünen köylerin içinden geçiyor. Önce Gübün sonra Telin denilen köylerin bahçeleri arasında güzel manzaraları seyrederek hızla ilerliyoruz. Sağımız solumuz yemyeşil kayısı bahçeleri ve bahçeleri ikiye bölerek yola paralel şekilde uzanan büyük bir akarsu var. Sonradan bu akarsuyun Fırat Nehri’nin bir kolu olan Tohma Çayı olduğunu öğreniyorum. Bu güzel manzaralı yolumuz yaklaşık yarım saat kader sürdükten sonra birden bire yolumuz çirkin bir bozkır alana çıkıyor. O güzel kayısı bahçelerinin süslendiği alan artık arkamızda kaldı. Ama yol traktörün gitmesine uygun düzgün bir yol. Manzaramız iyi olmasa da traktör yolculuğunun verdiği rahatlıktan dolayı bir şikayetimiz yok.

Bir süre sonra uzaktan bir köy görünüyor. Kaptanımız görünen köyün Yuva köyü olduğunu söylüyor. Köyün içinden geçerken kaptanımız evlerinin önünde oturmakta olan birkaç köylü ile selamlaşıp yolumuza devem ediyoruz. İçimden köy çeşmesinin önünden geçerken kaptanımızın kısa bir mola vermesini bekliyordum. Kaptanımız traktör kullanmanın zevkine kapılmış olacak ki mola vermek aklına gelmedi.

Şimdi biraz uzağımızda bir başka köy görünmeğe başladı. Belki orada kaptanımız bir mola verir diye düşünüyordum o da olmadı. Köyü ıskalayarak yolumuza devam ediyoruz. Bu köyün adı da Külahlı köyü imiş. Külahlı Köyünü iki km kadar geçtikten sonra nihayet uzaktan köyümüz göründü. Eskiden dört beş saat süren yolculuğumuz bu kez bir buçuk saatten kısa sürdü.

117

Bu yolculuktan sonra traktörü daha çok sevmeğe başladım. Köye indiğimizde bizi ablalarım ve İsmail Babam karşıladılar.

Kardeşlerimde benim gibi yedi sekiz aydır ablalarını görememişlerdi. Bu kadar uzun ayrılık haliyle özlemleri güçlendiriyor.

Karşılama ve özlem giderme merasimimiz bir on dakika kadar sürdü. Sonra traktörü boşaltarak evin içinde sohbet ediyoruz.

Uzun süre görüşülmediği için herkes bir birini değişmiş olarak görüyordu. Bu sıcak aile yuvasında bu sıcak ilgi karşısında ben de onlara kavuşmaktan dolayı çok mutlu oldum. Ailemin şahsıma yönelik tavırlarında beni rahatsız edecek en küçük olumsuz bir davranış görmedim. Herkes özlemlerini en güzel şekilde gösterdi. Büyük baba ve büyük anneyi ziyaret ettiğimde büyük baba beni tanıyamadı ve kimin oğlu olduğumu eşine sorarak öğrendi. Büyük anne sarılıp öptükten sonra bana her zaman odalarında hazır olan helvalarından ikram ettiler. Onlardan ayrıldıktan sonra Aylaz Babamın yanına gittim.

Onun geleceğinden haberi yoktu. Her zaman olduğu gibi ağılların yanındaki özel evinde kalıyordu. Beni karşısında görünce hayretini belirtilen yüksek sesli bir nara attıktan sonra uzun uzun sarılıp öptü ve sonra da iki eliyle kollarımı tutarak:

Ne kadar çok değişmiş ve yakışıklı bir delikanlı olmuşsun. Az daha seni tanıyamayacaktım. Görüşmeyeli iki yıl oldu. Bir çocuk iki yılda bu kadar değişir miymiş? Sanki o eski Kadir gitmiş yerine genç bir delikanlı gelmiş. Ben seni

 

118

hala o çocuk halinle hatırlamağa çalışıyordum. Birden karşımda uzun boylu Kadir’imi görünce şaşırdım”

Aylaz Baba ben çok iyiyim ve okulumda çok güzel gidiyor. Bu güzelliklere hep senin ve İsmail Babamın çabaları ile ulaştım. İkinizi de sağlıklı görmek beni çok mutlu etti. İki yıl öncesine göre bir değişiklik görmedim. Sen olmasan herhalde bugün bir başkasının çobanı olacaktım. Yıllar geçtikçe senin büyüklüğünü bana olan sevgini daha çok anlıyorum. Beni bu duruma getiren senin bana olan sevgindir. Okumam için gösterdiğin çabaları hiç unutmuyorum ve bir ömür de unutmayacağım. Sen babaların en anlayışlısı ve en iyi düşünenisin. Benim geleceğim için en büyük çabayı sen gösterdin, bunun bilincindeyim. Seni çok seviyorum ama bir noktada sana bir sitemim var.

Hatırlar mısın bilmem? İki yıl önce sana bazı sorularım olmuştu. O zaman sorularıma verdiğin yanıtları o zamanki aklımla inandırıcı bulmamış ama inanmış gibi kabul etmiştim.

Sevgili Kadir’im aradan iki yıl gibi kocaman bir süre geçti. Ben neyi sorduğunu ve sana nasıl cevaplar verdiğimi hatırlayamıyorum. Biliyorsun benim bir tahsilim yok. Ben bir çobanım. Dağları, kırları, koyun ve keçileri sorarsan sana uzun uzun anlatırım. Ama benim alanım dışına çıkarsan sorularına cevap veremem.”

Aylaz Baba sorularım cevaplandıramayacağın cinsten sorular değildi. En iyi cevap vermen gereken sorulardı. O zaman bana büyüdüğün zaman her şeyi öğrenirsin demiştim, İşte büyümüş olarak bir kez daha karşındayım. Sevgili Aylaz Baba’mın beni aydınlatacak açıklamalarına ihtiyacım var.

119

Sevgili Kadir’im yeni geldin aceleci olma. Daha birlikte uzun günlerimiz olacak. Önce yorgunluklarını bir at, kardeşlerinle özlemlerini gider. Koyunları, köpekleri bir ziyaret et bakalım onlarda bir değişiklik görecek misin? Benim gözümde daha büyümedin. Hala ben seni çocuk olarak görüyorum. Anneler babalar öyleymiş onların gözünde çocukları hep çocuk olarak kalırmış. Ne zaman sınıfta seni bir öğretmen olarak görürsem o zaman büyüdüğünü anlarım. Öğrenciler her zaman çocuktur. En yüksek okullarda da okusan öğrenci olduğun sürece çocukluğun da devam eder. Öyle büyümeğe çok da heveslenme. İnsanın en güzel yılları çocuklukta geçen yıllardır. Ben o yıllarımı özlüyor ve arıyorum.

Benim mutlu olmamı istiyorsan bir an önce sorularıma cevap vermelisin. Bu konuda çok aceleciyim. O zaman bana büyüdüğün zaman her şeyi öğrenirsin demiştin. Bak ben artık büyüdüm ve bir delikanlı oldum. Yıllardır kafamı kurcalayan ve beni geceleri uyutmayan o sorumu tekrar soruyorum!

Sevgili Aylaz Babam ben kimim ? Senin mi, İsmail Babamın mı yoksa hiç bilmediğim bir başkasının mı çocuğuyum? Artık bu gizemi çözelim. Sanki bazı şeyleri açıklamaktan korkuyormuşsun gibi geliyor bana. Korkulacak bir şeyler olmasa gerek. Gerçeklerden korkulmaz, yalanlardan korkulur. Okulda bize böyle öğrettiler. Ben aklım erdi ereli sizlerle ve İsmail Babamlarla beraberim. Bu uzun dönemde farklı bir şeyler yaşasam benim de hatırlamam gerekir. Nüfus kayıtlarımızdaki farklılıklar beni düşündürüyor. Bu deşikliklerin farklılıkların nedenini öğrenmek istiyorum. Seni İsmail Baba’mdan daha kendime

120

yakın gördüğüm için kuşkularımı sana anlatıyorum. Bunu bana en güzel anlatacak olan sensin. İsmail Baba’mın karşısına geçip ona bu tür soruları rahat soramam. Sorsam bile o senin kadar tahammüllü olamaz. Şimdi baba oğul baş başa bunları tartışalım. Sen nereden başlamak istiyorsan oradan başla anlatmağa.”

Sevgili oğlum bunları öğretmen olmandan sonra sana anlatsam daha iyi olurdu. Sen daha çocuksun , seni üzecek en küçük şey okuldaki başarını etkiler. İnsanı başarıya götüren güzel duygulardır.”

Aylaz Baba benim yerimde olsan sanırım sen de benim gibi düşünürsün. Çocuk da olsam merak ettiğim bazı şeyleri öğrenemediğim zaman daha mutsuz oluyorum. Okulda iken bunları unuttuğumu sanma. Derslerde öğretmenlerimi dinlerken ve akşam olup da yatağıma girdiğim zaman zihnim hep o acabalarla meşgul. Bunları öğrenirsem daha rahat edeceğimi sanıyorum. Sana söz veriyorum anlatacaklarının hiç birisine üzülmeyeceğim.”

Sorularına nereden başlayarak cevap vereceğimi bilemiyorum. Üzülmeyeceğim desen de anlatacağım bazı şeyler seni üzecek. Hiç de anlatmak içimden gelmiyor. Bildiklerimizle bilmediklerimizle yaşasak daha iyi olur. Anlatacaklarım karşısında senin üzüldüğünü gördüğüm an ben senden daha çok üzülürüm. Şimdiye dek hiçbir yerde bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. Keşke bu soruları İsmail Babana sorsaydın. Ben daha sorularına cevap vermeden üzülmeğe başladım bile.

Senin çok ilginç bir maceran var. Anlatacaklarımdan dolayı sakın üzülme. Bebeklik dönemi olmasa da çocukluk döneminin büyük bir kısmını hatırlaman gerek. Seni üzecek

121

olan bebeklik döneminde yaşadıkların. Zaten hiç kimse de bebeklik döneminde yaşadıklarını hatırlayamaz. Ben bebeklik dönemi bir yana çocukluk dönemimde yaşadıklarımı bile hatırlayamıyorum. Bebeklik döneminin bir bölümünü hiç görmediğim için o döneme ait sana hiçbir şey anlatamayacağım. O dönemi bilen hiç kimse yok. Ben senin dört- beş yaşlarından sonra gördüklerimi ve yaşadıklarını anlatacağım. Geçmişte olan şeyleri üzülerek düzeltemeyeceğimiz için anlatacaklarımdan dolayı sakın üzülme.

Gerçeği söylemek gerekirse sen benim de İsmail Babanın da oğlu değilsin. Kimin oğlu olduğunu bir bilen de yok. Senin kimin oğlu olduğunu bilse bilse melekler bilir, onlara da sorma şansımız yok. Ama biz seni oğlumuz olarak kabul ettik; sen de bizleri baba olarak kabul et, başka şeyleri öğrenip üzülme.”

Aylaz Baba gerçekleri anlatmakta zorlandığını hissediyorum. Sen bildiklerini korkmadan ve üzülmeden anlat. Sen ne anlatırsan anlat ben yine seni ve İsmail Babamı baba olarak kabul edeceğim. Artık bazı şeyleri öğrenmemin zamanının geldiğine inanıyorum. Bugün olmasa bile yarın yine bunları bana anlatacak olan sen olacaksın.”

Bir çocuğun babası onu büyüten ve yetiştirendir. Bu konuda sana en çok emek veren ve seni bugünlere getiren İsmail Baban sonra da benim. Sen aileye dışarıdan gelen bir yabancısın. Seni bizlere tanrı gönderdi, melekler de getirdi. Senin gerçek annen ve baban şu karşıda gördüğün dağlar ve yaylalar.”

 

 

122

Kadir, Aylaz Babasının anlattıklarını pür dikkat dinliyor. Ama son cümlesini anlayamadı. Dağlar ve yaylalar nasıl benim annem, babam olabilir?

Böyle düşünürken Aylaz Babası tekrar söze başladı: “Ben seni bir akşam üstü güneş batarken o yaylalarda bir çoban döşeğinin üzerinde uyurken buldum. Hatta ben değil yanımda hiç ayırmadığım köpeklerim bulmuştu. Uzaktan onların bir cisim etrafında havlayarak döndüklerini görünce merak edip yanlarına gittim. Birden ne göreyim dünyalar güzeli bir çocuk çoban döşeği dediğimiz bir otun üzerinde yarı baygın bir şekilde yatıp duruyor. İlk önce hayal gördüğümü sanarak bir süre gözlerimi kapattım açtım. Gördüklerim hayal değildi. Sen öyle hareketsiz bir şekilde yatıyordun nasıl davranacağımı şaşırdım. . Eğildim nefesini dinledim ve kalp atışlarına baktım. Yaşadığını anlayınca kucağıma alarak seni uyandırmağa çalmıştım. İlk gözlerini açınca bir yadırgama duyarak bir süre ağladıktan sonra susup yine kucağımda uyumağa başladın. Seni tekrar uyandırarak koyunlardan sağdığım bir bardak taze süt içirdim ve sonra da kumanyamda bulunan yiyecekleri sana verdim. Çok acıkmış ve susamıştın ne verdimse yiyor ne verdimse içiyordun. Neden sonra kendine geldiğinde adını sordum. Anlaşılmayan bir kelime ile adını söyler gibi olmuştum. Söylemek istediğin o kelime “Kadir” kelimesine benzediği için adını Kadir koydum. O geceyi seninle birlikte dağlarda şu keçemin içinde kucak kucağa yatarak geçirdik. O kadar uykusuz ve yorgundun ki hiç uyanmadan sabaha kadar mışıl mışıl uyudun. Güneş doğduğunda seni uyandırıp kucağıma aldım. Bir süre koyunlara, köpeklere ve uzak dağlara doğru baktın ama hiçbir şey anlatamıyordun.

123

Bu köylere çok uzak bu ıssız dağların başına seni meleklerin getirdiğine karar verip sonra seni İsmail Babanlara teslim ettim. Bunu içimden isteyerek yapmamıştım. Seni o kadar çok sevmiştim ki çaresiz olduğum için İsmail Babanlara teslim etmek zorunda kaldım. Ben bir dağ adamıyım. Sana bakacak imkanlarım olsaydı seni kimselere vermezdim. Sen benim dünyamdaki en büyük varlığımsın. Sen bana o dağların ve yaylaların bir hediyesisin. Ben evlat sevgisini ilk kez seninle tattım ve seni kimselere bırakmak istemem.”

Kadir Aylaz babasının anlattıklarını duyunca donup kaldı. Bu anlatılanların hiç birini daha önce hayal bile etmemişti. Şu an beyni durduğu için bir yorum yapamıyor. İyi şeyler beklerken bunları duyunca şoka girdi. Hatta Aylaz Babasının söylediklerini duymuyor bile. Duydukları ona bir masal gibi gelmişti. Hatta bir ara Aylaz Babasının kendisine bir masal anlattığını zannetti. Bu anlatılanlar ciddi olamaz diye düşündü. Neden sonra kendine geldiğinde gözlerinden çeşme gibi akan yaşlar yanaklarını ıslatırken kalkıp Aylaz Babasına sarılıp hüngür hüngür ağlamağa başladı. Aylaz abası da onun gibi duygulanmış o da ağlıyordu. Bu karşılıklı ağıt sesleri uzun süre devam etti .

Onları teskin edecek ılık dağ rüzgarlarından başka kimse yoktu. Kadir’in çığlıkları dinecek gibi değildi. Kadir durmadan haykırıyordu. Anneciğim!.. Babacığım!.. Beni bu dağlarda kurda kuşa yem edecek ne suçum vardı? Sizde anne yüreği , sizde baba yüreği yok muydu? Bensiz o karanlık gecelerde rahat uyuyabildiniz mi? Bu küçük bedenim sizlere çok mu ağır geldi? Sizin bana yapmadığınız annelik babalık görevini şu çoban döşekleri yaptı. Gecenin karanlık

124

soğuklarında bu çoban döşeklerinin koynunda uyudum. Onlar sizden daha sıcak ve daha vefalıydı. Lütfen bu çığlıklarıma ses verin!..

Kadir’in bu acı çığlıkları gökyüzünün mavi boşluğunda kaybolup giderken Kadir yine o çoban döşeklerinin üzerine yığılıp kaldı.

Ağlamaktan ikisi de yorgun düşmüştü ki Aylaz Babası Kadir’i kolundan tutarak kendine doğru çekti ve bir kez daha sarılıp defalarca öptü.

Kadir sessiz ve sakin durgun bakışlarla Aylaz Babasına bakıyor ve başka sözleri olup olmadığını bekliyordu. Aylaz Babası o zoraki ağzından çıkan kelimelerle tekrar konuşmasını sürdürdü.

Seni köye getirdikten sonra İsmail Baban ve ben tüm komşu köylere haber yollayarak senin gerçek aileni aradık. Senin bulunduğun yer en yakın köye beş kilometre uzaklıkta bir yaylaydı.. Komşu köylerden yürüyerek bulunduğun o yaylaya gelmen imkansızdı. Olayı duyurmadığımız hiçbir yer kalmadı. Üç değişik aile gelerek sana sahip çıkmak istediler. Onların da gerçek ailen olmadığını İsmail Baban anladığı için seni vermek istemedi. Onların dışında da başka sana sahip çıkan olmadı. Sen o küçük bedenin ve o küçücük adımlarınla o kocaman dağları ve yaylaları aşarak o bulunduğun yere gelemezdin. Bunları düşününce seni bana Meleklerin getirmiş olduğuna karar verdim. Sen İsa Peygamber gibi tanrının oğlusun.”

Kadir duyduklarına inanmak istemiyor ama anlatılanlar da gerçekti. Aylaz Babası yanlış bir şey anlatmış olamazdı. Kendisinin de bir takım kuşkuları vardı ama hiç biri bu anlatılanlara benzemiyordu. Hareketsiz ve durgun

125

bakışlarla Aylaz Babasının yüzlerine bakıp duruyor. Anlatılanların hiç biri aklına uygun gelmemişti. Dört yaşındaki bir çocuk kuş olsa yine uçarak o uzak köylerden oraya gelemezdi. Bir anne baba öz çocuklarını getirip bu ıssız dağlarda kurda kuşa nasıl yem olarak teslim edebilir? Yine bunların içerisinde en mantıklı olanı Aylaz Babasının dediği gibi kendisini bu dağlara melekler getirmiştir.

Kadir o gece Aylaz babasının evinde Aylaz babası ile kaldı. Sabaha kadar uyuyup uyumadığını bilemiyor. Bütün gece o meçhul anne ve babasını düşündü. Karmaşık ve korkunç rüyalar birbirini takip ederek sabahlara kadar devam etti. Annesini ve babasını rüyalarında da olsa görmek istiyordu. Gördü ama yüzlerini göremedi. Koşarak onlara sarılıp öpmek istediyse de onlar kaçarak uzaklaştıkları için rüyasında bile anne ve babasını sarılamadı. Ömründe geçirdiği en kötü geceydi. Bazen ateş gibi yandı bazen da buz kesildi. Sabah kalktığı zaman Aylaz Babasına o bulunduğu yeri görmek istediğini söyledi. Aylaz babası da sürüyü alarak sabahın erken saatlerinde o dağlara ve yayalara doğru yürümeğe başladılar. Kendisine annelik yapan o yaylalar şimdi Kadir’e bir düşman gibi görünüyordu. Şu an annesi karşısına çıksa da bunları neden yaptığını anlatsaydı, belki onun anlattıklarına da inanmayacaktı. Çünkü gerçek bir anne bunları çocuğuna yapmış olamazdı. Bütün ihtimalleri düşündü ama hiç birisini aklı kabul etmediği için kabullenemedi. Hiçbir aklın kabul edemeyeceği garip bir hikaye ya da masal gibi bir olay. Acaba anne ve babasını birileri öldürüp kendisine kıyamadıkları için getirip bu dağlara mı attılar? Böyle bir düşünce ona daha mantıklı

 

126

geliyordu. O yaştaki bir bebek yalnız başına bu yaylalara gelemezdi. Mutlaka onu getiren birileri vardır.

Kadir bir yandan yürüyor bir yandan da uzakta ve yakında yerleşim alanları görmeğe çalışıyor. Bir kez daha Aylaz Babası ile ile buralara gelmişti. Bazı yerleri görünce hatırladı. Sonunda bulundukları yere gelince Aylaz babası Kadir e dönerek :

Şu karşıda gördüğün çoban döşeklerinin birisinin üzerinde yatıyordun. Ama hangimsi olduğunu çok zaman geçtiği için hatırlayamıyorum.”

Kadir gösterilen çoban döşeklerinden birinin üzerine oturarak uzakları seyrediyor. Görünürlerde hiçbir köy ve yerleşim alanı yok. Çok uzaklarda sıralanmış dağları, ve güneye doğru uzanıp giden yaylaları görüyor. Sağında ve solunda koşuşan kertenkeleler ve karıncalardan başka bir canlı yok. Bir de rüzgarın etkisi ile başlarını sağa sola saylayan kir çiçekleri var. Şu an üzerinde oturduğu bu çoban döşeği kim bilir kaç gece bana annelik görevi yapmıştır. Dili olsa da yaşadıklarımı bana antsa.

Çoban döşekleri bana annelik görevi yaptığınızı Aylaz Babamdan bugün yeni öğrendim. Bu yaylalarda nice insanları yataklık görevi yapan sizler benim gerçek annemden daha vefalısınız. O karanlık gecelerde beni koynunuzda sakladınız ve beni korudunuz. Sizlere sarılmak ve sizleri öpmek istiyorum” diyerek Çoban döşeğinin üzerine kapanıp uzun uzun ağladı. Ama çoban döşeği ona cevap verecek durumda değildi. Kadir, çoban döşeklerine olan borcunu onlara gözyaşları dökerek ödedi. O kadar kendinden geçmişti ki çoban döşeklerinin sert uçlarının kendisine verdiği acıları bile hissetmiyordu.

127

Kadir kendisine analık yapan o çaban döşeklerinin üzerinde otururken bir cesede dönmüştü. Hüzünlü gözlerle Aylaz babasına bakarak güzel bir şeyler söylemesini bekledi. Sanki Aylaz babası ona şaka yapıyormuş gibi geldi. Çünkü duyduklarının hiç birisini aklı kabul etmiyordu. Bir süre daha çoban döşeğinin üzerinde hareketsiz bekleyip durdu. Dalgın dalgın anlamsız bir şekilde uzaklara bakarken Aylaz babası ona moral vermek için yanına oturdu. Sonra da:

Benim yakışıklı oğlum sevgili Kadir’im biliyorum anlattıklarım sana gerçek gibi gelmedi. Bunu o anlamsız bakışlarından anlıyorum. Anlattıklarımın maalesef hepsi de doğru. Bunları kabullenmekten başka bir yolumuz yok. Ama sen annesiz ve babasız değilsin. Şu an senin iki baban var. Ben ve İsmail baban. Ayşe annen de senin öz annen gibi. Anne olmak için çocuk doğurmak şart değil. Gerçek anne ve baba çocuğunu büyüten ve yetiştiren insandır. Sen artık iki ailenin müşterek çocuğusun. Bu da büyük bir şans. Benim her şeyim senin için. İsmail Baban da hiçbir zaman seni evlatlarından ayrı tutmadı. Yaşadıklarınla sen de bunun farkındasın. Olmuş, yaşanmış ve bitmiş bir olay var. Artık bunu değiştirmeye hiç birimizin gücü yetmez. Ama şansın tamamen de kapalı sayılmaz. Sen de biz de araştırmalarımızı sürdürelim. Bakarsın günün birinde bir sürpriz seni anne ve babana kavuşturabilir. Keşke şu an annen yanımızda olsa da bunu nasıl yaptığını bize anlatsaydı. Onun neler yaşadığını ve hangi koşullarda bunu yaptığını bilmediğimiz için şu an o meçhul anneyi de suçlamak istemiyorum. Belki onun da kendisine göre haklı nedenleri vardır. Bunları ancak gerçek annenin bulduğun zaman öğreneceksin.” diyerek Kadir’i

 

128

elinden tutup kaldırdı ve birlikte sürünün arkasına takılarak köye doğru gidiyorlar.

Yol boyu Kadir Aylaz Baba’sının söylediklerini düşündü ama mantığı hiç birisini kabullenemedi. Bir anne ve baba dört yaşındaki bir çocuklarını dağlara bırakıp gidemezler. Bunun mutlağa akla ve mantığa uygun bir gerekçesinin olması gerekir. Belki Aylaz Baba’sının anlatmadığı, İsmail Baba’sının bildiği başka şeyler de vardır diye düşündü. Kadir yaşamında en mutsuz gününü yaşıyordu. Yürüyor ama bir şey duymuyor,bir şey görmüyordu.

Köye varınca Aylaz Babasına teşekkür edip İsmail Babasının evine gitti. Aile bireyleri hep bir arada kahvaltı yapıyorlardı. Kadir’i de davet ettiler ama Kadir’in isteği olmadığı için halı minderin üzerine oturup yaşadıklarını düşünmeğe başladı.

Yemekten sonra onunla ilk ilgilenen Ayşe annesi oldu. Kadir sen biraz ağlamışa benziyorsun.Gözlerin kıpkırmızı olmuş. Yoksa Aylaz Baban seni kıracak bir davranışta mı bulundu?”

Hayır anne ben bu gece ömrümün en kötü gününü yaşadım ve en kötü şeyleri duydum.

Kadir in bu sözleri üzerine herkes yemeklerini bırakıp Kadir in söyleyeceği diğer sözleri beklediler.

Kadir “Ben sizin gerçek çocuğunuz olmadığımı bugün öğrendim. Gözlerimdeki kızarıklar bugün yaşadığım hüznün işareti. Bunda sizlerin bir kusurlarının olmadığını biliyorum. Bilakis beni büyütüp bu günlere getiren de sizsiniz. Bir gün olsun beni şu kardeş bildiğim çocuklarınızdan ayrı tutmadınız. Ama kabullenemediğim bir

129

sürü şeyler öğrendim. Aylaz Babam bana bütün gerçekleri anlattı. Belki sizlerin de onun anlattıklarınıza bir takım katkılarınız olacak. Ne anlatırsanız anlatın gerçek ortada. Ben kayıp bir çocuk olarak ailenize girdim siz de bana kol kanat gerdiniz. İyi ki sizlerin eline düşmüşüm. Kötü niyetli insanların eline düşüp, hırsız, katil yada bir uyuşturucu bağımlısı da olabilirdim. Beni bu tehlikelerden siz ve Aylaz Babam kurtarmış. Beni dağlara, kurda, kuşa yem olarak bırakan o meçhul anneme ve babama bir sevgi duyamadığım gibi aşırı derecede nefret ediyorum. ”

Kadir’in bu durumunu sadece Ayşe Annesi ile İsmail Babası biliyordu. Ailenin diğer fertleri duydukları karşısında şaşırmış durumda babalarının neler söyleyeceğini bekliyorlar.

İsmail Babası Kadir i yanına çağırarak önce ona sarılıp öptü sonra da : “Aylaz Babanın sana gerçekleri olduğu gibi anlattığını sanıyorum. Bunları bizlerde yıllardan beri biliyoruz. Biraz daha büyüdükten sonra sana açıklayacaktık ama Aylaz Baban seni büyümüş görerek her şeyi anlatmış. Biraz acele etmiş gibi geldi bana. Aslında bende anlatmayı düşünüyordum da daha erkendir diye anlatmadım. Bütün bunları sana öğretmen olmandan sonra anlatacaktım. Sen bu üzüntüleri karşılayacak yaşta değilsin. Bunları öğrencilik yılların bittikten sonra öğrensen daha iyi olurdu. Artık geçmişini öğrenmişsin. Bundan böyle bunun geri dönüşü olmaz. Yaşananları senin de bizimde kabullenip yeni çözümler aramamız gerekir. Öğrendiklerinden etkilenip derslerini ihmal etme. Sen artık büyüdün ve genç bir delikanlı oldun. Yaşadıklarından dolayı kendini suçlayıp üzülme. Sen bizim öz evladımızsın, seni mahzun bakışlarla

130

inceleyen çocuklarımın kardeşisin. Bizler hiçbir zaman seni bir yábancı gibi görmedik. Harplerde ve çeşitli kazalarda anne ve babasını kaybedip yetim kalan çocukları da düşün. Sen onlardan çok daha şanslısın ve yetimliğini yaşamadın.

Aylaz Baban da bizim ailemizin saygın bir ferdidir. Sana neler anlattığını bilemiyorum ama ne anlatmışsa doğrudur. Seni bulup bize getiren ve senin yaşadıklarını ilk gören odur.

Sevgili oğlum bu anlatılanlardan çok etkilenmiş olduğunu görüyorum. Biz öz anne ve babanın bulunması için yapılması gereken çok işleri yaptık ama bir sonuç alamadık. Daha başka araştırmalar da yapılabilir. Bundan sonrasını yine birlikte yapmağa çalışırız. Seni doğurun bir annen ve bir de baban mutlaka vardır. Onları tanımadığımız ve yaşadıklarını bilmediğimiz için bir yorum yapamıyoruz. Çok değişik yorumlara açık bir olay. Şimdi yorumlardan giderek sonuca ulaşılabilir ama bu da sizi çok yorar. Bazı şeyleri zamana bırakmak gerek. Bu olayı bilen ve sizi gıyaben tanıyan çok insan var. Bakarsın günün birinde her şey aydınlığa kavuşabilir. Belki de senin geçmişini bilip de büyümeni bekleyenler vardır. Her an böyle sürprizlere açık olmalısın. Senin duygularını ve yaşadıklarını da gayet iyi anlıyorum. Senin durumunda bizler olsak aynı üzüntüleri yaşardık.

Sana tavsiyem okulunu bitirip mesleğine kavuşuncaya dek bu tür olaylardan uzak dur. Bu senin tek başına çözebileceğin bir olay değil. Anne ve babanın kimler olduğunu öğrenmek hakkın . Bunları daha sonra düşünelim. Sen artık o bilmediğimiz insanların değil bizlerin çocuğusun.

 

131

Ailemizde öz çocuğumuz olarak her zaman yerin olacak, sana annesizliği ve babasızlığı yaşatmayacağız.

Şu an senin diğer çocuklarımızdan hiçbir farkın yok. Bunu de yaşayarak gördün. Biz her zaman bütün imkanlarımızla yanınızda ve arkanızdayız. Daha yüksek okulları da okumak istiyorsan önün açık. İşin masraf yönünü hiç düşünme. Diğer çocuklarım gibi senin de mirasımızda hakkın var. Biz seni hiçbir zaman başkasına ait yabancı bir evlat gibi görmedik. Sen ilerde anneni ve babanı bulsan bile biz seni onlara vermeyiz.

Sen duyduklarını unut ve okulunu bitirmeğe çalış. Okulu bitirdikten sonra da yine anne ve babanın birlikte aramaya devam ederiz.

İsmail Babasının bu rahatlatıcı açıklamalarından sonra Kadir daha da duygulandı gidip önce İsmail Babasına sonra da Ayşe annesine sarılarak uzun uzun ağladı. Kadir’in ağlama seslerinden etkilen ablaları, diğer kardeşleri onun gibi oturdukları yerde göz yaşları dökmeğe başladılar. Kadir’in bu hüzünlü anı tüm aileyi ağlatmıştı.

 

O gün herkes Kadir in üzüntülerine ortak olmağa çalıştı. Mustafa Celal ve ablaları tek tek onu teselli ederek rahatlatmak üzüntülerini unutturmak istediler.

Aylaz Babası ile geçirdiği o kabus dolu geceden sonra Bu ikinci gecesiydi. Geceyi yine uyumayarak geçirdi. Aylaz Babasından ve İsmail Babasından duydukları kendisini yormuştu. Çaresizlik içinde sabaha kadar yatağında kıvranıp durdu. Aslında öğrendiklerine bu derecede üzülmemesi gerekirdi. Çünkü yaşantısında onu üzen ve yaralayan bir olay olmamıştı. Annesi ve babası ile yaşasaydı bugün kinden

132

daha mı mutlu olacaktı? Bir ağanının çocukları ile birlikte büyümek o aileye bir evlat olmak da büyük bir şanstı.

Kadir duyduklarından dolayı Aylaz Babasına ve İsmail Babasına karşı kırgın değildi. Kendi kendini teselli etmeğe çalışıyor ama mantıklı bir çözüm bulamıyordu. Tüm duygu dünyası sarsılmış, aklı duygularına hakim olamayacak duruma gelmişti.

Aylaz Babasının İsmail Babasının anlattıkları kendisini teselli etmeğe yetmedi. Sabahın erken saatlerinde herkes uykuda iken kimselere haber vermeden Aylaz Babasının kendisini bulduğu o yaylaya gitti.

Bir gün önce üzerine oturduğu o çoban döşeğine üzerine uzanarak gözleri yumuk bir şekilde geçmiş günleri hayal etti. O anda yaylada kendisinden, kuşlar ve karıncalardan başka kimse yoktu. Uyuyarak annesini rüyasında görmek istedi ama o rüyayı da göremedi. Beynindeki o acabalar hep uyumasını engelliyordu. Kalkıp bir şeyler bulurum umudu ile yakın çevreyi gezdi. Sonra da bulunduğu yere yakın olan yüksekçe bir kayanın üzerine çıkarak :

Sevgili anneciğim, sevgili babacığım bu küçük bedenimle yuvanıza ,kucağınıza sığamadım mı ? Bana bir lokma ekmek veremeyecek kadar yoksul mu kaldınız? Beni yatırdığın o dikenli bitkileri kucağın gibi sıcak ve yumuşak mı sandın? Beni kurtlara ve kuşlara yem edecek kininizin sebebi neydi? Bana nasıl kıydın ,beni bu ıssız dağlara nasıl kurban ettin? Yaptıklarınızdan dolayı sizleri affetmiyorum. Her gece rüyalarınıza girip geceleri sizlere rahat bir uyku uyutmayacağım. Bu dünyada sizleri bulamazsam öbür

 

133

dünyada yine iki elim yakanızda olacak. ” diye yüksek sesle haykırdı.

Kayalardan kendisine doğru yankılanan kendi sesinden başka bir ses duyamadı. Sonra da oturup o vefasız annesi ve babası için saatlerce göz yaşı döktü. Annesini karıncalara, kertenkelelere ve kelebekleri sordu. Herkes suskundu. Hiç birisi o sırrı açıklayamadı. Kırların o canlı çiçekleri bile Kadir’e karşı suçlu gibi görünüyorlardı. Kadir buraya gelmekle daha önce yaşadığı acıları bir kez daha yaşayarak yorgun adımlarla köyüne doğru yürümeğe başladı.

Artık köyü de eskisi kadar kendisine güzel görünmüyordu. Elinde olmayarak herkese karşı içinde bir soğukluk ve kin oluşmuştu. Bu konuda hiç kimsenin kabahati yoktu ama bunu aklına kabul ettiremiyordu. Üzüntülerini başkalarına anlatmadığı için başkalarının da ona yardım etme şansı yoktu. Kadir herkesten kopmuş duyguları ile baş başa kalmıştı. Artık bu duygularla bu köyde yaşayamazdı. Ne zaman o dağlara ve o yaylalara baksa tekrar tekrar o hüznü yaşayacaktı.Okulunda arkadaşlarıyla birlikte yaşamak bu köyde yaşamaktan daha güzeldi.

Eve dönünce İsmail Babasının yanına giderek ona :

Babacığım olanlardan ve yaşadıklarımdan dolalı hiç birinizi suçlamıyorum. Kaderime yazılan buymuş onu yaşıyorum. Tatilimin tamamını yanınızda geçirmek isterdim ama okulda da yapılacak çok işlerim olduğu için izniniz olursa okuluma dönmek istiyorum

Sevgili oğlum bu duyduklarından dolayı çok etkilendiğini hissediyorum. Bunları kendine takıntı yapma. Sen artık bir bebek bir küçük çocuk değilsin. Olan bazı

134

şeyleri kabullenmek gerekir. Bu yaşadıklarından dolayı senin en küçük bir kusurun yok. Seni böyle üzüntülü görürsek bizler de üzülüyoruz. Gel bugün geçmişe bir sünger çekip yeni bir yaşamın kapılarını açalım. Bu arada bizlerin yapması gereken bir iş varsa söyle. Yapabileceğim her işte yanındayım. Sen benim oğlumsun ve hep öyle oğlum olarak kalacaksın

Okulun daha önemli, dinlendiğini hissediyorsan dönebilirsin. Bu yıl tatilin biraz kısa sürdü. Çok önemli nedenlerin yoksa bir süre daha kal. Mutlaka gideceğim diyorsan seni yarın şoförümüz traktörle şehre bırakır ondan sonra da sen yine gidersin. Aklına hiç kötü bir şey getirme sen bizim öz oğlumuzsun. Ailede her zaman bir yerin olacak. Güle güle git. Seni kısa süre sonra karşımda bir öğretmen olarak görmek istiyorum.

Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra Kadir herkesle vedalaştıktan sonra son olarak İsmail Baba’sının ellerini öptü. O da cebinden çıkardığı bir deste parayı Kadir in yan cebine koyduktan sonra iki yanağından öperek traktöre binmesine kadar yardım etti.

Kadir in bu kez ayrılışı biraz hüzünlü oldu. Aslında bir süre daha kalabilirdi. Son öğrendikleri onu rahatsız ettiği için burada kaldığı sürece sürekli onları hatırlayacağını düşünerek tatilini kısa kesti. Öğrendiklerinden dolayı bu kadar etkileneceğini kimse tahmin etmemişti. O da haklıydı. Artık gerçek bildiği ailesine karşı da yabancılaşmıştı. Ailenin kendisine karşı öyle belirgin bir tavrı olmamasına rağmen kendisini aileden dışlanmış gibi görüyordu.

Şoför Kadir i şehirdeki eve bıraktıktan sonra tekrar köye döndü. Kadir vakit çok geçmiş olduğu için o geceyi

135

şehirdeki evlerinde geçirdi. Hem bu saatten sonra Sivas’a gidecek araba da bulamazdı. Yarın ilk araba dokuzda kalkacağı için Kadir’in şehri gezecek kadar zamanı vardı. Şehir küçük olduğu için yarım saatte her tarafını gezip bitirdi. Sonra da şehrin o meşhur etli ekmeklerinin yapıldığı fırına giderek kendisine bir etli ekmek yaptırıp evine döndü. Akşam yemeği için bu etli ekmek Kadir’e yetmişti. Evde kendisinden başka sohbet edecek kimse olmadığı için erkenden yattı.

Uykunun yerine kafasına birbirinden ilginç fikirler geliyordu. Anne ve babasını arayıp bulmağa kararlıydı. Öğretmenlik mesleğine atıldıktan sonra ilk işi bu olacaktı. Bazen anne ve babasına kızıyor bazen da onların haklı nedenlerinin olabileceğini düşünerek onları çok da suçlamak istemiyordu. Bir anne kolay kolay çocuğunu kurda kuşa yem olarak veremez. Bunu yapan bir anne varsa mutlaka ya delidir ya da çok insan dışı bir varlıktır.

Kadir uykusuz geçen bir geceden sonra erken kalkarak hazırlığını tamamlayıp otogar gitti. Şehirden Sivas’a ,Sivas tan okuluna kadar gitmesi beş saatlik bir zamanını almıştı. Akşam yemeğine yetişebildi. Arkadaşlarının büyük bir kısmı memleketlerine gitmedikleri için okulda kalmışlardı. Kadir de onlara katılmakla tekrar okullu günleri başlamış oldu.

Okuldaki genel hava her zaman aynı. Öğrencilerden üçte birine yakını yıllık genel tatillerini okulda geçiriyorlar. Ben de o öğrencilerden birisiyim. Tatile gitmeyen öğrencilerin benim gibi bazı problemlerim var. Genelinde fakir köylü çocukları oldukları için ekonomik sıkıntı içindeler. Burada kalanların hiç birisinin de memleketine gidip gelecek kadar harçlıkları olmadığı için tatil

136

yapamıyorlar. Sınıfımda annesi basası olmayan iki de yetim arkadaşım daha var. Onların durumu da benim durumuma benziyor. Onların benden farklı yanlarında yaşamakta olan birer baba anneleri ve dedeleri var.

Bu yıl okuldaki tatilim genelinde mandolin ve fotoğrafçılık kurslarına katılmakla geçti. Fotoğraf makinelerini kullanmasını, tap yapmasını ve tabda kullanılan ilaçları öğrendim.Artık çektiğim bir fotoğrafı kimsenin yardımı olmaksızın tap edebiliyorum.

Mandolinde de arkadaşlarım arasında iyi durumdayım. Mandolin metodunda bulunan tüm parçaları çalabiliyorum. Mandolini öğrenme konusunda bir üst sınır yok. Herkes yeteneğine göre belli bir noktayla kadar çıkabiliyor.

Yeni öğretim yılı için derslerimize bugün başlamış bulunuyoruz. Bu yıl kendimde, geçen yılın enerjisini ve moralini göremiyorum. Yazın yaşadıklarım biraz yaşamımı olumsuz yönde etkiledi gibi. Derslerde her şeye karşı ilgisiz ve isteksizim. Çoğu zaman arkadaşlarımdan bile uzak duruyorum. Memleketimde son yaşadıklarım bende moral ve duygu bırakmadı. Bazen kendimi teselli etsem de yaşadıklarımı kabul edemiyorum. Psikolojik yapım son derece karışık ve bozuk. Ne zaman ders çalışmak için masama otursam hep aynı karmaşık duyguları yaşıyorum. Gözlerim kitapları okuyor ama beynim okuduklarımı kaydetmiyor. Önceki yıllara oranla başarımın da düştüğünü hissediyorum. Her geçen gün başarım daha da düşüyor. Hatta bu durumum sınıf öğretmenimizin de dikkatini çekmiş olacak ki beni özel odasına çağırarak sorguladı.

Ben de olanları ve yáşadıklarımı olduğu gibi öğretmenimize aktardım. Beni teselli etmek için :

137

Yaşadıklarına senin kadar ben de üzüldüm. Ama üzülmek sorunlara bir çare olmaz, sorunların çözümünü daha da zorlaştırır. Olmuş yaşanmış olayları geriye giderek değiştirip aslına kavuşturamayız. Şimdi birlikte buna bir çözüm arayalım.

Bildiğim kadarı ile şu an sana sahip çıkan bir ailen var. eğer gerçek annen ve baban bunları bilerek yapmışlarsa onları zihninden tamamen sil. Gerçek anne ve baba yetiştiren ve büyütendir. Çok çalışkan ve başarılı bir öğrencisin. Başarı bir gurur kaynağıdır. Sen bu başarınla övün ve geçmişini unut. Önemli olan iyi insan olarak toplumu yararlı olmak. Yakında öğretmen olacak mezun olup Anadolu’nun değişik yerlerinde çalışacak ve belki o çocukları gördükçe geçmişini unutacaksın. Duygularına yenik düşme,aklını kullanmağa çalış. Herkesin yaşantısında buna benzer bazı problemler olabilir. Yenilmeyecek güçlük ve aşılmayacak engel yok. Bir sıkıntın olursa öğretmenleriniz olarak her zaman yanınızdayız. Yapını bildiğim için bu sıkıntıları aşacağına inanıyorum. Şu an senden beklediğim tek şey geçmiş yıllardaki başarını yakalamandır.”

Değerli hocam beni çok iyi anladığınızı sanıyorum. Beni esir alan o kötü duygulardan kurtulmak istiyorum ama bir türlü başaramıyorum. Keşke geçmişimi öğrenmeseydim.”

Sevgili Kadir bu yaşadıklarından dolayı sakın kendini suçlama. Bunları sen bugün için öğrenmeseydin ilerde mutlaka birileri sana bunu açıklayacaklardı. Bugün öğrenmenle yarın öğrenmen arasında bir fark yok. İradenle bunu başaracağına inanıyorum. O ağır dersleri başaran bir öğrenci bunları da başarır. Başarı insanı ileri taşıyan en büyük güçtür. Bak sen iyi notlar aldıkça onların verdiği

138

başarı duygusu seni üzen diğer duyguları yok edecektir. Kendini topla seni üzen o kötü duygulara yenik düşme. Olanları unutman için kendini sosyal etkinliklere ver. Müzik çalışmalarına ve sportif faaliyetlere katıl. Mandolin çalman bile seni rahatlatır. Boş zamanlarında kötü şeyler düşüneceğine roman oku. Arkadaşlarınla gez, onlarla sohbet et.”

Sınıf öğretmenimin konuşmaları ve tavsiyeleri beni biraz rahatlatmıştı. Ben de öğretmenimin anlattıklarını aynen düşünüyordum ama uygulayamıyordum. Yetim bir çocuk olsam belki bugün ki bundan daha iyi olurdum. Annem babam ölmüş olsalardı belki bir süre sonra acılarını unutur yokluklarını kabullenirdim. Benim bu olayda bir ölüm söz konusu olmadığı için anneme ve babama karşı bir kinim var. İlerde er geç onları bulup bu vefasızlıklarının nedenini kendilerine soracağım. Bütün yılım bu duygular içinde geçip bitti. Zayıflarım olmasa da bir önceki yılın başarılarını yakalayamadım.

Bu yıl son sınıfı okuyacağım. Yavaş yavaş içimde mesleğimi sevmeğe ve benimsemeğe başladım. Sanırım bu yılımız daha hareketli geçecek gibi. Son sınıf öğrencilerinin köy okullarında staj yapmaları ve zaman zaman şehirdeki ilkokullardaki öğretmenlerin derslerini dinlemek üzere şehre gitmelerimiz olacak. Bunlar yaşamımızı renklendiren olaylar.

Okulumuz tüm Sivas,Tokat ve Erzincan yöresinden öğrenci kabul etmekte. Bu iki büyük şehrin nerede ise hemen her köyünden bir öğrenci arkadaşımız var. Yakından tanıdığım ve benim sorunlarımı bilen arkadaşlarımdan bu yıl yıllık tatile gidenler gittikleri köyler de benim annemi ve

139

babamı arayacaklar. Benim öğrenci arkadaşlarımdan böyle bir isteğim yoktu ama onlar bunu bir görev bilerek bana sahip çıkmak istediler. Bir umudum yok ama az da olsa bir ihtimal var.

Ağustos ayı ortalarında yeni öğretim yılımız başlıyor. Yıllık tatilini geçirmek üzere memleketlerine gidenler tek tek gelmeğe başladılar. Pazartesi günü herkesin okulda olması gerekiyor.

Bugün pazartesi. Sanırım öğrencilerin tamamı dönmüştür. Ben derslerin başlamasından çok arkadaşlarımın şahsımla ilgili getirecekleri özel haberlerden dolayı heyecanlıyım. Birinci ve ikinci günde sürpriz bir haber çıkmadı. Ders yılının birinci haftası öğretmenlerimizle tanışmak ve tatilde dönen arkadaşların anılarını dinlemekle geçti.

Okulda kalanların anıları memleketinden dönenlerin anılarına pek benzemiyor. Okul yaşamını herkes bildiği için tatilden dönenlerden kimse bize yaşadıklarımızı sormadı. İçimizde bir memleket özlemi olduğu için tatilini memleketinde geçiren arkadaşlarımızın anıları bizlere daha cazip geliyor.

Anıların en çok anlatıldığı ve dinleyici bulduğu yer yatakhanelerimizdi. Yatakhanelerde geç saatlere kadar uyumuyor arkadaşlarımızın anılarını dinliyoruz. Aşık olanlar, sevda yaşayanlar, nişanlananlar anılarını anlattıkça bizlerde onları yaşamış gibi mutlu oluyorduk. Bu yaş öğrencileri genelinde aşk konularına daha çok ilgi duyuyor. Henüz benim gönlüm o tür duygulara çok yabancı. Kızlarla bir arada ortak bir yaşantımız olmadığı için aşkı tanıyamadım. Tatbikatı olmadığı için okuduğum aşk

140

romanlarında da anlatılan aşklar bana bir hayal gibi geliyordu. Karşı cins olmayınca hayali aşk yaşanmıyor. Bugüne değin bana aşkı yaşatacak bir kız karşıma çıkmadı. Okulumuzda kız öğrenci yok, köyümde de ablalarımdan başka kız görmedim. Onun için ben kızlara değil kitaplara ve müziğe aşık birisiyim. Ancak yaşayanların anlattıklarından aşkın güzel bir duygu olduğunu tahmin edebiliyorum. Şimdilik o duygular bana çok uzak.

Yeni ders yılının ikinci haftasındayız. Birinci haftamız öğretmenlerimizi ve kitaplarımızı tanımakla ve sohbetlerle geçti. Pazartesi günü derslerimiz yoğun bir şekilde başlıyor.

Bugün günlerden Pazar. Öğrencilerin en sevdiği günlerden birisi. Öğle yemeğinden çıkıp dershaneye doğru gidiyordum. Bizim devreden olup diğer sınıfta okuyan bir arkadaşım selam vererek koluma girdi ve birlikte yürüyoruz. Benim hayat hikayemi bilen samimi bir arkadaşım. Bana ailemi bulma konusunda yeni gelişmeler olup olmadığını sordu. Ben de bildiklerinden farklı bir gelişme olmadığını bildirdim.

Kadir, senin hayat hikâyen hiç aklımdan çıkmıyor. Arkadaşım olarak yaşadıklarından en az ben de senin kadar üzülüyorum. Anne ve baba özlemi çok farklı bir duygu ve çok farklı bir sevgi. Sen tatillerinin büyük bir kısmını okulumuzda geçirirken bizler memleketimize gidiyoruz. Bizi oraya yönlendiren anne ve baba sevgisi oluyor.

Bu tatil köyüme gidince anneme ve babama köyümüzde kaybolan bir çocuk olup olmadığını sorunca köyümüzde yıllar önce yaşanmış bir olayı bana anlattılar. O köyün çocuğu olduğum halde o güne kadar bu olayı duymamıştım. Olay ben ilkokula başlamadan önce yaşanmış. İlkokul

141

yıllarımda olsaydı belki olayı ben de hatırlayabilirdim. Bugün on sekiz yaşında olduğuma göre olay on dört on beş yıl önce yaşanmış olabilir. Senin yaşantına benzemese de bu da bir kayıp çocuk hikâyesi. Belki bundan bazı sonuçlar çıkarırsın diye sana anlatıyorum.

Sen de köy çocuğusun köyün yaşantısını biliyorsun. Köyde yaşamın en güzel zamanı ilkbahar aylarıdır. Uzun bir kıştan sonra bol bir güneş ve yemyeşil bir doğa hepimizin hoşuna giderdi. En güzeli de o mevsim doğada olan kır meyvelerini toplayarak yemekti. Bizim topraklarımızla sizin topraklarınız birbirine çok benzer. Sizin dağlarınızda ne tür bitkiler varsa bizim dağlarımızda da aynı bitkiler yetişir. Çocuklar için baharın en güzel yanı bu mevsim kırlarda olan kır meyvelerini toplamaktır.

Yine bir bahar günü küçük yaştaki çocuklar bir gurup oluşturarak dağlara çiğdem ve kenger toplamağa gidiyorlar. Sen de bilirsin kenger ve çiğdem dediğimiz bitkiler birer kır meyvesidir. Bu meyveler bahar aylarında en fazla bir ay kadar devam eden bir zamanda olur. Baharın bu özelliğini her köylü çocuğu mutlaka bilir. O yıllarda köylerde meyve bulunmadığı için bu tür kır meyveleri köylünün meyve ihtiyacını karşılayan tek bitkilerdir.

Guruptaki çocuklar köyün yakında bulunan ve Fırat nehrinin bir kolunu oluşturan bir nehrin üzerinden geçerek nehrin öbür tarafından bulunan bir dağın yamacına çıkmaları gerekiyor. Nehrin üzerinde bu geçişler için ahşaptan yapılmış basit bir köprü var. Bu köprü halen duruyor ve kullanılıyor da. Köprüyü geçtikten sonra nehrin öbür tarafından hafif bir meyille dağa doğru uzanan geniş bir arazi yer alır. Bu arazi çiğdem ve kengerin yetiştiği en büyük alan.

142

Çocuklar bu köprüyü geçerek çiğdem ve kengerlerin bol olduğu dağ yamacına ulaşıyorlar. Alan geniş ve çiğdem kenger de bol olduğu için herkes yoruluncaya kadar çiğdem ve kenger topluyor. Sonra da neşe ile köylerine dönerken yine aynı köprüden geçmeleri gerekiyor. Dönüşte meyvelerin verdiği neşe ile çocuklar köprüyü koşarak geçerken içlerinden birisi dengesini kaybederek nehre düşüyor. Bu beklenmedik olay karşısında şaşıran çocuklar bir süre arkadaşlarına yardım etmeğe çalışsalar da başarılı olamıyorlar. Artık yapılacak tek şey köye ulaşıp olayı çocuğun ailesine haber vermek. Hepsi birden birer atlet gibi köye kadar koşarak haberi kısa sürede köye ulaştırmayı başarıyorlar.

Haber köyde büyük bir panik ve korku yaratıyor. Olayı duyan köy halkının nerede ise tamamı nehir boyuna akın edip çocuğu aramağa başlıyor, saatler süren çalışma bir sonuç vermeyince tekrar köylerine dönüyorlar. Ertesi gün ve daha sonraki günler bu araştırmalar devam etse de bir sonuç alınamıyor. Olay nedeniyle ailesi ve tüm köy halkı son derece üzgün. Günler aylar geçiyor ama çocuğun cesedini bir gören ya da bulan olmuyor.

Aradan uzunca bir zaman geçmiş olmasına rağmen herkesin içinde sanki çocuğun bir gün köyüne döneceğine ilişkin bir umut var. Daha sonraki yıllarda anne ve babanın başka çocukları olmuşsa da o kayıp çocuklarını unutamamışlar. Bugün o çocuğu onlara ömür boyu hatırlatacak bir mezardan başka bin anı kalmamış. Anne baba çocuğun kayboluşundan çok sonra ona ait evdeki eşyalarının tamamını toplayarak o eşyaları bir mezara koymuşlar. Bu mezarda çocuğun bedeni değil eşyaları

143

yatıyor. Aile çocuklarının öldüğüne kendilerini inandırmak için bu mezarı yapmışlar. Ölümün gerçekliğini insanlara tek mezarlar anlatabiliyor. Mezarı olmayan bir kimsenin öldüğüne insanları inandırmak zor Senin anlattıklarına göre olayın meydana geldiği tarihle senin dağlarda bir çoban tarafından bulunuşun tarihi aynı zamana rastlıyor. Yaşlarınız birbirine yakın olduğuna göre o çocuk sen olabilirsin. “

Arkadaşımın anlattığı bu hikayeyi dinlediğim zaman önce hüzünlendim sonra da içimde bazı umutlar uyanıverdi. Ben o kaybolan çocuğa göre çok daha şanslıydım. Aylaz Babam beni o ıssız dağların başında bulup sahip çıkmasaydı benim mezarım bile olmayacaktı. Nehirde kaybolan o çocukla benim yaşantım pek birbirine benzemiyor. Ben ona göre çok daha şanslıyım. En azından yaşıyorum. Onun ailesi de benim bilmediğim ailemden şanslı. En azından çocuklarının öldüğüne inanmış ve kabullenmişler. Artık onun dönüşünü beklemiyorlar.

Hikayenin geçtiği köy benim bulunduğum yaylaya yakın bir köydür. Köye gitmedim ama ismini sık sık İsmail Babamdan duyuyordum. O köyü diğer köylerden ayıran tek özelliği içinde büyükçe bir nehrin geçmiş olması . Suyun olduğu her yerde yeşilin hakim olduğu bir canlılık vardır. O köyde bu canlılığını ve göz alabildiğince uzanan yeşil bahçelerini bu nehre borçludurlar.

Bu hikayede beni tek umutlandıran şey çocuğun cesedinin bulunmamış olması. Uzak bir ihtimal ama çocuk o olayda ırmakta yüzen bir odun parçasına tutunup uzaklara gittikten sonra kendisini kurtarmış olamaz mı? Zaman zaman

 

144

denizlerde buna benzer olaylar yaşandığını duyuyor hikayelerini okuyoruz.

Bir tekne ve bir gemi batarken denize düşenlerden bazıları bir kalas parçasına ya da yüzebilen bir cisme tutunarak sahile çıkmayı , yaşamayı ve kendini kurtarmayı başarabiliyor. Aynı durumu o kayıp çocuğun da yaşayabileceğini düşünüyorum. Belirli bir mesafeden sonra ırmak geniş bir alana yayılıp su gücünü kaybettiğinde bir çocuk yürüyerek karaya çıkmış ya da tutunduğu odun parçası onu bir noktada karaya sürüklemiş olabilir. Karaya çıkan bu durumdaki bir çocuğun sığınabileceği bir yer ya bir kaya kovuğudur ya da dağlardır. O yaştaki bir çocuğun yön tayini yaparak geldiği istikamete doğru yürümesi çok uzak bir ihtimal. Böyle bir olay yaşayan küçük bir çocukta şuur kaybı da olabilir. Selden kurtulur kurtulmaz bilinçsiz bir şekilde Aylaz Çoban’ın hayvan otlattığı dağlara doğru gitmesi uzak bir ihtimal değil.Onun için bu hikayeyi değerlendirmek gerekebilir diye düşünüyorum.O çocuk ben de olabilirim bir başkası da.Arkadaşımın anlattığı bu hikaye beni biraz umutlandırdı.Uygun bir zamanda gidip o aile ile görüşmeliyim. Ailemi bulma konusunda kararlı olduğum için önüme çıkan her ihtimali değerlendirmek istiyorum. Artık yeni öğretim yılı başladığından bu yıl oralara gidemem. Bu yıldan sonra okulum biteceği için artık alabildiğine özgürüm . Öğretmen olur olmaz ilk ziyaret edeceğim yer bu hikayenin yaşandığı köy olacaktır. Ailemi er geç bir gün bulacağıma ilişkin içimde gizli bir duygu var. O duygu bana sürekli araştırma yapmamı emrediyor. Zaman zaman gördüğüm rüyalarım da bana umut ermekte. Buradan bir sonuç alamamam durumunda araştırmalarımı daha da

145

genişletmeyi düşünüyorum. Kabul edemediğim tek şey bir annenin çocuğunu götürüp dağlarda kurda ve kuşa yem olarak vermesi.

Anne yaratandır ve yarattığına mutlaka sahip çıkar. Annelerin en büyük varlığı ve sevgi bağları çocuklarıdır. Çocukları için kendilerini feda eden annelerin hikayelerini biliyor ve kitaplarını okuyoruz. Ruh hastası olmadığı sürece bir anne çocuğunu feda edemez. Ediyorsa o bir anne değil hasta bir kadındır. Annemin beni feda edecek kadar zalim birisi olduğuna inanmak istemiyorum.

Arkadaşıma mezuniyetten sonra o köye giderek aile ile tanışacağıma ve köylerini ziyaret edeceğime söz verdim. Bir sonuç alamasam da hem bir gezi olur hem de bir okul arkadaşımı ziyaret etmiş olurum.

Şimdilik mezuniyete odaklandığım için bu tür duygularımı ve planlarımı geleceğe ertelemem gerekiyor. Nasıl olsa mezuniyetten sonra bol zamanım olacak. Yalnız o köyü değil kaybolduğum yaylalara yakın olan tüm köyleri gezmek istiyorum. Belki oralarda bana ait bazı şeyler bulabilirim.

Bu yıl bizim dönemin son yılı. Haziranda okul bitiyor ve diplomalarımızı alıyoruz. Şu an son yılımızın derslerine başlamış bulunuyoruz. Okulda ve öğrencilerde büyük bir telaş var. Sınıflarımızda ve yatakhanelerimizde değişiklikler oldu. Herkes yeni yerini öğrenmeye çalışıyor. Bu kargaşa sanırım bir haftalık bir zaman alacak.

Ağabeylerimiz mezun olup köylerine gittiler. Sanırım şimdi her biri bir Anadolu köyünde o minik öğrencileri ile baş başa. Giden ağabeylerimizin yerini bizler doldururken okulun yeni misafirleri de oldu. Kocaman beş yıl bir rüya

146

gibi bitiverdi. Sonu tatlı olan bir rüya. Sekiz dokuz ay sonra altıncı yılımızı da tamamlayıp eğitimin yeni öğretmenleri olacağız.

Okula yeni gelenleri görünce ilk yıllarımı hatırlıyorum. Bu yeni gelenler bize göre biraz daha şanslılar. Her yıl okulda birtakım yenilikler oluyor eğitim ve öğretim daha da güzelleşiyor. Bizim çektiğimiz sıkıntıların bazılarını yeni nesil çekmeyecek.

Yeni gelenlerin içinde aynı köylü olmasak da iki hemşerim çıktı. Ağabey durumunda olduğum için gidip hemşerilimi bularak onlara biraz moral verdim ve tavsiyelerde bulundum. Aslında yeni gelenlerin okulda böyle birer ağabeye ihtiyaçları oluyor. Ben benden iki sınıf önde olan ağabeyimden çok şeyler öğrenmiştim.

Okula yeni öğretmenlerde geldi ama bizim öğretmenlerimizde bir değişiklik olmadı. Derslerimiz bütün şiddeti ile devam ediyor. Bu yıl çocuk psikolojisi, eğitim sosyolojisi, ölçme değerlendirme gibi derslerimiz ağırlıkta. Matematik, fizik,kimya gibi derslerimiz olmadığı için öğrenciler sevinçli.

Şu an okulun ağabeyleri ve misafir öğrencileri durumundayız. Öğretmenlerimizin bile bizlere olan tavırları önceki yıllara göre çok değişti. Artık bizleri öğretmen gibi görmeğe başladılar. Küçük öğrencilere karşı olan o eski kırıcı ve azarlayıcı hitap tarzlarını görmüyor ve duymuyoruz. Başlangıçta hiç bitmeyecekmiş gibi düşündüğümüz altı yıl artık bitmek üzere .Benim heyecanım diğer öğrenci arkadaşlarımdan çok farklı. Onlar yalnız öğretmen olmanın heyecanını yaşarken ben hem öğretmen olmanın hem de ailemi bulma ihtimalinin heyecanını

147

yaşıyorum.
Yakında bir buçuk ay kadar sürecek olan stajlarımız başlıyor. Bu stajlar öğretmenliğe atılan ilk adımımız olacak. Öğrencileri ,uzun yıllar muhatap olacağımız köylüleri, köy muhtarını, kaymakamı, milli eğitim müdürlerini ve tüm idari kadroyu tanıyacağız.Köy yaşamına çok yabancı olmadığım için bir sıkıntı yaşayacağımı sanmıyorum. Köyde doğup büyüdüğüm için köyü, köylüyü ve köy okullarının durumunu iyi biliyorum.

Heyecanla beklediğimiz staj günlerimiz nihayet başladı. Beşer kişilik guruplar halinde arkadaşlarımız yakın köy okullarına dağıtılmış durumda. Bizim gurubumuz okulumuza üç km kadar uzaklıktaki Ilıcalar köyünde staj yapacak. Köyde staj yapacağımız için gerekli olan her türlü imkanlar önceden sağlanmış durumda olduğu için büyük bir hazırlık yapmamıza gerek kalmadı. Daha önceki yıllarda da öğrenciler bu köylerde staj yaptıkları için bir ailenin rahatlıkla kalacağı bir köy evi kiralanmış olup içinde ihtiyacımızı karşılayacak her şey var. Bundan böyle her gün bir öğrenci evde nöbet tutup yemek yapma işi ve evin temizliği ile uğraşırken diğer öğrenciler okul öğretmenlerinin denetiminde dersler verecek ya da onların verdiği dersleri dinleyecekler.

Günlerimiz oldukça neşeli geçiyor. Öğrenciler bizleri öğretmenleri gibi görmedikleri için bizlere daha yakın ve daha candan davranıyorlar. Hepsi de birbirinden şirin ve tatlı çocuklar. Özellikle de birinci sınıfa gelen öğrencileri sevmeğe doyamıyorum. Onları görünce benim çocukluğum aklıma geliyor. Ama bunlar benden çok şanslılar, çünkü anne ve babaları var. Bu durum aklıma gelince içimde biraz

148

bir burukluk hissediyorum. Öğretmen olmama çok az bir zaman kalmış olmasına rağmen hala bu duyguları bir türlü atamadım.

Yarın bir öğretmen adayı olarak ilk dersi ben veriyorum. Sınıf öğretmeni ile anlaşarak müzik dersi vermemi kabul ettirdim. Çocuklar köylerinde müzik aletleri görmedikleri için elimde mandolinle sınıfa girdiğimde coşkulu bir alkışla karşılandım. Öğrenciler daha önce derslerinde dinleyici olarak bizleri tanıdıkları için kendimi ayrıca tanıtmak gereğini duymadan direk derse başladım.

Çocuklar bu dersimizde sizlere çok seveceğiniz bir şarkı öğretmek istiyorum. Şarkının adı “Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa.” Ben bu şarkının sözlerini tahtaya yazarken siz de defterlerinize yazacaksınız.”

Yazma işi beş dakikalık bir zamanımı aldı. Hemen arkasından mandolinle üç beş kez şarkının sözlerini söylemeksizin melodisini çaldım. Herkes neşeli ve gülümseyen bir tavırla beni inceliyor. Sonra da şarkının her mısrasını hem mandolinle çalıyor hem de sözlerini söylüyor. Mandolin eşliğinde şarkının sözlerini birlikte söyleye söyleye bir ders saatinin içinde çocuklar şarkıyı tam olarak öğreniverdiler. Teneffüste baktım benim öğrettiğim şarkı söyleniyor. Diğer öğrenciler de merakla onları izliyorlar. Kısa sürede okulun tüm öğrencileri arkadaşlarından dinleyerek bu şarkıyı öğreniverdiler. Okula bıraktığım en büyük anı bu oldu. Daha sonraki derslerimde matematik, tarih ve sosyal bilgiler dersleri verdimse de hiçbir müzik dersi kadar etkili ve güzel olmadı.

Altı yıl kadar önce böyle bir okulda öğrenciydim, şimdi öğretmen adayıyım. Öğrencilik anılarım eskimeden

149

öğretmenlik anılarım başladı. İkisi de güzel duygular ama öğretmenliği daha çok sevdim.

Stajda öğretmenliğin dışında öğrendiğimiz başka bilgiler de oldu. Lojmanda nöbetçi olduğumuz günlerde diğer öğretmen adayı arkadaşlarımıza yemek hazırlamak da zorunlu görevler arasındaydı. Geçen bu staj süresince hepimiz çok sayıda değişik yemekler pişirmesini ve tatlı yapmasını da öğrendik. Stajın amaçlarından birisi de buydu. Köylerde hazır yemek ve lokanta bulma imkanı yok. Öğretmen kendi yemeğini kendisi yapmak zorundadır. İş başa düşünce insan her şeyi öğreniyor. Kısa sürede sebzeli yemeklerin dışında her türlü yemeği yapmasını öğrenmiştik.

Staj dönemlerinde köylerde sebze bulunmadığı için o türlü yemekleri öğrenme imkanımız olmadı. Tüm arkadaşlar diğer yemeklerde usta aşçılarla yarışacak kadar yemekler yapabiliyorlardı. Hatta bazen aramızda en güzel yemeği kim yapacak şeklinde yarışmalar düzenlediğimiz de oluyordu.

Staj süresince köylülerle hiç muhatap olmadığımız için köy halkını ve buradaki köylüyü pek tanıyamadık. Ama diğer koşulları bakımından her şey yaşadığım köyüme benziyordu. Bundan böyle ömrüm buna benzer değişik köylerde ve değişik öğrencilerle geçecek. İyi ki İsmail Babam ve Aylaz Babam beni bu okula göndermişler. Aslında bu işin öncülüğünü yapan Aylaz Babamdı. İsmail Babamı da o ikna etmişti. O gün için kardeşlerimden ayrıldığıma üzülmüştüm ama şimdi seviniyorum. Bu okulların da yüksek kısımları var. Belki ilerde o şansımı da deneyebilirim.

Şimdi çok sevdiğim bu okulumdan bir ara kaçmayı bile düşünmüştüm. O günler aklıma gelince kendime ceza

150

vermek istiyorum. O zamanın şartlarında belki düşüncelerim doğru idi. Ailesinden yeni kopmuş bir çocuğa yetişkin muamelesi yapılması beni o tür bir davranışa yönlendirmişti. Daha sonraki günlerde okulun eğitim ve yaşam biçimini öğrenince düşüncemde haksız olduğumu anladım. Üst sınıflarda okuyan ağabeyimin de kararımı değiştirmemde büyük etkileri oldu. O zamanında müdahale etmeseydi şimdi ben bu okulun bir son sınıf öğrencisi olmayacaktım. Benim bu günlere gelmemde büyük emeği geçen o ağabeye de şükran borçluyum. Sesimi duymuyor ama iyiliklerinden dolayı ona uzaklardan sevgilerimi sunuyorum.

Günler o kadar hızlı ve çabuk geçiverdi ki bir baktım bir buçuk aylık staj dönemi bitivermiş. Öğrenciler ve okulun öğretmenleri ile vedalaşmak da bir hayli hüzünlü oldu. Öğretmenliği seviyordum ama bu yaşadıklarımı görünce daha çok sevmeğe başladım. Mesleği bana bu derece sevdiren okul değil öğrenciler oldu. Bir birinden güzel ve sevimli o miniklerin bakışları, hareketleri gözlerimin önüne geldikçe mutlu oluyorum. Onlar yetişkinlere hiç benzemiyor. Her biri bir ayrı bir sevgi bağı. O minik yüzlere baktığım zaman içimdeki tüm kötü duygular bedenimi terk edip gidiyor. Aynı ortamda onlarla birlikte olmak cennette yaşamak gibi bir duygu veriyor insana. Vedalaşıp ayrılırken arkamızdan göz yaşı döken o miniklerin hüzünlü bakışları içimi yaktı. Ben de kendimi tutamayarak o gözyaşlarına gözyaşlarımla cevap verdim. Bir hayal gibi geçen bu günlerden sonra yine okulumuzda o büyük aile yuvasının içindeyiz.

Kısa da olsa bir süre öğretmenlik yapıp sonra tekrar öğrenciliğe dönerken bir süre intibaksızlık yaşadıysam da

151

alışmam güç olmadı. Öğrenciliğin ayrı bir hazzı oluyor öğretmenliğin ayrı. Öğrenci öğretmene göre daha özgür ve daha sorumsuz. Öğretmen büyük bir öğrenci kitlesinin eğitim sorumluluğunu üzerine aldığı için yükü ağır. Stajımıza kadar öğretmenliği bu yaşadıklarım kadar hayal edememiştim. Stajdan sonra öğretmenliğin ne derece kutsal bir meslek olduğunu anladım.

Mezuniyet günlerimiz oldukça yaklaştı. Şu an en büyük heyecanımız mezuniyet sınavının verdiği heyecan. Büyük yada küçük her sınavın ayrı bir heyecanı oluyor. Bu sınavı da başarırsak bir ay sonra öğretmeniz. Başarılı bir öğrenci olmama rağmen yine de bir sınav heyecanı yaşıyorum.

Nihayet beklediğimiz o günlerde geldi. Her gün bir değişik derste sınavımız oluyor. On günün sonunda sınavlar da bitti. Not durumları tüm sınavlar bittikten sonra duyurulacağı için başarı durumumu bilemiyorum. Tüm öğrencilerde olduğu gibi benim de içimde az da olsa bir kuşku var. Tüm öğrenciler şimdi sınav sonuçlarını bildirir listelerinin asılmasını bekliyoruz.

Ertesi gün listeler okulun duyuru panosuna asıldı. Herkes heyecanla ismini ve notlarını görmeğe çalışıyor. Mahşeri bir kalabalık . Duyuru panosundan uzaklaşan öğrencilerin kimi çok üzüntülü kimi de alabildiğine neşeli. Güç bela bende panolara yaklaşarak notlarımı gördüm. Ben de neşeli gurubun içindeyim. Sınavlarımın iyi geçtiğini bildiğim için sonuçtan dolayı çok da mutlu olmadım. Bildiğim şeyi sadece görmüş oldum. Artık bu saatten itibaren öğretmenim. Şimdi atama sonuçlarını beklememiz gerekiyor. Esas heyecan veren olay da bu. Sonuçların bakanlığa gitmesi ve bakanlığın atamaları yapması biraz

152

zaman alacağı için mezun olanlar okulla ilişkilerini kesme hazırlıklarına başladı.

Bu akşam salonda yapılacak mezuniyet töreninden sonra mezun olanlar okulu terk edebilecekler. Tören okul müdürümüzün konuşması ile başladı. Sonra da öğrenciler adına bir arkadaşımız konuştu ve bizlerin adına bizleri bugünlere getiren öğretmenlerimize teşekkür etti. Arkasından mezuniyet sınavlarında başarılı olan üç öğrenciye ödülleri verildi. . Ödül alanları kıskandım ama bu haksız bir kıskançlıktı. Demek onlar benden çok çalışmış olacaklar ki bu ödülü hak ettiler. Yaşam hep böyle, çalışan er geç ödülünü alıyor. Aslında ödül alacaklar listesine gireceğimi tahmin ediyordum. Biraz hayal kırıklığına uğramış olmam nedeniyle mezuniyet töreni bana fazla haz vermedi.

Bu tür merasimlerden sonra öğrenci arkadaşlarımızın hazırladığı eğlence programı başladı. Bu tür programları genelinde okulun müzik öğretmenleri ve edebiyat öğrenmeleri organize ediyorlar. Öğretmenler öğrencileri yetenekleri ile tanıdıkları için sanatçı bulmakta zorlanmıyorlar. Profesyonel sanatçılar kadar olmasa da sanata yatkın çok sayıda öğrenci bulunabiliyor. Özellikle halk müziği ve sanat müziği konusunda çok yetenekli öğrenci arkadaşlarımız var. Okula yeni gelen öğrencilerin dışında hemen herkes mandolin çalmasını biliyor. Güzel bağlama ve keman çalan öğrenciler de var. Bol müzik aleti ve bol solist olunca program yapmak güç olmuyor. Böyle büyük bir öğrenci gurubunun var olduğu bir yerde İstenildiği taktirde iki saatin içinde büyük bir toplumu iki üç saat eğelendirebilecek bir program yapmak mümkün olabilir.

153

Üç saati alan bu program sayesinde salonu dolduran herkes güzel bir akşam geçirdi. Şarkılar, türküler ve milli oyunlarla doldurulmuş zengin bir program izledikten sonra son gecemizi geçirmek üzere yatakhanelerimizdeyiz. Buradaki sohbet ve vedalaşmalar gecenin yarısına kadar sürdü. Sabah ta okulumuz yemekhanesinde son kahvaltımızı yaparak okula veda edip ayrıldım.

Memleketime giden yolda arabanın üzerinde iken gözlerim dalıp dalıp gidiyor. Hala okulumu bitirdiğime ve öğretmen olduğuma inanamıyorum. İçimde tarif edemeyeceğim garip bir takım duygular var. Bir yandan beni yıllarca bağrında barındıran okulumdan ayrılmanın hüznünü yaşarken diğer tarafta öğretmen olmanın verdiği hazzı yaşıyorum. Birbirinden farklı iki ayrı duygu.Ama hazzın verdiği huzur diğerini yok ediyor.

Beş saat kadar süren uzun bir yolculuktan sonra Gürün’de İsmail Babamların evindeyim. Herkes köye döndüğü için evcin tek sahibi benim. Köye gitmek için acele etmeme gerek yok. Yalnız yaşamaya da alışmalıyım. Bundan böyle meslek hayatımın ilk yılları yalnız geçecek gibi. Uzun süren bir öğrencilik döneminden sonra böyle özgür olmak da güzel bir duygu. Ders çalışmak yok, öğretmen baskısı yok, okul disiplini yok sadece özgürce yaşamak var. Bilmem bu yaşamdan bıkılır mı onu da zaman gösterecek.

Ara sıra şehirde öğretmenler lokaline giderek oradaki kıdemli ağabeylerle sohbet ediyoruz. Yeni öğretmen olduğumu bildikleri için bana tavsiyeleri oluyor ve anılarını anlatıyorlar. Bu ortamda bir nevi yeni bir staj yapmış gibi

 

154

oluyorum. Bilgilerinden ve deneyimlerinden yararlandığım öğretmen ağabeylerim oldu.

Gürün’e gelişimin altıncı gününde köyden gelen Mustafa Ağabeyimle birlikte ikinci gün köye döndük.

Görev yerimin belirlenmesine kadar Aylaz Babam ve İsmail Babamın yanlarında kalacağım. Okulumdan daha sıcak gelen bir yuvada yine kardeşlerim annem ve babamla birlikte olmak beni mutlu etti. Bir önceki ayrılışım hüzünlü olmuştu. Aradan geçen iki yıl bazı olumsuz duyguları yok etmiş gibi. Şahsıma karşı kimseden soğuk bir tavır görmüyorum. Bir zamanlar bu ailenin bir çocuğu olmadığım için kendimi yabancı gibi hissediyordum. Zaman içinde bu tür keskin duygular yerini daha iyimser duygulara bıraktı. Artık kendimi bir çocuk gibi değil bir öğretmen gibi gördüğüm için daha rahatım.

Geçen iki yıl içinde herkeste bazı değişmeler olmuş. Kardeşlerimin boyları uzamış onlar da benim gibi birer yakışlı delikanlı olmuşlar. Ablalarımdan Nutfiye Ablamın nişanlandığını öğrenince ayrıca sevindim. Ama eniştemizi tanıma imkanım olmadı. Ablamı hiç tanımadığım bir köyde hiç tanımadığım birisine nişanlamışlar.

İki senedir görüşmediğimiz için ailem beni ben de onları özlemiştim. Celal liseyi bitirmiş ve üniversite sınavlarına girmiş onun sonuçlarını bekliyor. Mustafa ise Dil tarih coğrafya fakültesini kazanmış olup bu yıl ikinci sınıfında okuyacakmış. Ailede herkes son derece mutlu ve neşeli.

Okulu bitirmemden dolayı da herkes beni kutladı. Şimdi görev yerimi merak ediyorlar.

 

155

Aile bireylerinin bana olan yaklaşımlarından iki yıl önce yaşananların unutulmuş olduğunu görüyorum. Benim geçmişimden söz eden kimse yok. Ben yine bu ailenin öz çocuğu gibi davranıyor ve içimden geçen duyguları hissettirmemeğe çalışıyorum. Zaten bende de o duygular şiddetini kaybetti gibi. Şimdi her şeyi daha makul düşünmeğe başladım. Tüm aile bireylerinde bana karşı bir sahiplenme duygusu gördüm. Bu da beni son derece rahatlattı. .

Eskiden İsmal Babam çocuklarına çok sert sözler söyler ve onları azarlardı. Bugün çocuklarına daha müşfik ve sevecen davrandığını görüyorum. Bu da sanıyorum çocuklarının artık büyümüş olmasından kaynaklanıyordur. Çocukluk dönemini bitirip gençlik dönemini yaşayan çocuklar artık babalarından ve annelerinden farklı tavırlar bekliyorlar.

İsmail Babamla aramızdaki ilişkiler hep iyi düzeyde gitti. O çocukluk dönemlerimde bile bir gün olsun bana karşı kırıcı bir davranışı olmadı. Özel durumum nedeniyle midir yoksa beni çok sevdiğinden midir hep beni koruduğunu hissettim. Bugün de bana karşı aynı duyguları yaşadığını görüyorum.

Aylaz Babam yine koyunlarının başında onun yaşamında bir değişiklik yok. Özgür dağların ve özgür yaylaların sesi olmağa devam ediyor. O da başarımdan dolayı mutlu oldu ve beni kutladı. Belki yakında onunla da son bir kez daha dağlara ve kırlara çıkarak bu topraklarla da vedalaşmak istiyorum. Uzak bir yere atanırsam bir daha uzun süre buralara dönemem. Atanmalarımızın bir ay içinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine bildirileceği söylendiği için

156

şimdi ara sıra şehir merkezine gidip sormam gerekiyor. Şimdilik günlerin aileme yardım etmekle geçiyor. Köyde boş durmak yok. Herkese ve her yaşa uygun görevler var. Annem ve ablalarım genellikle günlerinin büyük bir bölümünü koyunları sağmakla geçiriyorlar. Biz gençler harmanda, çayır biçiminde ve evdeki hayvanların bakımında aileye yardım ediyoruz. Büyümekle görevlerimizde önemli bir değişiklik olmadı. Kardeşler olarak nerede bir boşluk görürsek orayı doldurmağa çalışıyoruz. Aramızda sen yapacaksın, ben yapacağım gibi bir anlaşmazlık da olmuyor. Aile içinde uyumlu hoş bir beraberlik var.

Gelişimden dolayı en büyük mutluluğu yaşayan Aylaz Babam. Okumamda büyük çabası olduğu için beni kendi eseri gibi görüyor. Bu konuda ben de Aylaz Babama hak veriyorum. İlkokulu bitirdiğimde İsmail Babam karşısında okumam için direnmeseydi belki bugün onun yardımcısı olacaktım.

Aylaz Babam son derece hayata sıcak bakan birisi. Bizleri neşeli, hayvanlarını tok gördüğü zaman neşesine diyecek yok. İşini ve yaşamını çok sever. Görevi hep aynı. Yaz kış bir değişiklik olmadan devam edip gidiyor. Geleceğe yönelik bir projesinin olduğunu da sanmıyorum. Bu yaşa gelmiş ve bu yaşama alışmış birisi için artık yeni bir iş olamaz. O da benim gibi İsmail Babamın ailesinden bir parça olmuş. Ömrü bu topraklarda biteceğe benziyor. Yaşlandığı zaman kabul ederse yanıma da alabilirim.

Beni bir evladı gibi gördüğünün farkındayım. Ne zaman yanına gitsem mutlu olduğunu hissediyorum. Gerçekten de onu hayata bağlayacak benden başka kimsesi de yok. Sürekli köyde kalmadığı için birlikte geçen

157

zamanımız az oluyor. Uzun bir beraberlik için ben Aylaz Babamla yaylalara çıkmalıyım. Yaylaları seviyorum, ancak o bebeklik hikayelerim aklıma geldikçe yaylalar beni korkutuyor. Aslında korkmamam gerekir. Bana annelik duygusunu ilk yaşatan o yaylalar olmuştu. O yaylaları son bir kez daha gidip kucaklamak istiyorum. Bu planımı Aylaz Babama söyleyince çok sevindi.

Ertesi gün ben, Aylaz babam, koyunları ve köpekleri ile bu kez başka yaylalara doğru gidiyoruz. Artık baharın o güzellikleri kalmamış ve çiçekleri de solmuş durumda. Şimdi yeşilin yerini sarı bir renk almış. Onun da kendine göre ayrı bir güzelliği var. Koyunlar çan sesleri eşliğinde bir yanda otluyor bir yandan da yürüyüşlerine devam ediyorlar. Aylaz Babam sayesinde bu yaşama alıştığım için artık sıkılmıyorum.

Şu an bir başka pınarın başında koyunların su içmelerini seyrediyorum. Aylaz babam kavalının yanık sesi ile koyunlarına konser veriyor. Her nedense çobanlar koyunlarının su içmeleri sırasında kaval çalmayı alışkanlık haline getirmişler. Kaval sesi eşliğinde su içen koyunların daha çok su içtiği söyleniyor.

Bu kez bana annelik yapan o yaylaları uzaktan görebiliyorum. Ama içimde o yaylalara karşı buruk bir sevgi var. O yaylalar olmasaydı belki annem de beni getirip onlara teslim etmezdi. Aylaz Babam da geçmişin kötü anılarının canlandırmamak için o konulara hiç girmiyor. Belki bugün beni değişik bir yaylaya getirmesinin nedeni de bu olsa gerek. Yaylalar da yapı olarak birbirine çok benziyor. Her birinin kendisine özgü güzellikleri var.

 

158

Aylaz Baba’mla Sohbetimizin konusu yine öğretmenlik ve bundan sonra ileriye yöneylik projelerim. Aylaz Baba’mın geleceğe yönelik bir projesi yok. O çobanlığını daha da geliştirerek bu çevrede tek adam olmak istiyor. Bugün bir başka pınarın başında geceyi geçirmeğe hazırlanıyoruz.

Aylaz Babam hala beni bir çocuk gibi görüyor. Onun gözünde hiç büyümemişim gibi sanki. Telaşlı bir hali var ve sürekli benimle ilgileniyor. Yıllar öncesine göre Aylaz Babamın yaşantısında ve yaşam konforunda bir değişiklik yok. Yine her zaman yanından eksik etmediği keçesi ve çeşidi değişmeyen kumanyası. Akşam menümüzde biraz yumurtalı omaç, bir tabak dolusu mercimekli köfte, haşlanmış dört tane yumurta var.

Gecenin güzelliğini Aylaz Babamla paylaşarak geçirdik. Sabah gözlerimi açtığım zaman güneşin ilk kızıllığını uzağımızda sıra sıra uzanan dağların zirvelerinde gördüm. Koyunlarımız geceyi geçirdikleri yerden ayrılmanın hazırlığı içindeler. Aylaz Babamla onların peşine takılarak köyümüze doğru gidiyoruz. Sanki bu yaylaları artık bir daha görmeyeceğim gibi içimde bir his var. Kurduna, kuşuna, çiçeklerine ve kelebeklerine veda etmek istiyorum. Şu an mutlu olduğumu söyleyemem. Her ayrılıkta olduğu gibi bu ayrılıkta da yine hüzün yaşadığımı görüyor el sallayarak dağlara ve yaylalara veda ediyorum.

Bu yerlere veda ederken mutlu ve huzurlu değilim. Bu yaylalar ve bu dağlarla aramda gönül bağları var. Ben bu yaylaların çocuğuyum. Annemi babamı bu yaylalarda kaybettim,yeni anne ve babamı bu yaylalarda buldum. Bu yaylalar ve dağlar benim gerçek aile yuvam. Hüznün en

159

acısını, mutluluğun en büyüğünü buralarda yaşadım. Bugün bu yerlere veda etsem bile gönlüm gözüm bu yaylalarda olacak.

Yakında yeni ve kutsal bir göreve ilk adımımı atıyorum. Bakalım kader beni nerelere götürecek ve bana neler yaşatacak. Geleceğim geçmişim gibi karanlık ve gizemli olmasın.

Yeni görev yerimi öğrendim. Atamam Malatya merkez köylerinden Yazyurdu köyüne yapılmış. En geç bir hata içinde gidip göreve başlamam gerekiyor. Çevreme daha yakın olan bir yer bekliyordum ama orası da uzak sayılmaz. Aylaz Babam da İsmail Babam da köyü tanımıyorlar. Tanımasam da merkez köyü olması beni sevindirdi. Köyde yalnız başına bekar hayatı yaşayacağım için görev yerimin şehir merkezine yakın olması bana büyük avantajlar sağlar. Köyümün özelliklerini ve imkanlarını bilemiyorum. Bir köyde günlük basit ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir bakkal yoksa orada yaşam zordur. Bu tür olumsuzlukları düşündüğüm zaman böyle merkeze yakın bir köye atanmamı büyük bir şans olarak kabul ediyorum.

Merkez köyü olduğuna göre iyi bir köy olmalı. Genelinde merkez köyleri imkanlar açısından dağ köylerine göre daha avantajlıdır. Hem halkı da daha sosyal ve daha bilinçli olur. Değişik özelliklere sahip çok köy gördüğüm için şimdi hayalimde köyümü o gördüğüm köylerden birisine benzetmeğe çalışıyorum. Altı yıllık emeğimin ilk ödülünü almış oldum. Şimdi gidip köyümü görmem gerekiyor.

Yeni bir yolculuk ve yeni bir gelecek için göreve başlamak üzere yollardayım. İlk uğrak yerim Malatya Milli Eğitim müdürlüğü oldu. Orada yapılması gereken resmi

160

işlemler tamamlandıktan sonra aynı gün atandığım köyüme gittim.

Köyüm Malatya merkeze bir saatlik yürüme mesafesinde olan elli atmış hanelik bir köy. İki derslikli bir okulu ve benden başka bir öğretmeni daha var.

Köye gittiğimde ilk kez öğretmen arkadaşla tanıştım ve sonra da köyün muhtarı ile tanışmak üzere onun yanına gittik. Kısa bir tanışma ve sohbetten sonra muhtar bana evli olup olmadığımı sordu. Ben de bekar olduğumu söyledim.

Muhtar tekrar bana dönerek : “ Hocam köyde en büyük sorun size kalabileceğiniz bir ev bulmak. Okulun tek lojmanı var onda da Sebahattin Hocam oturuyor. Lojmandan yararlanma şansınız yok. Şehir merkezinde ev tutup her gün gidip gelsen o da senin için yorucu olur. Kışın bazen yollarımızın kapandığı günler oluyor. Öyle bir durumda kış aylarında büyük sorunlar yaşayabilirsin. Hatırladığım kadarı ile okulda da lojman olarak kullanabileceğin boş bir oda olmadığını sanıyorum. Bu sorunu hemen bugün çözemeyiz. Daha okulların açılmasına uzunca bir zaman var. Sen git tatilini memleketinde ailenle geçir. Okulların açılmasına yakın bir tarihte gelirsiniz. Sanırım o tarihe kadar da biz sana kalabileceğiniz bir yer temin etmeğe çalışırız. Hiçbir yer bulamazsam evimin bir odasını böler yine seni evsiz bırakmam.

Seni çok sevdim sen de köyümüzü çok seveceksin. Gördüğünüz gibi köyümüzün her tarafı yeşil kayısı bahçeleri ve başka meyve ağaçları ile süslü Malatya’nın en güzel köylerinden birisi. Bizler sizin gibi bir öğretmene kavuşmaktan dolalı şanslıyız, sizde böyle güzel bir köyde görev yapacağınız için şanslısınız.

161

Öğretmen arkadaşımın ve muhtarın bu yakın ilgileri beni çok mutlu etti. Her ikisi de candan ve dost insanlar.

Ev konusunda ben de pek aceleci olmak istemedim. Evim olsa bile bu köyde yalnız başına tatil geçiremem. Öğretmen olarak çalışmak için güzel bir köy ama tatil geçirmek uygun değil. Öğretmen arkadaşım evli ve çocuk sahibi olduğu için yılın bütün günlerini burada geçirmekten dolaylı bir sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum.

Ben öğretmen arkadaşıma ve köy muhtarına veda ederek Malatya’ya oradan da Gürün merkezdeki İsmail Babamların evine döndüm. Şu an evde yapayalnız hayallerimle başbaşayım. Evde her türlü imkanlar olduğu için uzun süre kalabileceğim şirin bir ev. Bu evi seviyor da olsam köyümüzdeki Evimizde kardeşlerimle ve ailemle birlikte olmak bana daha çok mutluluk veriyor. Cuma gününe kadar köyümüzden birilerinin geleceğini tahmin ediyorum. Evin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Cuma Güneri mutlaka aileden birisi şehre gelir. Bugün Salı olduğuna göre üç gün sonra birilerini bekliyorum.

Perşembe günü traktörle Mustafa Ağabeyim geldi. Artık traktör kullanmasını da öğrenmiş. İhtiyaçları aldıktan sonra Cuma günü birlikte köye gitmek üzere yollardayız. Traktör olunca yıllarımız kısaldı. Eskiden beş saatte gittiğimiz yolu şimdi bir saatten de önce gidebiliyoruz. Mustafa Ağabeyim şoförlüğü bayağı ilerletmiş. O tozlu köy yollarında traktör bir taksi gibi kayıp gidiyor. Saatim olmadığı için yolculuğumuzun ne kadar sürdüğünü bilemiyorum ama sanırım bir saati bulmadı. İkindi vakti köyümüzdeyiz.

 

162

Okulların açılmasına bir hafta kalaya kadar buradayım. Köyde kaldığım sürece İsmail Babamlara iş konusunda yardımlarım olacak. Artık köyün işlerini de öğrendiğim için her işi seve seve yapıyorum. Diğer kardeşlerimde büyüdükleri için aileye iş konusunda yardımları oluyor.

Maaşımı da aldığım için artık aileme yük olacak bir tarafım kalmadı. Şimdi planlarımı uygulamama sıra gelmişti. Yıllardan beri beni en çok rahatsız eden olay kayıp olan ailemi bulmaktı. Bu olayda herkes benim bildiğimden farklı bir şey bilmediği içir kimseden görüş ve yardım istemedim. Bir sonuç alamayacağımı düşünerek İsmail Babam ve Aylaz Babam beni bu fikrimden vazgeçirmeğe çalıştılar. Sonuç almasam da vicdanen rahat olabilmek için bir araştırma yapmağa kararlıyım.

Bunun için önce yakın köylerden başlayarak bu işi sonuçlandırmak istiyorum. Aylaz Babamın beni bulduğu yaylaya yakın yedi köyümüz var. Bu köylerin birinde belki bir ip ucu yakalayabilirim. Halen köylerde oturanların bu kayıpla bir ilişkileri olamaz. Öyle bir durum olsaydı şimdiye kadar gelir ve beni mutlaka bulurlardı. Çevredeki hemen her köylü Çöplülü İsmail Ağanın yanında kayıp bir çocuğun olduğunu duymuşlardı. Bu kayıp çocuktan haberi olmayanlar o tarihlerde köylerinden göçüp başka bölgelere göç edenlerdir. Onun için benim bulunduğum tarihe yakın zamanlarda köylerdeki göçleri araştırmakla bu işe başlamak istiyorum.

Bugün İsmail Babamdan bir at alarak köyümüze en yakın olan Yuva ve Külahlı köylerine gitmek istiyorum. Bu köyler köyümüze en yakın iki alevi köyü. Bu köylülerin

 

163

Mustafendi Dede’mi iyi tanıdıklarını hatta bazı zamanlarda ziyaretine bile geldiklerini hatırlıyorum.

Önce Yuva köyüne gittim. Burası on-on beş hanelik küçük bir köy. Köyde incin top oynuyor. Bir süre evlerin arasında dolaştım ama hiç kimseye rastlamadım. Köy çok küçük olduğu için kahvehaneleri ve alevi oldukları için de camileri yok. Genelinde kahvehanesi olmayan köylerde yaşlılar cami avlusunda toplanarak sohbet ederler. Köyde hiç insan yok gibi. Neden sonra evlerin az dışında bir kavak ağacının gölgesinde oturmakta olan iki yaşlı kişi görerek yanlarına gittim. Selam ve hoş beşten sonra kendimi tanıttım. Çöplü’lü Mustafendi’nin torunu olduğumu söyleyince aşırı

derecede ilgi gösterip evlerine davet ettiler ama gitmek istemedim. Ağacın altında birlikte sohbet ediyoruz.

Malatya’nın bir köyünde öğretmenlik yapmakta olduğumu bir araştırma yapmak üzere köylerine geldiğimi söyledim.

Bu tarihlerden on beş- on altı yıl kadar önce köyünüzden başka köylere ve büyük şehirlere göçlerin olup olmadığını araştırıyorum. Sorum üzerine ikisi de susup bir süre düşündüler. Sonra da araştırma yapmak istediğim konuyu açıkladığımda daha genç olanı :

Hocam hatırladığım kadarı ile sizin belirttiğiniz tarihlerde İstanbul’a göç eden bir köylümüz oldu. İsmi Hasan soyadı da Koç’tu. Hanımının ismi de Melahat’tı On-On iki yaşlarında bir oğlu on beş yaşlarında da bir kızları vardı. Çocukların isimlerini hatırlamıyorum. Ondan sonraki yıllarda göçler çok arttı. Bir zamanlar köyümüz kırk haneyi buluyordu. Şimdi on beş haneye düştük. Göçler devam ediyor.”

164

Köylülerin verdiği bilgiler benim araştırmalarıma Uygun değildi. Özellikle çocuklarının büyük olması ailenin benimle bir ilişkilerinin olmayacağını gösteriyordu.

Yuva Köyünden ayrıldıktan sonra yakınında bulunan Külahlı Köyüne gittim. Burası Yuva köyünden daha küçük mezra konumunda bir köy. Bu köyün camisi de yok kahvehaneleri de. Köy içinde karşılaştığım elli yaşlarında bir köylü ile ayaküstü sohbet ediyoruz.

Kendisine köylerinde on beş- on altı yıl önce büyük şehirlere göç eden ailelerin olup olmadığını sorduğumda fazla düşünmeden “Öyle göçler olduğunu pek hatırlayamıyorum. . Daha yakın tarihleri soruyorsanız birkaç göç oldu. Onlar hakkında bilgi verebilirim.

Ben eski tarihleri araştırdığımı söyleyerek adama teşekkür edip kendi köyüme döndüm. Bugün ki gezim bu iki köyle son bulmuştu. İkisinde da bana umut verecek bir haber alamadım. Şimdi hedef bir başka köyler.

Yarınki incelememde Dürmepınar ve Alacamezar köyleri yer alacak. Önce Alacamezar isimli köye gittim. Bu köylüler de dedem Mustafendi’yi iyi tanıyorlar. Dedem bu yörelerde efsaneleşmiş bir isim. Onu tanımayan hiç kimseye rastlamadım. Görmeyenler onu namı ve ismi ile tanıyorlar. Alacamezar da Külahlı köyü büyüklüğünde küçük bir köy. Bu köyü gezerken evinin önünde oturan yaşlıca bir amca ile karşılaştım. Oturduk sohbet ediyoruz. Hoş beşten sonra ziyaretimin nedenini açıkladım. Bu arada hanımı da yanımıza geldi ve Mustafendi’nin torunu olduğumu öğrenince bir şeyler ikram etmek istedi ama ben kabul etmedim.

 

165

Sorum üzerine fazla düşünmeden köylerinde belirtilen tarihlerde başka yerlere bir göç olmadığını, son yıllarda birkaç gencin köylerinden ayrıldıklarını ama şu an hangi şehirlerde yaşadıklarını bilmediklerini söylediler. Bu köyde de bana yarayabilecek bilgilere ulaşamadım. Böyle olumsuz şeyler yaşadıkça zaman zaman moralim bozuluyor ve araştırmalardan vazgeçmek istiyorum. Bu iş benim gibi bir kişinin yapacağı bir işe benzemiyor. Basın, polis ve jandarma gibi güçlerin devreye girmesi halinde belki bir sonuç alınabilir. Birkaç köyü daha araştırdıktan sonra bu işlere veda etmeyi düşünüyorum.

Bugün ki son uğrak yerim Dürmepınar isimli köy oldu. Dürmepınar bu yörede ismini sıkça duyduğum köylerden birisi. Mustafendi Dedemin kızlarından bir tanesi bu köye gelin gitmiş olduğu için aile halkı nerede ise tüm köy halkını tanıyorlar. Oraya giderken İsmail Babam da kimlerle görüşmem ve kimlere misafir olmam gerektiğini bana geniş geniş açıkladı.

Köye gittiğim zaman bir başkaları ile görüşmek gereğini duymayarak direk halamın oğlu Muhittin Ağabeye misafir oldum. Çöplülü İsmail Ağanın çocuğu olduğumu söyleyince önce şaşırdı. Çünkü İsmail dayısının Mustafa ve Celal isimli iki çocuğunun olduğunu biliyor ve çocukları da tanıyordu. Üçüncü bir çocuktan haberi yoktu. Ben aile içindeki durumumu açıklayınca beni yeni tanıdı. Sen de benim dayımın oğlu sayılırsın diyerek aşırı derecede ilgi gösterdi ve beni o gün bırakmadı. Bir gece Muhittin Ağabeylerimde kaldım. Ziyaretimin nedeni ona da açıkladım.

 

166

Bana kalırsa zor bir işe girmişsin dayı oğlu. Mustafendi gibi bir deden İsmail Ağa gibi bir baban olduktan sonra başka bir baba ve anne aramana gerek yoktu. Onlar sana bütün imkanları ile yardımcı olurlar.

Aileye nasıl girdiğini ve İsmini duymuştum ama tanışmak bugüne kısmetmiş. Madem buraya kadar gelmişsin gel seni köyümüzün yaşlıları ile tanıştırayım. Onlar geçmiş yılları benden daha iyi hatırlarlar.

Beni komşularından Seyit amca dedikleri yaşlı birisine götürdü. Ziyaretimin sebebini açıklayınca geçmişi hatırlamaya çalıştı. Sonra da bana dönerek :

Belirtilen tarihlerde köyümüzden bir ailenin Ankara Haymana ilçesine göçtüğünü hatırlıyorum.

Beyin adı Ahmet eşinin adı ise Zeliha idi. Ailenin Altı yedi yaşlarında bir erkek çocukları sekiz- dokuz yaşlarında da bir kız çocukları vardı. Baba yıllar önce Haymana kaplıcalarında iş bulmuş orada çalışıyordu. Daha sonraki yıllarda ailesini de oraya taşıyarak köyle bir ilişkileri kalmadı. Onları köye bağlayan bir mal ve mülkleri de olmadığı için bir daha da köye dönmediler. Çocukları çok küçük oldukları için isimlerini hatırlayamıyorum. O tarihlerde köylerden başka şehirlere pek göçler olmuyordu. Daha sonra ki yıllarda göçenler çok oldu; onların isimleri de işine yararsa söyleyebilirim. ”

Görüyorsun amca ben sarı saçlı mavi gözlü birisiyim. Bu anlattığın ailede bana benzeyen birileri var mıydı?”

Bey esmer birisiydi hanımında kumral olduğunu hatırlıyorum. Çocuklar beyaz tenli sevimli iki çocuktu. Öyle dikkat çekecek kadar sarı saçlı olsalardı hatırlardım. Sanırım saçları sarı değildi. Köyümüzün diğer çocuklarına

167

benziyorlardı. Ben yıllardır bu köyde yaşarım köyümüzde öyle sarı saçlı mavi gözlü çocuk hatırlamıyorum.”

Seyit amca bu araştırmaları ne için yaptığımı sorunca ben de kendi hikayemi ona anlattım. Hikayemi dinleyince çok ilginç buldu ve benimle daha çok ilgilenmeğe başladı.

Bu araştırmada biraz geç kalmışın. Çocuğunu kaybeden bir aile şimdiye kadar bu köyleri defalarca gezmiş olmalı. Ya sen bu yörenin çocuğu değilsin yada senin ailen bu bölgeleri tanımayan ve seni feda etmeyi göze alan vefasız bir aile. Onlar sana sahip çıkmadıklarına göre sen de onları arayıp sahip çıkma. Senin adına onlara kızdım ve ayıpladım. Sana yazık etmişler. İnşallah muradına kavuşursun.”

Seyit Amcanın anlattıklarında az da olsa bir umut ışığı görünüyor. Benim yaşlarıma yakın bir oğullarının olması biraz beni cesaretlendirdi. Kardeşler birbirine benzerler diye bir kural yok. İsmail Babamın iki oğlu da birbirlerine benzemiyorlar.

Bugün ziyaret ettiğim başka bir köy de Eskihamal köyüydü. Benim bulunduğum yaylaya en yakın köy bu köy. İsmail Babamdan ve Aylaz babamdan bu köyün ismini sık sık duyardım. O köyde de Mustafendi Dedem kadar olmasa da zengin köylülerin olduğu söylenirdi. Genellikle yöre köyleri büyüklük küçüklük dışında birbirlerine benziyorlar. Bu köy de diğer köylerin biraz daha büyüğü.

Köyün toprak yollarında geziniyorum. Ara sıra evlerine girip çıkan birkaç kadından başka kimse görünmüyor. Aslında bu saatte evlerin önünde oynayan çocuklar olmalı. Neden sonra önünde ineği ile yürüyen bir köylüye rastladım.

 

 

168

Ona yaklaşarak köyünüzdeki beylerin sürekli buluştukları bir kahvehaneniz var mı? Diye sorduğumda köylü vatandaş önce:

Hoş geldiniz” dedi sonra da “Köyümüz küçük olduğu için öyle bir yerimiz yıllarca olmadı. Bu saatte köyün yaşlı beylerini belki cami avlusunda görebilirsiniz. Tanıdığınız birisi varsa ismini söyleyin size yardımcı olayım.”

Yok öyle bir tanıdığım komşu köylerden gezmek için gelmiştim” diyerek adamdan uzaklaştım.

Cami çok yakınımda olduğu için sağa sola bakınarak oraya kadar yürüdüm. Karşılaştığım köylünün dediği gibi cami avlusunda oturup sohbet eden üç beş kişinin dışında başka kimseler yok.

Selam vererek ben de yanlarına oturdum. Usulen hepsi ayrı ayrı hoş geldin diyerek misafire olan ilgisini gösterdiler.

Köyün en eski sakinleri sizler olmalısınız. Bir süredir köy içinde gezindim sizlerden başkasını göremedim. Sanki köyünüz boşalmış gibi.

Oturanlardan birisi “ Bu köyün son sahipleri bizleriz. Köyümüz her yıl büyük şehirlere göç veriyor. Artık bu topraklar bizleri doyurmadığı için özellikle gençlerimizi köyde tutamıyoruz. Yakın bir gelecekte sanırım bu topraklarda oturan birisini göremeyeceksiniz. Bizlerden sonra buralar sahipsiz kalacak gibi. Sizi de tanıyalım. Siz kimseniz.

Ben de size yakın olan Mustafendi’nin köyü olan Çöplü den geliyorum. Belki Mustafendi yi tanırsınız.

Hepsi bir ağızdan “Çok iyi tanırız. Geniş toprakları ve sürüleri ile çevre köylerin en zengin ağası. Fakir fukaraya

169

yardım eden haneden birisi olduğunu biliyoruz. Bizler hiç ziyaretine gitmedik ama köyümüzden ziyaretine giden komşularımız oldu.

Ben onun yanında büyüdüm ,onun çocuğu değilim ama onun çocuğu sayılarım. Bir araştırma yapmak üzere köyünüzde bulunuyorum. Ben yıllar önce ailemi kaybettiğim için Mustafendi Dedemlerin yanında büyüdüm ve bu yaşlara geldim. Şimdi gerçek ailemi arıyorum.

Köylüler ilk anda açıklamalarımdan bir anlam çıkarmayarak açıklamalarımın devamını beklerken ben de geçmişimi onlara uzun uzun anlattım.

Bu çevrelerde böyle bir olay hiç yaşanmadığı için köylüler şaşkın bakışlarla bana bakıp duruyorlar. Ben yine onlara dönerek:

Ben de belki bu köylü olabilirim. Köyünüzü terk edip giden ailelerden bir tanesi benim ailem olabilir. Bunları araştırmak için buradayım.

Bundan on beş yıl kadar önce köyünüzü terk edip giden ailelerden birisinin çocuğu olabilirim.”

Bu açıklamamdan sonra orada oturan köyün yaşlı insanları birden on beş yıl kadar önce köylerinden göç eden aileleri hatırlamağa çalıştılar. Köyün muhtarı olan yaşlıca bir köylü “evlat senin işin oldukça zor. Aradan çok zaman geçtiği için bazı şeyleri bizlerde tam olarak hatırlamayabiliriz. Bunun için önce muhtarlıktaki köy defterine bir bakmam gerekir “diyerek defteri almak üzere yanımızdan ayrıldı.

Orada oturan yaşlılardan birisi de “ o yıllarda göç eden iki aile hatırlıyorum. Köyümüzde arka arkaya çok göç olduğu için bir anda hepsini birden hatırlamak zor. Son on

170

beş yıl içinde altmış hanelik köyümüz kırk haneye düştü. Her yıl da yeni göçler oluyor. Köyden ayrılanlar başka köylere değil büyük şehirlere gidiyorlar. Bizim köyümüzden göçenlerin büyük bir kısmı Adana ve Mersin yöresine gittiler. Gidenlerden en yakın komşu olan Ali’nin Mersin Erdemli ilçesinde yaşadığını biliyorum. Orada devlete ait bir ziraat ziftliğinde çalışıyormuş. Adana yöresine gidenler de oldu belki onları da muhtarımız hatırlar.”

Ali’nin kaç yaşlarında köyünüzden ayrıldığını ve çocuklarının olup olmadığını da hatırlayabiliyor musun ?”

Ali tahminen yirmi sekiz-otuz yaşlarında ,hanımı da yirmi yaşlarında genç bir bayandı. Dört beş yaşlarında da bir oğlan çocuklarının olduğunu hatırlıyorum. Çok fakir bir aileydi. Ona buna ırgatlığa giderek geçimlerini sağlamaya çalışıyordu. Sonra da birden bire köyü terk edip gittiler.

Bizi dinleyen diğer köylülerin bunlara ilave edecekleri başka bir isim olmadı.

Biraz sonra muhtar elinde köy defteri ile geldi. Defter kayıtlarında diğer köylünün söylediği iki ismin 1931 yılında köyü terk ettikleri kaydı vardı. Onlardan altı yıl kadar sonra üç aile daha köyü terk etmiş. Bugüne kadar köyü terk edenlerin sayısı onu geçiyor.

Bana 1931 yılından sonra köyü terk edenler lazım değil. Size birkaç soru daha sormak istiyorum.

Bu köyü terk eden o ailenin benim gibi sarışın olan anne baba ya da çocukları var mıydı? Benim onların çocuklarına yada anne babalarına benzer bir yanımı görebiliyor musunuz” dediğimde köylüler önce gülümsediler. Sonra yine içlerinden birisi: Çocukları küçük olduğu için rengini hatırlamıyorum. Zaten her çocuk

171

büyüdükçe çocukluktaki rengini kaybeder. Şu an çocuklarının siması hatırımda değil. Anne sarışın olabilir. O konuda kesin bilgi sahibi değilim. Annenin başı örtük olduğu için rengini pek hatırlayamıyorum. Bizim bu yörenin insanları genelinde esmer olur. Ermenilerde sarışın insana daha çok rastlanır. Bir de Karadeniz yöresinin insanları sarışındır. Sizin çocukluk yıllarınızda Türkiye’den Ermenisten’a gizli göçler oluyordu. Bu yollarda çok Ermeni’nin Ermenistan’a kaçtığı bizlere anlatılırdı. Hatta Mustafendi’nin köyünde Kırkbir Deresi dediklerde bir yerde kırk bir Ermeni’nin katledildiği yıllardır söylenir durur. Sen belki bir ermeni çocuğu da olabilirsin.”

Köylünün bu son açıklaması beynime bir kurşun gibi saplanıp kaldı. Onlara veda edip ayrılırken köyüme ulaşıncaya kadar hep o köylünün söylediklerini düşündüm. Açıklama bana da çok mantıksız gelmedi. Ama birden de içimde aşırı derecede bir panik hali oluştu. Bir Ermeni çocuğu olduğumu kanıtlamam oldukça güç. Ta Ermenistan a gidip oralarda böyle bir araştırmayı nasıl yapabilirdim? Bunları düşününce moralim aşırı derede bozuluverdi. İlerde imkanlarım ve zamanım olursa bu ihtimali de değerlendirmeyi düşünürüm.

Son merak ettiğim köylerden birisi de Sarıca köyü. Bu köy Gürün ile Kangal’ın sınırında bulunan ve içinde Tohma Nehri’nin geçtiği güzel köylerden birisi. Tohma’nın kolu köyü ikiye bölerek güney doğru uzanır gider ve ilerde Fırat Nehri’nin ana kolu ile birleşir. İçinden nehir geçmesi nedeniyle köyün her tarafı meyve ve sebze bahçeleri ile kaplanmıştır. Bu güzellikler dar ve uzun bir vadi şeklinde uzar gider. Vadinin sağını solunu ise sıra dağlar kaplamıştır.

172

Mustafendi Dedemin sürüleri bazı yıllar kışı o vadide geçirdiği için köyü tanıyorum.

Ailesi bu köyde sürekli oturan bir okul arkadaşım var. Köy Enstitüsünde beraber okumuştuk. Şu an o da benim gibi bu yıl öğretmen oldu. Bahsettiğim bu okul arkadaşım o köyde ırmağa kapılıp kaybolan bir çocuğun hikayesini bana anlatmıştı. Hikaye bana ilginç geldiği için yarın da o köye gidip çocuklarını kaybeden aileyle görüşmek istiyorum.

Sarıca köyü Dürmepınar köyüne yakın olduğu için Muhittin Ağabeyimle vedalaşıp oradan doğruca Sarıca köyüne geçtim.

Artık çevreyi ve yolları öğrendiğim için yolculuklar bana sıkındı vermiyor. Tam tersine yeni bölgeler görmek ve yeni insanlarla tanışmaktan haz alıyorum. Ben dağların kırların çocuğu olduğum için gördüğüm her yeni yer ,değişik dağlar ve kırlar bana evim gibi geliyor. O köye ulaşıncaya dek görmediğim yeni alanlar göreceğim için mutluyum. Tek endişem o köylü olan okul arkadaşımın köyde bulunmaması. Öyle bir durumda da artık köyde bir öğretmen varsa ondan yada köyün diğer kişilerinden yararlanma imkanım olabilir. Konuk olacağım bir hane bulamadığım taktirde dönüş için gecenin karanlığında köyümün yollarına düşmekten başka imkanım olmadığını da biliyorum. Ama bu yalnızlık duyguları ve gecenin karanlığı beni korkutmuyor. Bu konuda bindiğim atıma güveniyorum. O beni kendi haline bıraktığımda köyüme götürecek kadar yetenekli bir at.

Sabah yola çıktım ve aynı gün ikindi vakti arkadaşımın köyündeyim. O da tatil nedeniyle köyüne dönmüş olduğu için onlara konuk oldum. Geceyi arkadaşın evinde sabahlara kadar sohbet ederek geçirdik. O da Erzurum ‘un bir köyüne

173

tayin edilmiş tek öğretmeni olan bir köymüş. Tek öğretmen olduğuna göre köyü benim köyümden küçük olmalı. Tek şikayeti şehir merkezine uzak olması. Anlattıklarını dinledikten sonra benim ona göre daha şanslı olduğumu gördüm. Hem şehir merkezine yakınım hem de iki öğretmenli bir okuldayım.

Kahvaltıdan sonra ziyaret edeceğimiz aliye misafir olduk. Onlar böyle bir misafir beklemedikleri için biraz tedirgin oldular. Sonrada okul arkadaşım ziyaretimizin gerçek nedenini onlar anlatarak sohbetimizi başlattı.

Ben misafir olduğumuz aileye : “ Bundan yıllar önce acı bir olay yaşadığınızı duydum. Minnacık bir evladınızı kaybetmişsiniz, Allah rahmet etsin ve de başınız sağ olsun.

Onlar da geçmişi hatırlamanın üzgünlüğü ile sadece “Sizler sağ olun” diyerek benim konuşmamı beklediklerini anladım.

Tekrar söze başlayarak: “Ben de sizin yaşadığınız olayın tersini yaşadım. Siz çocuğunuzu kaybetmişsiniz ben de annemi ve babamı. Ben şimdi anne ve babamı aramak için köyünüzdeyim”

Bu kısa açıklamam üzerine anne ve babanın gözleri sanki benim üzerimde kilitlenip donmuş gibi bana bakıyorlar. Özellikle annenin gözleri sürekli vücudumu tarayıp duruyor. Sanırım kaybolan oğlunun hatırında kalan izlerini bende arıyor gibi.

Ben yaşam hikayemi anlatırken onlar da sessizce beni dinliyorlar. Hikayem bitinceye kadar bu sessiz dinleyiş devam etti. Sonraki konuşmalarımı sanki duymuyorlarmış gibi geldi bana. En küçük bir müdahale ve soru sorma yok. Şok geçirir gibi bir halleri var. Neden sonra anne kalkarak

174

sessizce bana yaklaştı ve yanıma çömelerek bana hiç sormadan sağ bacağımın pantolonunu yukarı sıyırarak bacağımı incelemeğe başladı. Bu harekete bir anlam veremedim. Diz kapağıma kadar olan kısmın her tarafına baktı ve hatta eli ile dokundu. Sonra yüzüme bakarak “Sen bizim kaybolan oğlumuz değilsin. Benim oğlumun sağ bacağının iç tarafında büyük bir yara izi olacaktı. Bacağının o kısmını cam kesmiş ve sonunda da o yaradan büyükçe bir iz kalmıştı. Yıllar içinde büyümüş de olsan o izin tamamen yok olmaması gerekir. Sende bizlere ait bir iz göremedim. Kaybolan oğlumun gözleri bana yüz hatları babasına benzerdi. Sen de yakışıklı ve güzel bir gençsin ama oğlumuza benzemiyorsun. İnşallah günün birinde aradıklarını bulursun.

Benim oğlum şimdi çok uzak denizlerde balıklarla yaşıyor. Belki bir yunus balığı belki de bir kalkan balığı olmuştur. Ben rüyalarımda hep onu denizlerde bir balık olarak yüzerken görüyorum. Senin acın bizimki kadar büyük olamaz. Sen küçük olduğun için acılarını hissetmeden büyümüşsün. Ben tersini yaşadım. İnsan büyük olunca yaşadığı acılar da büyük oluyor.

Şu an seni görünce oğlumuzu kaybettiğim gündeki acılarımı yeniden yaşıyorum. O olaydan sonra ben köyüme ve çocuğumu alıp giden o nehre küsmüş durumdayım. O olaydan sonra bir kez olsun o nehre gidip o suyun akışını görmek istemedim. O tarafa dönüp bakmak bile bana acı veriyor. O nehir benim için bir katil ve çocuğumu yutan bir canavar. Mümkün olsa o nehri yakıp yok etmek istiyorum. İçimde o o nehre karşı büyük bir kin var. ” derken yine mendilini çıkarıp gözlerinden akan yaşları silmeğe başladı.

175

Kocası hiç konuşmadan yere bakıyor ve eşinin acılarını o da yaşıyordu.

Sevgili teyzeciğim ve sevgili amcacığım ben sizin oğlunuzun kayıp olduğu tarihlere yakın bir tarihte oğlunuzu yutan o ırmağın yatağına yakın bir köyde çobanlar tarafından bulunmuş bir kayıp çocuğum. Bulunduğum yıllarda dört-beş yaşlarında olduğumu söyleniyor. Oğlunuzla aynı yaşlara yakınız. Buraya büyük umutlarla gelmiştim. Keşke o suya kapılıp kaybolan çocuğunuz ben olsaydım. Şimdi sizin gibi vefalı bir anneye ve babaya sahip olacaktım. Sizler evlat acısı yaşıyorsunuz ben ise anne baba acısı ve özlemi yaşıyorum. Acılarımız birbirine benziyor. Üzülmeyin, üzülmek acılara çare olmuyor bilakis acıları daha da büyütüyor. Buraya kadar gelmekle o acıları sizlere tekrar yaşatmaktan dolayı son derece üzgünüm. Tanrı’dan umut kesilmez. Bir bakarsınız günün birinde benim yaptıklarımı kayıp olan oğlunuz yapar ve karşınıza çıkarabilir. Bizi konuk ettiğiniz için sizlere teşekkür ediyor ,umutlarınızın gerçekleşmeni diliyorum.

Anne ve baba her ikisi de hiç konuşmadılar ve hep beni dinlediler. Başta gözlerinde gördüğüm ümit ışıkları bir süre sonra sönüverdi. Ben de böyle beklenmedik bir anda onlara acılarını tekrar yaşatmaktan dolayı üzüntü duydum.

Böyle bir manzara ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Geçen uzun yıllar onlara bu acılarını hiç unutturamamış. Hanım teyzemin dediği gibi ben onlara göre çok daha şanslıydım. İsmail Babam ve Aylaz Babam bana hiçbir acı hissettirmeden beni bu yaşa getirmişler. Şu an benim anne baba özlemim konuk olduğum bu ailenin çektiği acılar karşısında çok zayıf kalıyor.

176

Aileyi fazla üzmemek için vedalaşmak üzere kalkıp her ikisinin de ellerini öperek: “Size geçmişte yaşadığınız acıları yeniden yaşattığım için çok üzgünüm. Belki oğlunuz da benim gibi kayıp çocuk olup bir aileye sığınmış kurtulmuş da olabilir. Siz onun öldüğünü değil yaşadığını düşünün. Hayat mucizelerle dolu. Geleceğin neler getireceğini hiç birimiz bilemeyiz. Umutlarınız hayalleriniz hiç tükenmesin. Bugün benimle yaşadığınız anı gün gelir oğlunuzla da yaşayabilirsiniz. Sizlere acılarınızı yeniden yaşattığım için üzgünüm. Misafirperverliğini için de ayrıca teşekkür ediyorum. Hoşça kalın !..” diyerek ayrıldım.

Arkadaşımın ısrarlarına rağmen o gün o köyde kalmayıp tekrar kendi köyüme döndüm. İlk deneyimin böyle olumsuz sonuçlanması beni fazlası ile üzmüş ve moralimi bozmuştu. Aradan çok zamanın geçmiş olması işimi güçlendiriyordu. Moralimin bozulmasına rağmen diğer araştırmalarıma devam etmekte kararlıyım. Anne ve baba sevgisi dışında onları arayıp bulmayı da bir borç kabul ettiğim için bu araştırmamı sonuna kadar götürmeyi düşünüyorum. Şimdi gideceğim yerler, bulunduğum yerden çok uzak üstelik de hiç bilmediğim yerler.

Köylerle ilgili bu araştırmam bir haftalık bir zamanımı aldı. Bu süre içinde altı değişik köyü inceleyebildim.

Gezdiğim köylerden iki tanesinde öğrendiğim bilgilerin dışında hiç biri bana umut vermedi. Bunlardan birisi Eskihamal köyünden o yıllarda Mersin Erdemli’ye göç etmiş bir aile Dört beş yaşlarında tek bir çocukları var. Anne yirmi yaşlarında baba ise yirmi sekiz otuz yaşlarında. Eş olan hanımın ve çocuklarının saç ve ten renkleri konusunda

 

177

kesin bir bilgi vermedilerse de çocuklarının yaşı benim o tarihlerdeki yaşıma uyuyor.

Diğer köylerden Dürmepınar köyünden Ankara nın Haymana ilçesine göç eden bir ailenin oğlan çocukları ile aramızda bir yaş benzerliği var. . Baba o yıllarda Ankara yöresinde bir inşaat şirketinde çalışıyormuş sonra gelip çocuklarını ve eşeni alarak köyden ayrılmış. Şu an Haymana da yaşadıkları tahmin ediliyor. Bunların da iki çocukları var. Birisi dört beş yaşlarında diğeri sekiz on yaşlarında iki erkek çocuk.

Tespitlerimi detaylı bir şekilde defterime not ettim. Onları aramağa gittiğimde o çevrelerde kimlerden yardım ve bilgi alacağımı köylüler bana açıkladılar. Verilen bilgilerin yeterli ya da doğru olup olmadığını ancak gittiğim zaman öğrenebileceğim. Bu tür araştırmalarım genelinde uzun tatil dönemlerinde yapmak istiyorum. Belki ara dinle tatillerinde de mevsim ve iklim uygun olursa bazı kısa araştırmalarım olabilir.

Okulların açılmasına yakın bir zaman kaldığı için artık araştırmalarıma şimdilik ara verip görev yapacağım köyüme dönme zamanım geldi.

Köyüme, Aylaz Babama , İsmail Babama , bana annelik yapan o yaylalara veda ederek köyümden ayrıldım.

Eylül başında öğretmenlik yapacağım köyümdeyim. Derslerin başlamasına beş günlük bir zaman var. Öbür gelmemde muhtarla görüşmüştük. Bana bir ev bulacağını vaat ettiği için bugün önce ona uğradım.

Köy kahvesinde oturuyordu. Beni görünce sevindi ve sarılarak öpüştük.

 

178

Hocam bugünlerde geleceğinizi tahmin ediyordum. Köyümüzde Hasan isimli bir şahsın samanlıktan bozma tek odalı bir evden başka uygun bir yer bulamadım. Ama bekar olarak sana yetecek bir ev. Müstakil tuvaleti yok. Dışarıda bulunan bir tuvaleti onlarla birlikte kullanabileceksin. Zaten köyümüzde hiçbir evin içinde tuvalet bulunmamaktadır. Bu noksanı sorun yapma. Ev sahibi de anlayışlı birisi. O konuda en küçük bir sorun yaşamazsın”

Muhtarla birlikte giderek eve baktık. Ev oturulabilir durumda mutfağı da olmayan tek bir odadan ibaret müstakil bir ev. Bekar olarak bana yetebilir. Ev sahibi Hasan amca ile de kira konusunda anlaşarak evi tuttum. Sonra da şehre giderek bana yetecek miktarda ev eşyalarımı da alıp getirip odamı döşedim. Eşyalardan sonra evim bana daha şirin ve kullanışlı göründü. Artık günlerim bu evde ve köy kahvesinde geçecek,

Bu işlerimi tamamladıktan sonra okulda öğretmen arkadaşıma uğradım. O da okulun açılması ile hazırlıklarını yapıyordu. Bana birinci ve ikinci sınıfları vermiş diğer üç sınıfı da o almış. Okul müdürü durumunda olduğu için yaptığı sınıf dağılımına bir itirazım olmadı. Aslında mesleğe yeni başlayan birisi olarak bana kendi aldığı sınıfları verse daha iyi olurdu. Birinci sınıf öğretmenliği biraz deneyim ve uzmanlık isteyen bir görev. Benim o konuda bir deneyiyim yok. Artık yaparak ve yaşayarak öğrenmeğe ve mesleği yürütmeğe çalışacağım. Bilmediğim konularda da öğretmen arkadaşımın bana yardımcı olacağına inanıyorum. Görüntüsü ve ilgisi bana o kanıyı verdi.

Bugün okul açıldığı ve okulun ilk günü olduğu için öğrencilerle tanışıyoruz. Benim birinci sınıfta dokuz ikinci

179

sınıfta on bir öğrencim var. Kız erkek karışık. Okul yeni açıldığı için kıyafetlerinde bir birlik yok. Sanırım zaman içinde her öğrencinin belirli birer öğrenci kıyafetleri olacak

Önce kendimi tanıttım sonra da sıra ile kendilerine simlerini sorarak onları tanıdım. Birinci sınıfa gelenlerde aileden yeni kopmuş olmanın verdiği bir tedirginlik var. Nerede ise hepsinin de suratları asık. İkinci sınıf çocukları ilk yılın tedirginliğini atmış oldukları için daha neşeli ve daha cıvıl cıvıllar. İlk derslerde çocukları okula alıştırmak ve okulu sevimli göstermek için müzik dersi ile başladım. Mandolinli müzik dersi çocukların çok hoşuna gitti ve daha ilk derste bir okul şarkısı öğreniverdiler.

Öğrencileri tek tek inceliyorum benim çocukluğuma benzer bir çocuk göremedim. Çocukların hemen hepsi esmer ve yanık yüzlüler. Kızlardan ikisinin saçları hafif sarı. Daha köyü tam tanımasam da benim annem ve babam bu köylü olamazlar şeklinde bir kanıya vardım. Aslında erken aldığım bir karardı. Sanırım çocukların fiziki yapıları beni böyle bir karar almağa itti. Zaman içinde köyü ve köylüyü tanıdıkça bu fikrim değişebilir.

Okulun tatil olduğu saatlerde öğretmen arkadaşımla köy kahvesine gidiyoruz. İlk gidişimde kahvede bulunan tüm köylüler tek tek “Hoş geldiniz” diyerek misafirperverliklerini gösterdiler. Benim durumum bir takıntı halini aldığı için gözlerim sürekli köylülerin üzerinde. Bana benzeyen birileri var mı diye bakıyorum. Bana baba olacakların kırk -kırk beş yaşlarında olmaları gerekiyor. Bakıyorum o yaşlarda olanlardan bana benzeyen kimse yok. Üç dört ayın içinde nerede ise köylülerin büyük bir kısmını tanıdım. Küçük bir köy olduğu için hemen her gün köy kahvesinde birlikte

180

oluyoruz. Artık o ilk günlerin verdiği çekingenlik yavaş yavaş kayboluverdi.

Geçen bu süre içinde çevreye,yaşama ,öğrencilerime ve köylüye alışıverdim. Günler öğrenciler ile köylüler arasında geçip gidiyor. Şehir de yakın olduğu için bazı hafta sonraları şehre gidip ihtiyaçlarımı tamamlayarak dönüyorum. Şu an özlediğim tek şey gerçek annem ve babam. Hep hayalleri gözlerimin önünde, yüzlerini, boylarını, konuşmalarını merak ediyorum. Resim yapma yeteneğim olsa hiç görmediğim annem ve babamı hayalimdeki gibi resimlerini çizip odama asmak istiyorum. Bendeki anne baba sevgisi herhalde onları hiç görmediğim için olağandan daha güçlü. Sürekli anne ve babaları ile olan kimseleri benim kadar ailesine bağlı göremiyorum. Bazen kendimi bu çocuklar gibi çocuksu gördüğüm anlar da oluyor. Çoğu insanda büyüseler de çocuksu kalan yönleri oluyormuş.

Günler çok hızlı bir şekilde gelip gidiyor. Birinci sınıf çocuklarından yarısından fazlası okuma yazmaya geçmek üzere. Üç öğrencim biraz gerilerde. Her gün son dersten sonra zayıf olanları sınıfta tutuyor ve onlarla bir süre özel çalışmalar yapıyorum. Okumaya geçemeyeceklermiş gibi içimde bir tedirginlik ve korku var. Öğretmen arkadaşımdan öğrendiğime göre birinci sınıfların dönem sonunda okuma yazmaya geçmeleri gerekiyormuş. Birinci dönemin bitimine önümüzde üç haftalık bir zamanımız kaldı.

İkinci sınıflarda da bazı öğrenciler yaz tatilinde okuma yazmayı unutmuşlardı. Onlarda baştan beni biraz yordu. Ama hepsi de kısa sürede tekrar okuma yazmaya geçerek normal seviyeye geldiler.

 

181

Son haftaya okuma yazma öğrenemeyen iki öğrencim kaldı. Artık onları ikinci karnede arkadaşlarına yetiştirmeğe çalışacağım.

Bu hafta sonu çocuklara ilk karnelerini vererek yarı yıl tatilini başlatmış bulunuyoruz. Kış mevsiminde Mustafendi Dedemin köyü kar kış nedeniyle kapalı olacağı için oraya gitmem mümkün olamaz. Mustafendi Dedemin şehirdeki evi boş olduğu için gidip orada bir süre kalabilirim.

Araştırmalarım sırasında bir köylünün bana “Sen bir ermeni çocuğu olabilirsin” şeklindeki sözünü unutamıyorum. Ben Türk kültürü ile büyüdüğüm için böyle bir benzetme beni üzdü ve adeta dışlandığımı hissettim. Gürün’de Mustafendi Dedemin evine gittiğim zaman bu konuyu terzi Agop Amcamla konuşmak istiyorum. O Ermeni olduğu için belki beni bu konuda aydınlatacak açıklamalarda bulunabilir.

Karne tatilinin üç gününü köyümde geçirdikten sonra Mustafendi Dedemin evine gittim. Evde benden başka kimse yok. Ortaokul ve lisede okuyan çocukları kalmadığı için evleri boş duruyor ve şehre geldikçe burada kalıyorlar. Oraya gidişimin ikinci günü gidip Agop Amca ile görüştüm.

Daha önceleri de sık sık görüştüğümüz için Agop Amca beni iyi tanıyordu. Bu kez beni öğrenci değil bir öğretmen olarak görecekti. Görür görmez bana sarılıp öptü ben de ellerinden öptüm. Oturup sohbet etmeğe başladık. Yeni görevimi sevip sevmediğimi ve görev yaptığım köyümü sordu. Ben de bildiklerimi ve duygularımı ona anlattım. Bir ihtiyacım olup olmadığını sorduğunda ben de ona “ Ağop Amca benim zihnimi meşgul eden bir soru var. Bu konuda sizden yardım istiyorum.”

 

182

Yapabileceğim her şeyde yanındayım. Nasıl bir soru imiş? Buyurun sizi dinliyorum.”

Benim geçmişimi çok iyi biliyorsunuz. Belki farkında değilsiniz ben uzun süredir gerçek anne ve babamı arıyorum. Şimdiye kadar bu konuda olumlu bir gelişme olmadı. Ben ümitlerim bitinceye kadar bu konudaki araştırmalarımı sürdürmekte kararlıyım. Araştırma yaptığım bir köyde bir köylü bana rengime bakarak “sen bir Ermeni çocuğu olabilirsin. Anne ve babanı onların arasında ara” dedi. Köylünün bu sözleri kafamı kurcalayıp duruyor. Siz de bir Ermenisizin ve Türkiye de yaşayan Ermenileri az çok tanırsınız. Sizce böyle bir ihtimal olabilir mi?”

Kadir şu ana kadar böyle bir şey aklıma gelmemişti. Renk olarak biraz Ermenilere benziyorsun. Ermenilerin yüz hatlarında da başka özellikler var. Onları düşününce çok da benzetemiyorum. Ama olabilir de. O yıllarda Mustafendi Dedenin köyüne yakın yerlerde Ermeni göçleri yaşandığını ben de duyardım. Çözümü çok zor bir konu. Türkiye’de yaşayan Ermeniler büyük çoğunluğu dünyanın her tarafına dağılıp gittiler. Halende ülkemizden zaman zaman başka ülkelere buradaki Ermenilerin göç ettiklerini duyuyoruz. Bu göçlerin bitmesi belki yüz yılı bulur. Benim gibi bu toprakları seven Ermeniler de var. Belki ilerde bende kendime uygun bir yabancı ülke bulursam gidebilirim. Benim akrabalarımdan bir kısmı Amerika’ya bir kısmı da Beyrut a gittiler. Türkiye Ermenilerinin büyük çoğunluğu Ermenistan’a göçtüler. Benim tanıdığım çok ermeni şu an Ermenistan da yaşıyor. Amerika’ya İsrail’e ve Lübnan a giden Ermeniler de oldu. Şu an Ermenilerin topluca yaşadıkları tek ülke Ermenistan.

183

Oralara gidip böyle bir araştırma yapman çok güç. Belki Ermenistan’ın başkenti olan Erivan a gidip gazete ilanı ile bu işi çözebilirsin. Bunun dışında başka bir çözüm düşünemiyorum. Bunu mutlaka denemek istersen orada tanıdıklarım çok, gittiğinizde sana yardımcı olurlar.

Bana kalırsa sen önce bu araştırmayı çevrende yap. Sen mutlaka o çevrede yaşayan bir ailenin çocuğusun. Çok uzak yerlerden bir çocuk o yaylalara yalnız başına gelemez. Senin hayat hikayeni çok iyi bildiğim için sana bunu öneriyorum. Türkiye‘de de basından yararlanabilirsin. Günlük gazetelerin birinde bir ilan vererek aileni basın yomlu ile de araman mantıklı olur. Yalnız günlük gazeteler Ankara ve İstanbul un dışında başka şehirlerde çıkmıyor. Bunun için bu iki şehirden birine gidip gazete yöneticileri ile görüşmen gerekir. Basında tanıdığım bir kimse olsaydı sana yardımcı olurdum. Ama bazen dükkana mal almak için İstanbul’a gittiğim oluyor. Sen öğretmen olarak bunları yazı ile daha iyi ifade edersin. Bana kısa bir ilan metni hazırla. Ben İstanbul’a gittiğimde onun ilanı için yardımcı olurum.

Kadir bu kadar sıkıntılara katlanmanı da pek uygun bulmuyorum. Sen artık büyüdün anne ve babaya pek ihtiyacın kalmadı. Anne ve baba küçük çocuklar için gerekli. Mustafendiler size annelik ve babalık yaptılar. Bundan sonra artık senin baba olmayın zamanı geldi. Biz şimdi senin anne ve babanı arayacağımıza sana bir eş olacak kız arasak daha uygun olmaz mı? O anne ve baba seni aramadığına göre sen de onları arama. Bu görev önce onlara düşerdi.”

Agop Amca siz de haklısınız. Ama ben bir evlat olarak görevimi yaparsam daha mutlu olurum. Annemi babamı bulduğumda acaba onlar bu çabamdan dolayı mutlu

184

olacaklar mı onu bilemiyorum. Ben o sevgiyi kısa da olsa yaşamak istiyorum. Umutlarım bitene kadar bu araştırmam sürecek. Bir yıl içinde bir sonuç alamazsam sizin dediklerinize döneceğim. Bazen umutsuzluğa kapılıp bu araştırmadan vazgeçmek istiyorum ama içimdeki duygular her defasında beni iteliyor.”

Bu sohbetimizden sonra Ağop amcaya veda edip oradan ayrıldım. Ertesi gün iki haftalık karne tatili bitmek üzere olduğu için öğretmenlik yaptığım köyüme döndüm.

Yine okulumda o sevimli öğrencilerimle beraberim. Onlarla birlikte olduğum zamanlarlar zihnimi meşgul eden her şeyi unutuyorum. O sevimli miniciklerin her birinin gözlerinde sevgi dolu bir dünya görüyorum. Onların cıvıl sesleri bana bir şarkı gibi geliyor. Konuşmalarından, yaramazlıklarından ve gürültülerinden dolayı hiç rahatsız değilim. Onlarla birlikte ben de yaşayamadığım çocukluğumu yaşıyorum. Öğretmenliğin en güzel yanı hep çocuklarla birlikte olmak. En hüzünlü zamanında o miniciklerden birisinin gelip gülümseyerek bana bir şeyler sormaları bir anda hüzünlerimi yok ediyor. O çocukların her biri benim için canlı bir müzik. Tertemiz dünyaları ve aşırı derecede bir öğretmen sevgileri var. Bazen biz öğretmenlerini babalarından daha çok sevdiklerini hissediyorum. Onlarla birlikte olduğum zamanlar tüm kötü duygular beynimi terk edip gidiyor ve gerçek huzuru o zaman yaşıyorum.

Köyde tek sıkıldığım nokta okulun dışında çok monoton bir yaşamın olması. Burada insan yaşamını renklendiremiyor. Günün yorgunluklarını çıkaracağımız tek yerimiz köy kahvesi. O da her gün aynı kişilerle birlikte

185

olmamızdan dolayı sıkıntı vermeğe başlıyor. Evim o sessiz hali ile bir hapishane köşesi gibi. Eve neşe ve can veren de çocuk ve eş. İkisi de olmayınca eve sadece yatmak için gidiyorum.

Köyde öğretmen arkadaşımın dışında en sevdiğim kişi köyün muhtarı olan Hasan amca. Her gün ders çıkışı öğretmen arkadaşımın olmadığı zamanlarda onunlayım. Öğretmen arkadaşım evli olduğu için çoğu kez okuldan çıkınca evine çekiliyor. Öyle günlerde de ben muhtar Amca ile beraber oluyorum.

Muhtar Amcam gençliğinde çok hovarda ve çapkınmış. Bana hep köyün eski güzel anlarını ve yaptığı çapkınlıkları anlatır. Bazen da çapkınlığın kötü bir şey olmadığını söyleyerek benim de yapmamı ister.

Bir gün bana :“Öğretmen seni çok seviyorum ve bu köylü yapmak istiyorum.”

Muhtar ama zaten artık ben bu köylüyüm. Siz kovuncaya kadar buradan başka yere gitmem. Devlet beni istemediğim halde başka bir yere tayin ederse o zaman köylünüz olmaktan çıkarım.”

Yok öyle değil. Bu köylü olman için buradan bir kızımızla evlenme gerek. Bizde bir atasözü var. “Hanım nereli bey oralı” derler. Köyümüzde Sağlık lisesinde okuyan güzel kızlarımız var. Onlardan birini kaçırma derim”

Muhtar amca evlenmek için yaşım daha küçük. Önümde bir sürü engeller var. Daha askerliği yapmadım en büyük engel o. Bakalım beni bu köyde fazla tutacaklar mı. Bakarsın buradan alır başka köye gönderirlerse işler zorlaşır.”

Sen bu büyük tatilde bir süre köyde kalırsan o güzel kızlarımızı görürsün. Görmeden olmaz deme.”

186

Yakında büyük tatilimiz başlıyor. Okulun bazı işleri için bir hafta kadar köyde kalacağım. O zamana kadar gelirlerse belki görme şansımız olur. Aşık olmak ve beğenmek nasıl bir duygu onu da bilmiyorum. Sizin anlatmalarınıza bakılırsa iyi olsa gerek.”

Muhtar amca ile birlikte olduğumuz zamanlarda lafı döner dolaştırır hep böyle çapkınlığa getirir. Ara sıra da tavla oynarız ama onun karşısında tavlada şansım yok gibi. Köyün en usta tavla oyuncusu o.

Muhtar amcanın teklifi göz ardı edilecek bir teklif değil. Aşkı sadece okuduğum romanlarda tanıdığım için gerçek aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Okuduğumuz yatılı okulda kız öğrenciler olmadığı için kızları ve dolaysı ile aşkı tanıma şansım olmadı. Öğrencilik yıllarımda okulumuz öğrencilerinden bazılarının bekar bayan öğretmenlerimize aşık olduklarını duyuyorduk. Ama onların sonu hiç iyi olmadı. Bir aşk uğruna mesleklerinden ve okullarından oldular. Bir aşk için de bu tehlikeyi göz almağa değer mi bilmem. Onun nasıl bir duygu olduğunu yaşamadan tarif edemiyorum

Genel tatilimiz bu hafta başladı. Öğretmen arkadaşıma yardım etmek üzere bir hafta kadar buradayım ondan sonra da Mustafendi Dedemin şehirdeki evine dönmek istiyorum.

Tatilimizin beşinci günüydü sabah kalkıp okula doğru gidiyorum. Evim biraz köyün kenar kısımlarına düştüğü için okula giderken zorunlu olarak evlerin aralarından ve önlerinden geçmem gerekiyor. Bu sırada okul kıyafetli iki kız yanımdan geçtiler. Arkaları bana dönük olduğu için yüzlerini göremedim. Biri uzun boylu diğeri ona göre biraz daha kısa biraz da kilolu. Onlar geçtikten sonra aklıma geldi.

187

Herhalde bunlar bana muhtar amcamın tarif ettiği kızlar olmalı. Tekrar dönüp arkalarından gitmenin hatalı olacağını düşünerek o şekilde yoluma devam ettim. Ama ilk kez de böyle bir duygu ile karşılaştığım için içimde sıcak bir takım kıpırtılar hissettim. Okuduğum okulda kız görmediğimiz için onlara karşı olan duygularımı da bilmiyorum. Bu duyguları yeni yeni keşfedeceğim. Bu duygular içinde okula ulaştım ama kızların yüzlerini göremediğime de üzüldüm. Bu duygular içinde öğretmen arkadaşımla çocukların karne notlarını defterlere kaydediyoruz. Aradan iki saati aşkın bir zaman geçtiğini tahmin ediyorum. Biz çalışırken iki genç kızın öğretmenlerini ziyaret etmek üzere okula geldiklerini gördüm. Bunlar biraz önce okula gelirken yola gördüğüm kızlar olmalı. Doğruca öğretmen odasına girdiler. Ben de yan odada notları yazıyorum. Bana ulaşan konuşmalarından, gelen öğrencilerin öğretmen arkadaşımın öğrencileri olduklarını anladım. Yanlarına gitmeden sohbetlerini yan odada duyabiliyorum. İçimden yanlarına gidip bende sohbetlerine katılmak istiyorum ama cesaret edemiyorum. Ben böyle düşünürken öğretmen arkadaşım beni odasına çağırdı. Sesini rahat duyabildiğim için hemen işimi bırakarak yanlarına gittim

Öğretmen arkadaşım: “Bu hanım kızlar benim öğrencilerim. Beni ziyarete gelmişler. O yıllarda okulumun en çalışkan ve başarılı öğrencileriydiler. Bu çalışkanlıklarının ve başarılarının ödüllerini almış durumdalar.

Kızlara dönerek bu arkadaş da okulumuza yeni atanan öğretmen arkadaşım Kadir Bey.”

 

188

Kızlar gülümseyerek ikisi birden “köyümüze hoş geldiniz” diyerek beni selamladılar. Ben de “ hoş bulduk” diyerek ellerini sıktım.

İkisi de Malatya da sağlık meslek okulunda okuyorlarmış. Okulu bitirmelerine bir yılları kalmış. Konuşkan tatlı ve esprili kızlar. Konuşurken hep gülümsemeleri hoşuma gidiyordu. Onlar konuşuyor ben dinliyorum. Biraz okullarından biraz da bu okulda öğretmenleri ile yaşadıkları anılarından söz ettiler. Birlikte geçen hoş bir sohbetti. Ben bir yandan bu güzel sohbeti dinlerken bir yandan da bu iki güzel kızı inceliyorum.

Köylü kızları biraz mahcup ve çekingen olurlar. Bunlar o tür davranışları yenmişler. Gayet rahatlar ve şehirli kızlardan geri kalır bir yanları yok. Birisi esmer güzeli birisi de beyaz tenli kumral bir kız. Biri diğerinden daha güzel diyemem. İkisinin de farklı özellikleri ve güzellikleri var. Bu arada köyümüzde İsmail Babamın kızları aklıma geldi. Bu kızlar onlardan daha güzel ve daha bakımlılar . O köylülük çekingenliğini yenmiş ve tam birer şehirli kızları olmuşlar. Vücut ölçüleri güzel olduğu için giysileri de onlara çok yakışmış. Kıyafetleri birbirine benziyor. Herhalde bu okul kıyafetleri olsa gerek. Serbest giysileri olsa bu kadar birbirlerine benzemezlerdi.

Kızlarla sohbetimiz bir saate yakın bir zamanımızı aldı. Ayrılmalarını hiç istemiyordum. Ömrümde ilk kez böyle yetişkin iki kızla konuşuyordum. Muhtar amcamın dedikleri kadar varmış. Kızlar sonra bizlerle vedalaşarak evlerine döndüler.

Kızlar gittikten sonra öğretmen arkadaşım: “Bunlar benim bu okulda okuttuğum öğrencilerimdi. O zamanın

189

minnacık öğrencileri şimdi birer genç güzel kız olmuşlar. Arada sırda görüşmemiş olsaydık tanımazdım. Tatillerinde zaman zaman yanıma uğrar ve saygılarını gösterirler.

Kızlarımızı beğendiysen birisine talip olabiliriz. Sen de artık evlenme çağına gelmişsin. Köylerde yalnız yaşamak zor. Kızların ailelerini de tanırım iyi insanlar.”

Sayın hocam bu konuda beni düşündüğünüz için teşekkür ederim. Kızları yeteri kadar tanımıyorum bir de yeni mezun olduğum için ekonomik olarak buna hazır değilim. Hele kızlar bir okullarını bitirsinler ben de biraz durumumu düzelteyim. Kısmetse ilerde olur. Kızların bu konudaki düşüncelerini de bilemiyoruz. Belki arkadaşları vardır. Onları öğrenmeden direk talip olmak da hoş olmaz. Şimdilik bu güzel düşünceleri zamana erteleyelim.”.

Hiç aklımda böyle şeyler yokken muhtar amcamın ve öğretmen arkadaşımın bunları aklıma düşürmesi duygu dünyamda bir kıvılcım yaratıverdi. O gece hep o kızları düşündüm. Bir kıza ilgi duymak da kötü bir duygu değilmiş. Bu duygu anne ve babama duyduğum özleme benzemiyor. Anne ve babama duyduğum özlemde bir acı, kızlara duyduğum özlemde ise tarifi güç bir tatlılık var. Elleri ellerime değdiği zaman sıcak bir duygunun içime doğru sızdığını hissediyordum. Yakan ve sarsan güzel bir duygu idi. O ellerin yumuşaklığı ve sıcaklığı hala ellerimde yaşıyor. O gülümseyen sıcak bakışları hiç gözlerimin önünden gitmiyor. Malatya merkez ilkokullarında öğretmen olsaydım kızları daha yakından tanıma imkanım olurdu.

Kızları bir daha görme fırsatım olmadan köyden ayrılarak memleketime döndüm. Birkaç günümü Mustafendi Babamın şehirdeki evinde geçirdikten sonra yıllarca beni

190

rahatsız eden o duyguları yenmek üzere anne ve babamı aramağa başlayacağım.

Üç aya yakın bir tatilim var. Değişik yörelerde tanışmak ve görüşmek istediğim aile sayısı şimdilik iki. Belki zaman içinde bu sayıya eklenecek başka aileler de çıkabilir.

Gürün’deki evimizde üç beş gün dinlendikten sonra yine yollardayım. Bu kez yönüm Ankara’nın Haymana ilçesine doğru. Bu bahane ile şimdiye dek hiç görmediğim başkentimiz Ankara’yı da görmüş olacağım.

Ulaşım konusunda bir sorunumum yok. Malatya dan direk Ankara’ya otobüs kalktığı için Ankara ya kadar olan yolculuğum beni tedirgin etmiyor. Ankara’dan Haymana’ya olan yolculuğu da orada öğreneceğim.

Malatya’dan Kalkıp batıya giden otobüsler şehrimizde yemek molası verdiği için akşamüzeri otobüslerin durduğu lokantaya giderek otobüs beklemeğe başladım. İlk gelen iki otobüs tam dolu olduğu için onlara binemedim. Gelen üçüncü otobüsün en arka sırasında bir koltuk boşları var. Lokantacı “gelecek otobüslerde yer olup olmayacağını bilemiyorum. Acele gitmen gerekiyorsa seni bu otobüsle gönderirim” dedi. Ben de arka koltuğun beni rahatsız edip etmeyeceğini bilmediğim için kabul ettim.

Akşam saat 22.00 de otobüsümüz kalktı. Muavin otobüsümüzün tahminen sabah saat yedilerde Ankara da olabileceğini söyledi.

Otobüsün böyle Ankara’ya erken gitmesi işimi kolaylaştırıyordu. Haymana’ya gidip aynı gün Ankara’ya dönme şansım olacaktı.

 

191

Belirtilen saatte otobüsümüz kalktı. Benim ilk kez yaptığım uzun yolculuk bu oluyordu. Muavin gecenin ortalarında Kayseri’ye geldiğimizi söyledi. Bu şehri de bilmiyordum sadece çevre yolundan otogara kadar olanları otobüsün camında seyredebildim. Büyük ve güzel bir şehre benziyordu. O saatte Kayseri yi gezmek mümkün olamayacağı için sadece otogarını görüp bir de çay içtikten sonra tekrar yollara koyulduk.

Kırşehir e geldiğimizde iki yolcu yol kenarında indi ve otobüs şehir merkezine girmeden yoluna devam ettiği için Kırşehir’i de görmem mümkün olamadı.

İlk uzun yolculuğum olduğu için heyecandan uyuyamıyordum. Ayrıca kafamda kurduğum planlarım ve endişelerim de uyumamı engelliyordu. Muavinin dediği gibi oldu. Otobüsümüz sabah saat 6.45 te Ankara Garı’ndaydı. Çevre yollardan geçerek otogara girdiği için Ankara’nın şehir merkezini göremedim. Kayseri ve Kırşehir gibi sadece kenar semtlerini görebildim.

Otogara indiğimde Haymana’ a vasıta olup olmadığını sorduğumda otogarın arka kısmında minibüslerin kalktığını söylediler. Günde iki kez minibüs kalkıyormuş. Biri öğleden önce biri de öğleden sonra. Ben öğleden önce kalkana yetiştim. Küçük bir minibüstü. Bindiğim zaman yolcular tamamlanmış gibiydi. Benden sonra iki kişi daha gelince minibüsümüz doldu ve hemen kaptanımız hareket etti.

Yolculuğumuz gündüze rastladığı için minibüsümüz yoluna devam ederken bende oturduğum koltuğun yanındaki pencereden dışarıdaki manzaraları izliyorum. Bu yerlerin arazi yapısı da bizim oraların arazi yapısından daha değişik geldi bana. Dağlar fazla yüksek değil , düzlük alanlar daha

192

geniş .Her taraf ekin tarlaları ile bezenmiş durumda, Haymana’ya yaklaşırken yeşil tepeleri ve ormanlık alanları görmeğe başladım. Ormanı da ikinci kez bu topraklarda görüyordum. İlk kez ormanı Çamlıbel Dağlarında görmüştüm. Bu arada yanımda oturan koltuk arkadaşımla da tanıştım. O da Haymana’nın içinde oturuyormuş. Bana Haymana hakkında biraz bilgiler verdi. Yol arkadaşımın anlatımlarından Haymana’ya inmeden önce Haymana’yı yeteri kadar tanıdım.

Arkadaşın ilk tavsiyesi “Haymana’ya ilk kez geliyorsan buranın kaplıcalarını görmeden sakın gitme. Geceyi Ankara da geçireceğine kaplıcaların çevresinde küçük ve ucuz oteller var. Hem o otellerde kalır hem de bir kaplıca banyosu yaparsın” dedi.

Arkadaşın teklifi bana cazip gelmişti. Bir buçuk saat kadar süren yolculuktan sonra Haymana’dayız. Yolculuk arkadaşımın da yardımı ile kaplıcaların bölgesine giderek küçük bir otelde yerimi ayırttım.

Şimdi en büyük sorunum aradığım kişiyi bulmak. Küçük şehirlerde insanların birbirlerini rahat tanıyacaklarını tahmin ettiğim için fazla endişeli değilim. Bir saat kadar otelimde kaldıktan sonra şehir merkezine inerek kahvelerden birinde çay içmek üzere bir masaya oturdum.

Müşterilerin çoğu ortalama yaşın üstünde görünüyor. Kahvehanedeki masalardan yarıya yakını dolu. Birbirleriyle sohbet eden kimseleri göremiyorum. Genelinde ikişer dörder kişilik guruplar halinde oyun oynuyorlar. Tavla sesleri arasında konuşmaları duymaktan zorlanıyorum. Kağıt oynayanlar da var ama onlar daha sessizler. Buradaki kahvehanelerin Malatya’daki kahvehanelerden bir farkı yok

193

gibi. Anadolu’nun eğlence ve oyun kültürünü gösteren en iyi yerler kahvehaneler. İssizlerin emeklilerin bir nevi buluşma yeri.

Ben tek kişilik bir masada bir yandan kahvehaneyi ve oyun oynayanları incelerken biryandan da çayımın gelmesini bekliyorum. Çaycı çayımı masama bırakırken ona :

Bu kahvehaneye gelen Sivaslı müşterilerin de var mı ?” dediğimde şöyle bir dikelip masaları tek tek inceledikten sonra : “Sürekli gelen bir müşterimiz var ama şu an daha gelmemiş. Mutlaka gelir. Buraya uğramadığı gün olmaz. “ diyerek yanımdan uzaklaştı.

Burada bir saat kadar oturduktan sonra başka bir kahvehaneye gitmek üzere ayrıldım. Aradığım kişiyi ancak buradaki hemşerilerimden yararlanarak bulacağımı sanıyorum. Bana bildirilmiş bir adresi yok. Sadece adını ve bu şehirdeki bir şirkette çalıştığını biliyorum.

Yine çarşı içinde bir başka kahvehanedeyim. Burası da bir önceki kahvehaneye benziyor. Yine bir masaya oturup çevreyi ve içeride olanları izliyorum. Bu kadar insanın içinde belki bir tanesi benim aradığım babam olabilir. Kahvehanede kaç kişi varsa hepsini tek tek inceledim ama bana benzer birisini göremedim. Benim tipik özelliğim sarışın mavi gözlü olmam. Buradakilerin hepsi de tipik Anadolu insanı gibi esmerler. Ben böyle düşünürken kahveci çayımı bırakıp yanımdan ayrılırken : “Bu kahvehaneye gelenler arasında Sivaslı oluyor mu ?” diye sorduğumda sağımdaki ikinci masada tavla oynamakta olan iki kişiyi işaret etti. Ben de çayımı alarak onların masasına gidip “iyi şanslar dileyip yanlarına oturdum. Usulen “merhaba!..Hoş geldiniz!..” dediler ve başka bir konuşma olmaksızın oyunlarına devam

194

ettiler. Oyunları bitinceye kadar bende konuşmadan onları seyrediyorum. Neden sonra oyun bitti ve yenilen sinirli bir şekilde tavlayı kapatarak cebinden çıkardığı sigarasını tüttürmeğe başladı. Nihayet ikisi de beni fark etti. Artık sohbetimiz başladı.

Ben önce onlara Sivas lı olduğumu söyledim. Onlar da bana :”Hemşeriymişiz “ diyerek daha çok ilgi göstermeğe başladılar. Sohbetimiz koyulaştı onlardan birisi Divrikli birisi de Şarkışlalıymış. Ben de Gürünlü olduğumu söyleyince sohbetimiz koyulaşmağa başladı. Bu hemşerilik bağı gurbette bir hısımlık ve dostluk bağına dönüşüyor. Kısa bir sohbetten sonra sanki aynı köylü akrabalar gibi olduk.

Divrikli olan “Burada Bir Gürünlü hemşerin var adı da Ahmet Şahin. O da bizim tavla arkadaşımız. Hafta sonları bu kahvede hep tavla oynarız, O çalıştığı için ancak hafta sonları birlikte olabiliyoruz,

Bende onlara sözünü ettiğiniz Ahmet Beyin ismini duymuştum ama şahsen tanımıyorum. Buraya kaplıca tatili için gelmiştim. Belki görüşme şansımız olabilir.

Görmek istersen akşamüzeri buraya çağırıp birlikte sohbet edebiliriz.

Belki zamanı uygun olmaz. Siz bana evini gösterirseniz gider evinde ziyaret eder ve tanışırız. Biz Gürünlüler de bir akraba gibiyiz. Birbirimize her yerde sahip çıkar birbirimizi çok severiz.

Divrikli hemşerim ben birazdan kalkacağım. İsterseniz evini size gösterebilirim.

Zahmet olmazsa memnun olurum.

Birlikte kalkıp çarşı içinden mahalleye doğru sohbet ederek gidiyoruz. Divrikli hemşerim sohbeti seviyor.

195

Bana “Sayın Hocam” ben buraya yıllar önce kaplıca tedavisi için gelmiştim. Burada on gün kaldıktan sonra şehri sevince bir daha memleketime dönmedim. Ben de Sivas Cer Atölyesinde çalışırken emekli oldum on yılı aşkın süredir buradayım.

Senin hemşerin olan Ahmet Şahin de burada kaplıca suyu sondajları yapan bir işyerinde çalışıyor. Sevdiğimiz iyi bir hemşerimiz.”

Hemşerim konuşmasına devam ederken bir apartmanın önünde durdu. “İşte Ahmet Bey hemşerimiz bu apartmanın ikinci katında ki dairede oturuyor.”

Hemşerim beni orada bırakıp yoluna devam ederken ben kısa süre şöyle dışarıdan bir apartmana baktım. Dört katlı eski bir bina. Binayı tanıdıktan sonra yürüyerek otelime döndüm.

Ahmet Beyi gidip çalıştığı işyerinden bulabilir ve konuşurdum. Ama ben tüm aileyi bir arada görmek istiyorum. Büyük bir ihtimalle tüm aile bireyleri akşam evlerinde olurlar. Ben Ahmet Bey den çok eşini ve çocuklarını görmek istiyorum. Aile bireylerinin bana benzer yönleri var mı yok mu onları merak ediyorum.

Akşam karanlık bastıktan sonra çarşıdan bir kutu pasta alarak evlerinin kapısını çaldım. Kapıyı açacak kişiyi merak ediyorum.

Kapıyı benim yaşlarıma yakın bir genç açtı. “Ahmet Beyle görüşmek istiyorum “ deyince babasını çağırdı. Biraz sonra hep merak ettiğim Ahmet Bey karşımdaydı. Orta boylu,saçlarına aklar düşmüş, güler yüzlü, elmacık kemikleri çıkık, gür bıyıklı ve sevimli bir insan.

 

196

Ben Gürün den Kadir. Buraya kaplıca tatili yapmak için gelmiştim. Gürünlü bir hemşerimizin olduğunu kahvehanedeki arkadaşlarınızda öğrenince sizlerle tanışmak için buradayım”

Buyurun Hoş geldiniz ! “ diyerek beni misafir odaların aldılar. Biraz sonra tüm aile misafir odasında sohbete başladık.

Ben kendimi tanıttıktan sonra onlara Dürmepınar köyünden size selamlar getirdim. Köyden eski komşunuz Muhtar Seyit Amcanın sizlere selamları var.

Bir yandan konuşuyor bir yandan da aile bireylerini inceliyorum. Evde anne,baba bir de genç delikanlı var. Muhtar amca bir de kızlarının olduğunu söylemişti. O tarihlerde sekiz on yaşlarından olan bir kız şimdilerde yirmi- yirmi iki yaşlarından olması gerekir. Büyük bir ihtimalle kız evlenip aileden ayrılmıştır. Ben böyle düşünürken sonradan kızları da içeri girdi ve sana “hoş geldiniz” dedikten sonra boş olan kanepeye oturdu. Kılık kıyafetinden kızın da bir eğitim almış olduğunu tahmin ediyorum. Üzerinde diz kapaklarına kadar uzanan siyah bir etek ve beyaz renkli bir gömlek var. Siyah saçlı ,ince yapılı, hep gülümseyen güzel bir kız. Şehirde büyüdüğü giyiminden ve davranışlarından belli oluyor. Köyümde gördüğüm o iki kızdan daha güzel ve daha hanım göründü gözlerime. .

Delikanlı benim yaşlarımda yakışıklı bir genç. Anne başı örtülü kırk beş yaşlarında.uzun çehreli, çenesi biraz öne doğru çıkık .kilolu tipik bir köylü hanımı. Giysileri de şehre gelmiş olmakla kendisini yenilemediğini gösteriyor. Uzunca yerlerde sürünen basmadan yapılmış bir entari, üzerinde el

 

197

örgüsü beyaz renkli bir hırka var. Başını kenarları işlemeli bir yazma ile kapatmış ama türban tipi bir örtünme değil.

Baba anneye göre biraz daha yaşlı görünüyor. Kıyafetlerinden ve konuşmalarından eğitimli olmadıkları belli oluyor. Köyde yetişmiş bir ailenin sonradan şehirleşmiş bir hali. Ne tam köylü olarak kalmışlar ne de tam şehirli olabilmişler. Ama çocuklar giyimleri ve saç modelleri ile yeni nesli temsil edebiliyorlar.

Edindiğim kanaate göre köyden ayrıldıktan sonra aileye eklenmiş bir nüfus olmadığı gibi aileden ayrılan bir kimse de olmamış. Aile bireylerini tek tek inceliyorum İçlerinden hiç birisini kendime benzetemiyorum. Aile dört kişiden oluşuyor. Çocuklarla anne ve babaları arasında da bariz bir benzerlik göremedim. Özellikle çocuklarda bana benzeyen izler görmek istedim ama en küçük bir benzerlik yok. Bu durumda hikayemi onlara anlatmak anlamsız olurdu. Bu ziyaretim bir hemşeri ziyareti olarak o akşam bitiverdi.

Uzandığım dallardan birini daha kaybetmiş olmanın üzüntüsü ile otelime döndüm. Buraya gelirken iyi bir şeyler bulacağımı umut ediyordum ama olmadı.

Aile ile vedalaşıp otelime döndüğüm zaman hayallerime kavuşamamanın verdiği bir üzüntü ile kötü bir gece geçirdim. Bir yandan yorulduğuma bir yandan harcadığım paralarıma üzülüyorum. Ama tek mutlu olduğum şey bu bahane ile bir kaplıca tatili yaşamış olmam. Buraya kadar gelmişken birkaç gün kalmayı ve bu güzellikleri yaşamayı düşünüyorum.

Otelin odalarında banyo için normalinden geniş küvetler konulmuş. Suyu doldurup içinde saatlerce oturmak mümkün. Bu akşam ilk deneyiyim bu oldu. Küveti

198

doldurduktan sonra içine uzanıp bir saat beklemek sanki tüm yorgunluklarımı bana unutturuverdi. Yaşamımda böyle bir banyoyu ilk kez görüyordum. Okuduğumuz okulda verilen sıcak sular çoğu zaman yetmez ve soğuk suyla banyolarımızı tamamlamak zorunda kalırdık. Mustafeendi Dedemin evinde de tencerelerde ısıtılan sularla yaptığımız banyolar pek haz vermezdi. Ömrümde ilk banyomu bugün yaptım. Yarın da otelin havuzuna girmek istiyorum. Aslında bu kültüre oldukça yabancıyım. Havuzlara girerken nasıl bir mayo giyemem gerektiğini bile bilemiyorum. Bu tür ürünler satan dükkanda sinemalarda gördüğüm mayolara benzer bir mayo aldım. Yarın için hazırlıklarım bundan ibaret.

Sabah kahvaltısından sonra otelin havuzundayım. Burası cennetten bir köşe gibi geldi bana. Mayolu, bikinili kızlar, bayanlar benden önce havuzu doldurmuşlar bile. Kızları da ilk kez böyle mayo ve bikinileri ile görüyordum. Bu kültüre alışık olmadığım için onlara bakmak beni rahatsız ediyor ve utanıyorum. Ama kızlar bu tür bakışlardan rahatsız değil. Utansam da ara sıra gözlerimin onlara kaymasına engel olamıyorum. Ömrümde ilk kez böyle bir manzara ile karşı karşıyayım. Havuz başında benden başka bu tedirginliği yaşayan başka kimseler yok. Köyümde tanıdığım kızlar gözlerimin önüne geliyor. Onları da böyle mayolu görmeyi çok isterdim. Mayolar da o kadar güzel gösteriyor ki kızları sanki her biri bir huri. Havuzun hangi tarafına baksam farklı bir güzel görüyorum. Manzaranın bu güzelliğini bozan tek şey günlük elbiseleri ile havuza giren hanımların görüntüleri.

İçimden iki farklı görüntüyü değerlendiriyorum. Bir yandan mayolu genç kızlar bir yandan elbiseleri ile havuza

199

giren hanımlar. İlk anda genç kızların bikinili hallerini görünce muhafazakar duygularım öne çıkıyor ve onları yadırgıyorum. Şimdiye dek böyle şeyler görmediğim için genç kızlarımızın bu kadar açılmaları bana normal görünmedi. Ama elbiseleri ile havuza giren hanımların o çirkin görüntülerini görünce kızlara hak verdim. Genç nesille yaşlı nesil arasındaki kültür farkı böyle ortamlarda kendisini hemen ortaya koyuveriyor. Ben havuzu sevdiğimden değil kızları daha yakinen görebilmek için havuzdan çıkmak istemiyorum. Belki böyle bir manzarayı uzun süre bir daha göremeyeceğim. Bu güzellikleri yalnız ben değil keşke tüm halkımız görse diye düşünüyorum.

Bu havuz keyfinden sonra çektiğim sıkıntıların hepsini unutmuş gibiyim. Bunları yaşayınca geçmiş yıllarıma acıdım. Böyle bir yerde öğretmenlik yapmayı çok isterim. Belki ilerde yer değiştirerek böyle yerlere gelme şansımız da olabilir. Zaman zaman öğretmenlerin yer değiştirerek istedikleri yerlere gidebildiklerini biliyorum.

Üç günü bu şehirde geçirdikten sonra memleketime dönmek üzere bugün Haymana‘dan ayrılıyorum. Buralara kadar gelmişken Ankara’yı görmeden dönmek de yanlış olurdu.

Ankara da bana rehberlik edecek kimseleri tanımıyorum. Okuduklarımdan aklımda kaldığına göre Ankara da görmem gereken yerler Anıtkabir, Gençlik Parkı, Kızılay ve Ulus dedikleri bölgeler. Şehrin başka gezilecek yerleri olup olmadığını da bilmiyorum. Ankara’ya indiğimde önce Anıtkabir’ e gittim. Atamızın yattığı o heybetli anıt resimlerde gördüğüme benzemiyordu. Bu kadar büyük, heybetli ve güzel olacağını düşünmemiştim. Yakından

299

görünce aşırı derede etkilendim ve büyülendim. Bu anıt Atatürk’ün büyüklüğünü kısmen de olsa anlatabiliyor. Aslında Atatürk öyle anıtlarla kitaplarla ve şiirlerle anlatılacak bir insan değil. Böyle on tane daha anıt yapsalar Atatürk’ün büyüklüğü anlatılamaz. Burasını gören her insanın Atatürk’e olan saygısının daha da artacağını sanıyorum. Mezarının karşısına geçip duamı okuduktan ve selamımı verdikten sonra Gençlik Parkını görmek üzere Anıtkabir den ayrılıyorum.

Sorduğum bazı insanlar Gençlik Parkı’nın buraya çok uzak olmadığını söylediler. Tarif üzerine caddelerden yürüyerek Gençlik Parkı’nı da rahat bulabildim. Görülmeğe değer harika bir park. Bir insanın gününü geçirecek her türlü imkan var. Havuzlar, lunaparklar, bahçeler, lokantalar ve kafeler insana bir başka dünya yaşatıyor. Her taraf cıvıl cıvıl. Bebeklerini gezdirmeğe gelen anneler, el ele yürüyen sevgililer, öğrenciler ve gençler parkı doldurmuş durumdalar. Ben de köyümde tanıdığım o güzel kızlardan birisi ile bu parkta el ele gezmeyi çok isterdim. O güzelliği yaşamadan sadece hayal etmek bana haz vermedi. Belki günün birinde benim de bir kız arkadaşım olur ve bu parkta el ele yürüyebiliriz.

Parkın tamamını gezmek ve bu güzelliklerin hazzını yaşamak için bir günü buraya harcamak gerekir. Zamanım kısa olduğu için buradaki gezimi de tamamlayıp hemen çok yakında olan Ulus dedikleri bölgeye çıkıyorum. Karşımda büyükçe bir Atatürk heykeli, büyük büyük binalar, aşırı bir kalabalık nereye bakacağımı şaşırıyorum. Çarşısını gezerken Akman Pasta salonu ve vitrininde sıra sıra dizilmiş boza şişeleri dikkatimi çekiyor. Bozanın ismini duyuyordum ama

201

hiç içmemiştim. İlk kez bozanın tadını bu salonda tattım. Bir bardak boza doymam için yetmedi ama harçlığım az olduğu için ikinci bardağı isteyemedim.

Kızılay dedikleri bölge ise Ulus’tan daha gösterişli ve daha kalabalık. Caddelerin her tarafı zengin ve gösterişli mağazalarla dolu. Bir saatlik bir gezi Kızılay’ı tanımam için yetti. Yorgunluğumu gidermek amacı ile on beş yirmi dakika kadar da Kuğulu Parkta oturduktan sonra memleketime dönmek üzere yine yollardayım.

Bu bir haftalık maceramda tek kazancım başkentimiz olan Ankara’yı görmek ve Haymana da kısa fakat güzel bir tatil geçirmek. Öbür hayallerim bir başka bahara kaldı gibi. Böyle olumsuz sonuçlar aldıkça moralim bozuluyor ve bazen de içimde bu macerayı sonlandırma duyguları geçiyor. Daha gitmem gereken iki yer var. Birisi Mersin Erdemli diğeri de Ermenistan’ın Erivan şehri.

Yaptığım bu iki araştırmada beni yolculuklar değil de almış olduğum olumsuz sonuçlar yordu. Bu yılkı araştırmayı artık burada sonlandırmak istiyorum. Tatilimin bir kısmını da Aylaz Babam ve Mustafendi Dedemlerle geçirdikten sonra tatilim bitmiş olacak. Köyüme gitme konusunda çok da istekli değilim ama beni bu duruma getirmiş olan insanlara vefa borcum nedeniyle gidiyorum. Hayat hikayemi öğrendikten sonra artık o yerlere gitmek bana pek cazip gelmiyor. Her gün içimde bazı duyguların koparak azaldığını hissediyorum. Her ne kadar tüm ailem bana karşı en küçük bir olumsuz tavır sergilemeseler de içimdeki duygular değişmiyor. Ben o ailenin çocuğu değilim ve orası benim yerim olamaz.

 

202

Köyümdeki tatilim de on beş gün kadar sürdü. Bu süre içinde bazı günler aileme yardım ettim bazı günler de Aylaz Babam dinlensin diyerek sürüyü dağlara ben götürdüm. Aslında daha önceki bir gezimde o dağlara ve yaylalara bir daha dönmemek üzere veda etmiştim. Ama aradan geçen zaman içinde o yaylaları tekrar özlediğimi gördüm. Annem babam sayılan o dağlar iki gün süre ile yine beni koynunda misafir etti. Duygulandığım, kahrettiğim ve isyan ettiğim anlar oldu .Gördüm ki değişen hiçbir şey yok. İnsan bir noktadan sonra kadere yenik düşüyor. Yaşadıklarımı kabul etmek zorunda olduğuma inanıyorum.

Okulların açılma zamanı çok yaklaştı. Yakında bu yerlere de bir kez daha veda edeceğim. Ayşe annem gittiğim yerde sıkıntı yaşarım düşüncesi ile benim için tereyağı ve peynir paketleri hazırlamış. Bunları görünce duygulandım ve bana anne duygusunu yaşattığı için teşekkür ederek ellerinden öptüm. İsmail Babam harçlığımın olup olmadığını sordu. Maaş aldığımı bildiği halde bunu sormuş olması beni mutlu etmeğe yetti. Kardeşlerimle ve tüm ailemle vedalaşarak köyümden ayrıldım.

Yine şehrimizdeki evimizde hayallerimle başbaşayım. Böyle yalnız olduğum zaman köyümdeki gördüğüm kızlar aklıma geliyor. Sanki onları da özlemiş gibiyim. İçimde onlara yönelik sıcak duygular oluştu. Okulumdan ve öğrencilerimden çok onları görmek istiyorum. Yarın Ağap Amcama uğradıktan sonra öğretmenlik yaptığım köyüme döneceğim.

Agop Amcam her zaman olduğu gibi yine makinesinin başında harıl harıl elbise dikiyor. Makinenin üzerine eğilmekten kamburu çıkmış beli bükülmüş durumda.

203

Yardımcısı olmasına rağmen yine bütün yük onun üzerinde. Beni çoğu zaman bir evladı gibi görür. İsmail Babama da beni evlat edinmek istediğini söylemişti. O davranışından dolayı beni çok sevdiğini sanıyorum. Her ziyaret edişimde bu duygularını bana hissettiriyor. Kabul edersem üçüncü babam da hazır. Gerçek babamı da bulursam babam dört tane olacak.

Agop Amcam bana önce Erivan la ilgili bir hazırlık yapıp yapmadığımı sordu. Ona uygun bir zamanda gidebileceğimi söyledim. Böyle bir seyahat için bazı endişelerim var. Dillerini bilmediğim yabancı bir ülkeye yalnız gitmek beni biraz korkutuyor. Kendi ülkemde bile bilmediğim yerlere giderken sıkıntılar yaşıyorum. Ermenistan’la Türkiye arasında tarihten gelen bir düşmanlık da var. Bunları düşününce tereddütlerim artıyor. Şimdilik bu seyahatimi rahat ve huzurlu olduğum bir zamana bırakmak istiyorum.

Bu tür düşüncelerimi Agop Amcama anlattığımda bana yarı ciddi yara şaka “Anne baba arayacağına işte yanında sana baba olmak isteyen birisi var” diyerek sanki benim Erivan projemi ertelememe sevinmiş gibi.

Ben de ona “Agop Amca sen benim öz amcam gibisin. Öz amca ile babanın bir farkı yok. Seni de diğer babalarım kadar seviyor çok zaman da özlüyorum. Her gelişimde seni görmek beni mutlu ediyor. Sen artık benim manevi babam gibisin.” Dediğimde “Gel şu yanaklarından bir öpeyim “ diyerek bana sarılıp öpüyor.

Agop Amcamı da artık benim için aileden birisi gibi oldu. Her gelişimde onu ziyaret etmesem huzursuz oluyorum. Bugün ki ziyaretimde yanında bir saat kadar

204

oturduktan sonra evimize gittim. Yarın da öğretmenlik yapacağım köyüme dönüyorum.

Ankara ve Haymana’ya yaptığım bu ilk uzun yolculuktan sonra öğretmenlik yaptığım köyüme gitmek beni yormuyor. Hatta bu köyüme gitmek İsmail Babamın köyüne gitmekten bana daha kolay geliyor. Böyle bir yolculuğa çıkarken içimde güzel duygular da var. Mesleğimi, öğrencilerimi ve köy halkını özledim. Şimdi bu sevgilere bir de köyümde gördüğüm kızlara olan sevgilerim eklendi. Bugün günlerden Çarşamba, pazartesi günü de okullar açılıyor.

Sabah dokuz sıralarında yola çıktım ve aynı gün öğleden sonra köyümdeyim. Geçen bu üç aya yakın zaman içinde köyde en küçük bir değişiklik görmedim. Evime uğrayıp Ayşe Annemin bana ikram ettiği paketlerimi bıraktıktan sonra kahveye doğru gidiyorum. Kızları görürüm umudu ile gözlerim hep yollarda. Daha okular başlamadığına göre bu günlerde köyde olmaları gerekir. Ancak onların okulları farklı tarihlerde açılıp kapanıyorsa onu bilemiyorum. Kahveye gidişimi biraz farklı yollardan giderek uzatmaya çalıştıysam da kızları göremedim. Her zaman olduğu gibi köyde aşırı bir sessizlik var. Öyle dışarı çıkıp gezinen yada dışarılarda işler yapan kimseler yok ortalarda. Kahvehaneyi de boş buldum. İki kişiden başka kimseleri göremedim. Bir çay içtikten sonra öğretmen arkadaşım okulda olur düşüncesi ile okulla gittim.

Düşündüğüm gibi öğretmen arkadaş açılış için bazı hazırlıklar yapmak amacı ile okulda çalışıyordu. O da beklenmedik bir anda beni karşısında görünce sevindi. Ona yaz tatilinde yaşadığım anılarımı anlattım.

 

205

O da bana :”Sen benden daha şanslısın. Ben bu yaz tatili bir yere çıkamadım ve hep burada kaldım. Bekarlığın tadını çıkar. İlerde çoluk çocuk sahibi olunca gezmek güçleşiyor.”

Hocam ben de gezmeyi ve değişik yerleri görmeyi çok seviyorum. Ama gezilerde yalnız olmak beni biraz sıkıyor. İnsanın yanında kafa dengi bir arkadaşı olsa gezilerin zevkine doyulmaz.

Öğretmen arkadaşım geçmişe yönelik hikayelerimi bilmediği için o konularda bende kendisine bir şeyler anlatmadım.

O bana şaka yolu gönül maceralarımın olup olmadığını sordu. Ben de ona gülerek o maceraları artık buralarda yaşamak istiyorum dediğimde ne demek istediğimi anladı.

O da bana : “Şimdiki gençler bu konularda daha şanslı, kararlarını özgürce verebiliyorlar. Karar verirseniz yapılmayacak iş yok. Yakışıklı bir öğretmen her zaman kızlar için iyi bir adaydır. Seni buralı yapmağa kararlıyım.

Okul işlerimiz de tamam. Yine okutacağımız sınıflarımızda bir değişiklik düşünmedim. Artık birinci sınıf eğitiminde uzman oldunuz sayılır. Geçen yılkı başarınızı ve çalışmanızı görünce yine aynı sınıfları size verdim.

Pazartesi günü okulumuz açıldı ve derslerimiz başladı. Sınıfımızda yeni öğrencilerle tanışıyorum. Bu sene on bir tane yeni gonca gülümüz var. Geçen yılın minikleri büyüdü yeni kardeşlerine abla ve ağabey oluverdiler. Yeni minikleri okula alıştırmağa çalışıyorum. Okula yeni gelenlerin hepsinde bir korku ve huzursuzluk var. Aileden yeni kopmuş olmanın getirdiği bir tedirginlikten kaynaklanan bir intibaksızlık oluyor.. Her yıl bunu görüyor ve yaşıyoruz.

206

Ama bu intibaksızlık çok uzun sürmüyor. Bir hafta içinde okul yaşamı onlara aile yaşamını unutturabiliyor.

Bende de öğretmen olarak yaşadığım o ilk yılın heyecanı yok. Artık deneyimli ve mesleğine hakim bir öğretmen olduğumu hissetmeğe başladım. Kendime göre öğrencilere bir şeyler öğretmede yeni yeni teknikler geliştiriyorum. Sınıfımın her tarafı resimler, yazılar ve afişlerle doldu. Dershaneyi bir çocuk müzesine çeviriverdim.

Bir öğretmenim, ama bu köyde bir köylü gibi yaşıyorum. Köylü zamanını kahvehanede yada camide geçirirken ben de aynı köyün okulunda geçiriyorum. Yaşam açısında ikimizin arasında bir fark yok. Her iki tarafında tek eğlence merkezi köy kahvehanesi. Okulda yine öğrencilerle olunca vaktin nasıl geçtiğini bilemiyorum. Ama okul bitiminden sonra yaşam çok monoton geçiyor. Bu sıra köyümüzün o cici kızlarını da göremeyince yaşam daha da monotonlaşıyor.

Bugün günlerden Cuma. Köyümüzün en hareketli geçen günü. Kimi Malatya merkezde kurulan pazara gidiyor köyde kalanlar ise Cuma namazı telaşını yaşıyorlar. Her ikisi ile de bir ilişkim olmadığı için benden bir telaş yok.

Bugün okulun kapanmasından sonra büyük bir sürpriz yaşadım. Köyümüzün o güzel kızlarından birisi okula geldi. Esmer uzun boylu olan kızımız. Bu kez okul kıyafeti ile değil farklı bir kıyafetle okulumuzu şereflendirdiler. Bu kıyafeti okul kıyafetinden daha güzel gösteriyordu kendisini. Dizkapağına kadar uzanan füme renkli bir etek,üzerinde ise açık pembe renkli bir gömlek. Bir köylü kızı gibi değil tam bir şehirli kızı. At kuyruğu şeklindeki saçları da kendisine ayrı bir hava vermiş. İlk gördüğümden çok daha farklı bir

207

güzelle karşı karşıyayım. Güzellik açısından göze batan hiçbir kusur göremiyorum.

Kısa bir hoş geldiniz merasiminden sonra misafirimizi öğretmen odasına değil dershanemizi görmesi için ders yaptığım sınıfa aldım. Öbür öğretmen arkadaşım kendi dersliğinde bir şeylerle meşgul. Misafirimizin öğretmen arkadaşımızın öğrencisi olduğunu da biliyordum. İlk gelişlerinde diğer arkadaşı ile birlikte gelmişlerdi bu kez yanında arkadaşı yok.

Oturduk karşılıklı sohbet ediyoruz. İlk sözü başlatan o oldu.

Sanırım beni hatırladınız. Daha önce öğretmenimizi ziyarete geldiğimizde tanışmıştık. Bugün de hafta sonu olduğu için şehir pazarından köyümüze dönen köylülerle birlikte bende geldim pazar günü tekrar döneceğim. Ziyaretim biraz vakitsiz olduğu için özür dilerim. Bu saatte okulu kapatmanız gerektiğini biliyorum. Fazla bir zamanınızı almayacağım.

Benim küçük kız kardeşim Selin bu yıl sizin öğrenciniz oldu. Birinci sınıfta okuyor. Onun durumunu öğrenmek için gelmiştim. Gerçi daha öğrencilerinizi tanıyacak kadar da zaman geçmedi. Bir öğrenci velisi olarak bu ziyaretimin biraz erken olduğunun farkındayım. Öğrenci sayınız az olduğu için belki çocukları tanımış olacağınızı düşünerek bu vakitsiz ziyaretimle sizleri rahatsız ettim.”

Rica ederim!.. Biz öğretmenler öğrenci velilerimizin ziyaretlerinden dolayı rahatsız olmayız. Bilakis bu tür ziyaretler bizleri mutlu eder. Ben Selin’in kardeşiniz olduğunu bugün sizden öğreniyorum. Dikkatli bakınca benzer yönlerinizin olduğu görülüyor.

208

Birinci sınıfta toplam on bir öğrencim olduğundan hepsini de kısa sürede tanıdım. Henüz daha tam öğrenime geçemedik. Onları okula alıştırmağa çalışıyorum. Kalem tutmalarını, nasıl temiz olmaları gerektiğini, okula geliş ve gidiş saatlerini ve okula geç kalmamalarını öğreniyorlar. Hepsi de bir birinden şirin ve tatlı çocuklar. Selin’i de iyi tanıyorum. Aktif ve neşeli birisi. O da sizin gibi iyi bir gelecek vaat ediyor. Zeki ve başarılı olacak öğrenciler ilk davranışlarından kendilerini belli ederler. Şu an arkadaşları ile ilişkilerinde ve okula uyumunda bir sorunu yok. Onu da sizin gibi bir öğrenci yapmağa çalışacağım. Ayrıca sizi de çok taktir ediyorum. Bir köylü kızının öyle bir okulda okuması gurur verici bir olay. İnşallah ilerde Selin de size benzer ve sizin gibi başarılı olur. Şu an öğrencimizin kitap defter ve kalem dışında bir şeylere ihtiyacı yok. Olduğu zaman ta Malatya ya kadar gelir size aldırırım

Malatya da sizinle olmak bana gurur verir. Sizi de tüm köy halkının sevdiğini ve taktir ettiğini duyuyorum. Bundan böyle ara sıra kardeşim hakkında bilgi almak için sizleri rahatsız edeceğim.

Rahatsızlık söz konusu olmaz. Siz rahatsız olmayacaksanız köye her gelişinizde mutlaka beklerim. Öğrencilerin velileri ile öğretmen ilişkileri çocukların başarıları için çok önemli. Biz çocukları aile içinde kontrol edemiyoruz. Sizler böyle sık sık gelirseniz biz de öğretmen olarak çocuklarımızın aile ortamındaki durumlarını öğrenir ona göre çocuklara yardımcı oluruz. Şimdiden Selin’i birlikte el ele geleceğe hazırlayalım. O da sizin gibi başarılı bir öğrenci olsun ve köye mahkum olup burada kalmasın. Her gelişinizde size gelişmeleri anlatırım. Şu an daha

209

bebeklik dönemlerini yaşıyorlar. Bir ay sonra herkesin nasıl birer öğrenci olduğu belli olur. Bu günleri sizlerde yaşadığınız için tahmin edersiniz. Ben de Malatya ya geldikçe size uğrar ve sizi bu konuda bilgilendiririm.

Köyümüz şehri yakın olduğu için gelip gitmeler pek sorun olmuyor. Bazı hafta sonları gelirseniz size Malatya’yı ve okulumuzu gezdiririm. Siz de bana Selin hakkında bilgiler getirirsiniz.

Derslerinizi engellemeyeceksem gelirim. Hafta sonlarında köy beni sıkıyor. Burada vakit geçirecek kahvehaneden başka bir yerimiz yok. Ben de sizin gibi köylü çocuğuyum. Büyük şehir hayatını pek bilmiyorum. Artık bundan sonra şehirde sizin gibi bir öğretmenim olacak.

Yok öğretmenin değil de hastabakıcın olurum. Ama hasta olmanı da istemem. Hastabakıcılık da bir yerde öğretmenliğe benziyor. Siz çocukları eğitiyorsunuz bir de hastalarımızı.

İlk kez ömrümde bir kızla sohbet ediyorum. Kızda güzel sohbet de güzel. Sanırım bunlar meslekleri gereği insanları nasıl mutlu edeceklerini ve nasıl davranmaları gereğini okulda öğreniyorlar. Bir hastanın ilaçtan çok morale ihtiyacı olur. Yasemin o tatlı konuşmaları, hoş mimikleri ve sürekli gülen haliyle herkesi mutlu edecek yetenekleri çoktan kazanmış. Arada bir attığı kahkahaları sohbetine ayrı bir güzellik veriyor. Bitmesini istemediğim hoş bir sohbetti. Bugüne kadar bu güzel duyguları yaşamadığıma üzülüyorum. Ben hep anne ve babamın acısından başka bir duygu yaşayamadım. Bugün Yasemin bana bambaşka bir duygu tattırdı. Şu an iç dünyamın farklı bir güneşle aydınlandığını ve yüreğimin ısındığını hissediyorum.

210

Öğretmen arkadaşın bizi beklediğini tahmin ederek sohbetimize orada devam etmek üzerine onun odasına geçiverdik.. O da işlerini bitirmiş bizi bekliyordu. Şimdi öğrenci öğretmen sohbeti başladı. Yasemin öğretmeninin çok seviyor olacak ki sık sık ziyaret ettiğini görüyorum. Bu ziyaretler olmasaydı Yasemin’i göremeyecek ve tanıyamayacaktım. Bundan böyle arada bir öğretmenini arada bir de kardeşini sormak amacı ile de olsa beni ziyaret etmesi hoşuma gider. Arkadaş dost ziyaretlerini hatırlıyorum da hiç birisi beni bu kadar mutlu etmemişti. Sohbet tahminimden daha uzun sürdü. Yasemin daha sonra geç kaldığını bahanede ederek el sıkışıp sıkıp okulumuzdan ayrıldı.

Yasemin uzaklaşıp giderken kayboluncaya kadar arkasından ona baktım. Gerçekten alımlı ve güzel bir kız. O da bir süre yürüdükten sonra dönüp arkasına baktığında benim ona baktığımı görünce gülümseyerek el sallayıp uzaklaştı.

Bu müstesna misafirimizi uğurladıktan sonra öğretmen arkadaşımla köyün kahvehanesine gittik. Akşam olmak üzere olduğu için kahve biraz kalabalıktı. Kahveden başka oturup sohbet edeceğimiz ve çayımızı içeceğimiz başka bir yerimiz olmadığı için burası ikinci bir evimiz durumunda. Bir yandan çayımızı içerken bir yandan da tavlanın zarlarını yuvarlıyoruz. Ama kendimi bir türlü oyuna veremiyorum. Zaman zaman pulların yerlerini şaşırdığım oluyor. Öyle güzel bir sohbetten sonra tavla zarlarının şıkırtıları bana haz vermiyordu. Yaseminin konuşmaları, mimikleri ve o tatlı kahkahaları gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Kafam başka duygularla meşgul olduğu için haliyle oyunu kaybettim ve

211

çay paralarını ben ödemek zorunda kaldım. Oyunu kaybettiğime değil de Yasemin ile sohbeti devam ettirmediğime üzülüyorum.

Yasemin okuluna döndü ama hayalleri bizim okulumuzda yaşıyor. Sınıfımda bulunan minik kardeşi Selin in gördükçe onu görmüş gibi oluyorum. O da sanki ablasının küçük bir kopyası. Sevimli mi sevimli. Zeki de görünüyor. İlerde ablası gibi daha yüksek okullarda okuyabilir. Günler bu tatlı meleklerin tatlı hareketleri ve tatlı yaramazlıkları ile geçip gidiyor. Günlerin hızlı bir şekilde bitmesinden şikayetçiyim. Çalışırken günler günlük faaliyetlerimize yetmiyor. Sıkıcı geçen günler boş geçen günler oluyor.

Bugün hafta sonu, iki gün süre ile okuldan uzağım. Yarın ve öbür gün için güzel hayallerim var. Şimdiden geceyi nasıl geçireceğimi düşünüyorum. Büyük bir sınava girecekmişim gibi heyecanlıyım. Belki gecem uykusuz geçecek ama sonu güzel olacak umudundayım.

Akşamdan gerekli olan hazırlıklarımı yaptım. Yarın daha şık ve daha yakışıklı görünmem gerekiyor. Tıraşım, takım elbisem ve kravatım tamam . Aynanın karşısında da kendimi inceledim. Beğenilmeyecek bir yönüm yok gibi. Şu an içimde büyük bir sınav heyecanı var. Yasemin’le ilk özel buluşmamız olacak. Sabahın erken saatlerinde Malatya’ya gitmek üzere yollardayım. Bu kadar heyecanlı ve tedirgin olmama da bir anlam veremiyorum. Aslında Yasemin tanıdığım ve birkaç kez de görüştüğüm bir kız. Şimdiye dek hiçbir kimseye karşı içimde böyle bir duygu oluşmamıştı. Her halde aşk dedikleri duygu böyle başlıyor olmalı.

 

212

Bir saatlik bir yürüyüşten sonra Malatya da Yasemin’in okuduğu okulun önündeyim. Geçen bir saatlik yolu nasıl yürüdüğümü hatırlayamıyorum. Sanki kuş olup uçarak geldim gibi geliyor bana .

Öğrencilerin büyük bir kısmı okulun bahçesinde holta atıp duruyorlar. Bahçe bir çiçek bahçesini andırıyor. Birbirinden farklı yüzlerce çiçek. Bu kadar yetişkin kızı ilk kez bir arada görüyorum. Gözlerim durmadan birinden öbürüne kayıyor ama bakmaktan yorulmuyorum. Sonunda o kadar çiçeğin içinden Yasemin’den daha güzelini göremedim.

Bu güzel manzarayı bir süre seyrettikten sonra kapıdaki görevliye Yasemin Alyaprak isimli kız öğrenciyi görmek istediğimi söyledim. Güvenlik görevlileri gerekli incelemeyi yaptıktan sonra haber Yasemin’e iletildi.

Okul binasının önünde heyecanla konuğumu bekliyorum. Bir baktım bahçenin en güzel çiçeği karşımda boynunu eğmiş gülümseyerek bana bakıyor.

Hoş geldiniz hocam” diyerek yanaklarıma bir de öpücük kondurunca tüm yorgunluklarım bir an da bitiverdi. Bu öpücükle yanaklarımın yandığını hissettim. Sonra birlikte şehir merkezine doğru yürüyoruz. İlk kez bir kızla birlikte olmanın verdiği bir tedirginlik var. Ben bu tür arkadaşlıklara ve bu tür kültüre yabancıyım. Kızları ve kızların ruh hallerini pek bilmiyorum. İlk intibalar güzel görünüyor. Şu an içimde tarif edemeyeceğim bir mutluluk ve tatlı bir heyecan var. Okul hayatımda ve aile içinde bana bu mutluluğu yaşatan bir olay yaşamamıştım.

Yaseminle yan yana yürürken o sürekli bana Malatya hakkında bilgi veriyor ve Malatya’nın güzel yerlerini

213

tanıtmağa çalışıyor. İlk durağımız Kernek Parkı oldu. Bir yandan yüksekten akan suyun şırıltılarını dinlerken bir yandan da çiçeklerle donatılmış çiçek seralarını izliyoruz. Oturduğumuz kafedeki masamız hakim bir noktada olduğu için parkın tümünü görebiliyoruz

Yasemin bu gün okul giysileri ile çıkmıştı. Bu ilk gördüğüm zamanki kıyafeti olduğu için yadırgamadım. Öğrenci kıyafeti kişiyi daha küçük ve çocuksu, ev kıyafeti ise kişiyi daha olgun ve daha cazip gösteriyor. Yasemin’i hep güzel gördüğüm için giysilerin yarattığı fark çok da ilgimi çekmedi. Bu farkı ilk karşılaştığımız günlerde görüyordum. Şimdi Yasemin ne giyerse giysin o hep gözüme dünyalar güzeli olarak görünüyor.

Mevsim gereği sıcaklığı fazla hissetmemek için bir yandan dondurmalarımız yerken bir yandan da Yasemin’in bülbül gibi öten sesini dinliyorum. Sürekli gülümseyen gözlerine baktığım zaman içimde tatlı duyguların uyandığını hissediyorum. Bu bir müzik parçasının ya da bir eğlencenin verdiği hazdan farklı bir haz. Arada bir konuşmalara katılsam da esas hakimiyet Yasemin de. Ben de bu durumdan dolayı şikayetçi değilim. O konuştukça gönlümde yeni sevda çiçeklerinin açtığını hissediyorum. Tek tedirginliğim böyle bir birliktelikte neler konuşmam gerektiğini bilmeyişimdir. İtiraf etmem gerekirse acemi aşık rolü oynuyorum. Bu konuda Yasemin benden daha rahat ve deneyimli görünüyor.

Sayın hocam bu kadar rahat olduğuma ve rahat konuştuğuma bakmayın aslında şu an biraz huzursuz ve tedirginim. İlk kez bir yabancı kimse ile çarşıya çıkıyorum. Bu durumun verdiği bir heyecan ve tedirginlik var. Aslında

214

öğrencilerin aileleri dışında başkaları ile çıkmaları yasak. Ben bugün bu yasağı ilk kez ihlal eden bir öğrenciyim. Bunu neden ve hangi cesaretle yaptığımı bilemiyorum.Tarif edemediğim duygular bugün benden bu cesareti yarattı. Artık görenlere yanımda gördüğünüz yabancı kız kardeşimin öğretmeni. Kardeşimin durumunu sormak üzere bir araya geldiğimizi söyleyerek kendimi savunmağa çalışacağım. Bana bu güzel günü yaşattığınız için size de ayrıca teşekkür ediyorum.”

Siz de beni kırmayarak birlikte çıkma cesaretini gösterdiğiniz için ben de size teşekkür ediyorum. Dünden beri içimde bugünün heyecanı vardı. Ben de sizin gibi ilk kez bir kız arkadaşla çıkmış oldum. Bizim okullarda kız öğrenci olmadığı için kızları tanıma fırsatım olmadı. İlk tanıdığım kız arkadaşım siz oldunuz. Şu an sizinle birlikte olmaktan son derece mutluyum. Bugünü hayatımın yaşanan en güzel günü kabul ediyorum. Tek endişem sizi müşkül durumda bırakmış olmam. Eğer çok tedirginseniz sizi tekrar okulunuza bırakabilirim.”

Yok o kadar endişe edilecek bir durum yok. Ben biraz önce bu konuda beni sorguya çekecek olanlara yapacağım savunmayı size açıklamıştım. Bazı güzel şeyleri yaşamak için biraz da cesaretli olmak gerekiyor.”

Ben size göre daha özgürüm. Beni sorgulayacak ve yargılayacak kimsem yok. Böyle dünyalar güzeli bir kızla olmak beni son derece mutlu ediyor. Sizi tanıdıktan sonra köyümü , öğrencilerimi ve mesleğimi daha çok sevmeğe başladım. İyi ki köyünüzün öğretmeni olmuşum. Yoksa bu güzel anları hiçbir yerlerde yaşayamazdım.”

 

215

Sayın hocam öyle güzel iltifatlarınızla beni şımartıyorsunuz. Ben sıradan bir köylü kızıyım. Beni olduğumdan güzel görmenizi bir iltifat olarak kabul ediyorum. Babamı, kardeşimi ve köylü dostlarımızı az çok tanıyorsunuz. Belki bazı huylarımı, düşüncelerimi, zevklerimi, hobilerimi bilmeyebilirsiniz. Bunları da zaman içinde öğrenecek ve beni bu yönlerimle de tanıyacaksınız. Ben sizi sadece köyümüzün beyefendi ve yakışıklı bir öğretmeni olarak tanıyorum. Sizin biraz özelinize girip sizi daha başka yönlerinizle de tanımak isterim. Bir sakıncası yoksa kendinizi bana anlatın mısınız? Siz kimsiniz?”

Ben biraz espri olsun diye “köyünüzün yakışıklı öğretmeni Kadir öğretmen.”

Yakışıklılığınıza bir itirazım yok. Köyümüzün sevilen bir öğretmeni olduğunuzu da biliyorum. Biraz da bana mazinizden bahsedebilir misiniz?”

Ben çocukluk yıllarımı Gürün’ün bir köyünde geçirmiş olan bir köylü çocuğuyum. Büyüdüğüm köyüm sizin bu çevrelere çok uzak sayılmaz. O yörenin en küçük köyü. Köyün tamamı yedi haneden ibaret. Köyden çok özel çiftlik özelliğini taşıyan bir yer. Bu köyün sahibi Mustafendi dedikleri zengin bir toprak ağası. Ortakçıları ve birkaç yakın akrabalarından başka köyde kimseler yok. Benim çocukluğum işte bu ağanın yanında geçti. Kalabalık bir aileydik. Ablalarım, ağabeyim bir de küçük kardeşim var. Ablalarımdan büyük olanı senden birkaç yaş küçük olabilir. Nişanlandı yakında düğünü var. İlkokulu bitirinceye dek bu köyde kaldım. İlkokulu bitirdikten sonra altı yıl kadar Köy Enstitüsü dedikleri bir okulda okuyup öğretmen oldum. Sizin köyünüz öğretmen olarak benim ilk görev yerim.

216

Böyle güzel bir kızın köyünde öğretmen olmak güzel bir duygu ve güzel bin şans. İyi ki beni bu köye vermişler. Başka bir yerde görev yapmış olsaydım sizi tanıma şansım olmayacaktı.”

İltifatınıza teşekkür ederim. Siz de son derece yakışıklı ve kibar beyefendi birisisiniz. İyi ki bizim köyümüze vermişler sizi. Ben kendimden çok öğrenciniz olan küçük kardeşimi şanslı görüyorum. Bakalım köyümüzü,yöremizi ve insanlarımızı sevecek misiniz?

Köyümüzde hakkınızdaki haberler çok olumlu. Herkes iyiliğinizden ve çalışkanlığınızdan söz ediyor. Ben de sizi tanımaktan çok mutlu oldum.

Bildiğiniz gibi Sağlık meslek lisesinde okuyorum. Bir yıl sonra okulumu bitecek herhangi bir hastanede hemşire olarak görev yapacağım. Şimdiden mesleğimi seviyorum. Hastalara yardımcı olmak onların sağlıklarına kavuşmasını sağlamak güzel bir görev olsa gerek. Bir yönü ile mesleğimiz sizin mesleğinize benziyor. O minnacık çocukları geleceğe hazırlamak ve onları eğitmek hastaları iyileştirmeğe benziyor. Daha mesleğimi yaparak yaşayamadığım için tam sevip sevemeyeceğimi bilemiyorum. Öğretmen olduğunuz için öğrencilerin ruh dünyasını iyi bilirsiniz. Şu an gönlü boş yarınlara güzel duygularla bakan bir öğrenciyim. Bunda sonra öğretmen olarak bazı şeyleri siz bana öğreteceksin. Benimde sizden farklı bir hayat döneyiyim yok. Yetişme ortamımız ve yetişme koşullarımız birbirine benziyor. Mesleğime karşı özel bir değerlendirmeniz var mı onu bilmiyorum. Hastane ortamı okul ortamına çok benzemez. Siz bize göre daha

 

217

şanslısınız. Toplumun öğretmene verdiği değer ve saygı çok farklı. Öğretmenimi ziyaretimde de bunu anlamışsınızdır.”

Her mesleğin kendine göre güzel yanları da olur sıkıcı yanları da. Önemli olan mesleğini sevmek. Mesleğini seversen kendinle barışık ve huzurlu olursun. Bir köylü kızının böyle bir mesleğe sahip olması büyük bir başarı. Geleceğinizin çok parlak ve güzel geçeceğine inanıyorum. Bir genç kız olarak son derece güzelsiniz. Kendinize güveniniz ve bakış açınız çok iyi. Birlikte geçen bu günümüzü hep özleyeceğim. Bitmesini istemediğim bir gündü. Ama sizin belirli saatte okulda olmanız gerektiğini de biliyorum. Sürenizin dolmasına biraz daha vaktimiz var. Bu süre içinde izniniz olursa sizinle bir yemek yemek istiyorum.”

Yemek için sıkıntıya girmeyin. Okulumuz yatılı olduğu için yemek problemimiz olmuyor. Siz de köye dönüş için geç kalmayacaksanız yemekten çok sizinle bir süre daha birlikte olmak için yemek davetinizi kabul ediyorum.”

Parktaki sohbetimizden sonra Yasemin’i Malatya’nın meşhur o Emniyet Lokantasına götürdüm. Orada birer Malatya kebabı yedikten sonra yine yürüyerek Yasemin’in okuluna doğru gidiyoruz.

Yasemin öğrenci olduğu için ona biraz harçlık vermek istedim. Önce kabul etmek istemedi ama ısrarcı olunca beni kırmamak için almak zorunda kaldı. Ama bu küçük harçlığı alırken mahcup olduğunu ve bir eziklik duyduğunu hissettim. Sonra da haftaya yine aynı saatlerde Kernek Parkı’nda buluşmak üzere öpüşerek ayrıldık.

Bu güzel günden sonra yapayalnız köy yollarına düşmek bana biraz acı geldi. Adımlarım sanki ileri doğru

218

değil beni geriye doğru götürüyor beni. Bir yandan böyle güzel bir kız arkadaşım olmasına seviniyor bir yandan da geleceğe yönelik içimde yeni yeni planlar yapıyorum. Yasemin’in bana yakınlık duyduğunu sanıyor , benim yaşadığım o güzel duyguları onun da yaşadığını hissediyorum. Onun bu konularda benden daha rahat olduğunu gördüm. Her şey olumlu gidiyor gibi .

Bazı şeyler söz olarak aramızda konuşulmasa da bakışlar ve davranışlar her şeyi anlatmağa yetiyor. Üzerimde bir hafiflik ve ruhumda bir rahatlık var. İlk kez böyle bir durum yaşıyorum. Bu Aylaz Babamın koyunlarının , kuzularının ve hayvanlarını otlattığı yaylaların verdiği mutluluğa benzemiyor. Şimdiden gelecek haftaki buluşmamızın heyecanını yaşar gibiyim. Bu duygular içinde köye ulaştığımda yorulduğumu hissederek kahveye uğramadan doğruca evime gittim. Pazar günü de evimden çıkmayarak günü kitap okumakla geçirdim. Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu “ isimli romanını okuyorum. Romanın sayfaları tükendikçe öğretmenliği daha çok sevmeğe başladım. Ben de romanın kahramanı Feride gibi bir öğretmen olmak isterim.

Bomboş olan bir evde yapayalnızım . Duvarlarında ve çalışma masamın üzerinde Yasemin’in hayallerinden başka bir şey göremiyorum. Bu duygu anne sevgisine benzemiyor. Annemi hayal etmek bana acı verirken Yasemin’i hayal etmek bana haz veriyor.

Akşamüzeri biraz hava almak köyün uzağında bulunan bir pınarın başına kadar yürüdüm. Benim için hem bir yürüyüş oldu hem de bir süre kır havası almış oldum. Bu kırlarda Aylaz Babamın koyun otlattığı kırlara benziyor. Aynı bitkiler aynı çiçekler burada da var. Bir süre

219

kertenkelelerle ve karıncalarla sohbet ettikten sonra avuç avuç pınarın o soğuk sularından içtim. Sonra da sırtüstü uzanarak göklerde birbirleriyle yarışan bulutları baktım. Şekilden şekle giren bulutlar arasında bazen Yasemin’i gülümserken görür gibi oluyordum.

Yıllardır yaşadığım acıların yerini şimdi mutluluklar almağa başladı. Bana acı çektiren geçmiş yıllarıma acıyorum. Artık yaşama bakış açılarım çok değişti. Bundan böyle geçmişimden intikam almağa çalışacağım. Monoton geçen günlerin yerini şimdi neşe ve mutluluk alıyor. Artık derslerde bile sınıfta daha huzurlu ve mutlu olduğumu anlıyorum. Öğrencilerimin bakışları bile bana müşfik ve daha sevecen görünüyor.

İkinci öğretim yılına güzel başladım ve güzel devam ediyor. Bundan böyle yaşama değişik bir pencereden bakmak istiyorum. Annemle babamın hikayesi düşünme ile çözülecek gibi değil. Yaz tatilinde bir Ermenistan ondan sonra da belki bir Mersin gezim olabilir. Bunlardan da bir sonuç alamazsam mücadelemi bitirip her şeyi Yüce Mevla’nın taktirine bırakacağım.

Hafta sonu yaklaşırken şimdiden Yasemin’le buluşmanın heyecanını yaşıyorum. Kızı da daha yeterince tanıyamadım. Bana yakınlığı acaba bir sevgiye mi dayanıyor yoksa kardeşinin öğretmeni olmama mı ? Bazen veliler öğretmenin çocukları ile daha fazla ilgilenmesi için böyle bir yakınlık gösterebiliyorlar. Bu türlü kuşkular aklıma geldiği zaman panikliyorum. İlk defa bir kız arkadaşım olduğu için ona karşı nasıl davranmam gerektiğini, onun hareketlerinin neyi ifade ettiğini tam olarak bilemiyorum. Aşk konusunda son derece yeni ve acemiyim. Aşkı sadece okuduğum

220

romanlardaki anlatılan şekli ile tanıdığım için insanlar üzerindeki etkileri konusunda bir deneyiyim yok. Yasemin’i tanıdıktan sonra iç dünyamda farklı güzel duyguların oluştuğunu hissediyorum.

Yarın Yasemin’le yeni bir buluşma için Malatya dayız. Daha önceki kararlaştırmamıza göre saat 12.00 de Kernek parkında olacağız. Ben yarım saat kadar önce giderek parkta onu bekliyorum. O ilk oturduğumuz masanın uğur getirmiş olacağını düşünerek yine aynı masayı seçtim. Kararlaştırdığımız saatten on dakika sonra Yasemin daha önce köyde görmüş bulunduğum aynı köylü arkadaşı ile birlikte geldiler. İkisi birden olunca bu kez bir öpüşme olmaksızın sadece hoş geldiniz diyerek tokalaştık.

İkisinin birlikte gelmesi pek hoşuma gitmemişti. Ama bu tavrımı hissettirmeyerek samimi davranmağa çalışıyorum. Yasemin daha rahat öbür kız biraz soğuk ve tedirgin görünüyor. Aslında ilk görüştüğümüzde o kızı daha çok beğenmiştim. Ama bugün Yasemin bana arkadaşından daha güzel ve sempatik geldi. Belki bu da birbirimizi yakinen tanımış olmamızdan kaynaklanıyor olabilir.

Kızlar dondurma istediler ben de çay istedim. Sohbetimiz devam ediyor. Yasemin yine kardeşini sordu ve kendisi adına onu yanaklarından öpmemi söyledi. Konuşmayı Yasemin başlattığı için o devam ediyor. Okulda yaşadıkları sıkıntılardan ve sınavlardan söz etti. Öbür kız konuşmalara katılmaksızın Yasemin i dinliyoruz

Kız arkadaşı yarım saat kadar oturduktan sonra “Benim bir yere uğramam gerek” diyerek vedalaşıp yanımızdan ayrıldı. Şimdi Yasemin’le baş başa olunca daha rahatladım.

 

221

Yasemin “ Onun da bir arkadaşı var. Bugün arkadaşı ile buluşacak o nedenle yanımızda fazla oturamadı.”

Yasemin bir elini çenesinin altına destek yaparak dirseği masanın üzerinde dikkatlice bana doğru bakıyor. Benim de gözlerim o an onun parmaklarına ve gözlerine takıldı. Gözlerini ve parmaklarını ilk kez böyle yakından görüyordum. İçimden o incecik narin parmaklara dokunmak ve saatlerce o gözlere bakmak istiyordum. Böyle bir göze halk arasında ne denir bilmiyorum. Beyazı son derece beyaz göz bebeği siyahla kahverengi arası hoş bir renk. Hep gülümseyerek bakan o sevimli gözlerin üzerindeki uzun kirpikler Yasemin’e ayrı bir güzellik veriyor. Pürüzsüz lekesiz bir cilt adeta yumuşak bir kadife gibi. İçimden dokunmak ve öpmek duyguları geçiyor. Tek noksanı parmaklarında bir yüzüğün ve güneş gibi parlayan o gerdanının üzerinde bir kolyenin olmayışı. Bunları görünce Yasemin’e “Herhalde sade bir görünümü seviyorsun. Parmaklarında bir yüzük, gerdanında küçük bir kolye sana çok yakışırdı” dediğimde oda bana “Sen sade halimi sevmiyorsan parmaklarıma bir yüzük gerdanıma da bir kolye takabilirsin.”

Bu son cümle birden güneş gibi içimi aydınlatıverdi. Parmağa yüzük, gerdana kolye ,bu mesajı iyi yorumlamam gerekiyor. Yasemin’in anlatmak istediği bir nişan yüzüğümü yoksa sıradan bir süs yüzüğümü. Bunu sormağa cesaret edemeyip yorumunu içimde sakladım. Yasemin bu konularda çok da acemi görünmüyor. Acaba tüm kızlar mı böyle yoksa Yasemin’de mi bu özellik var. Bende bir utangaçlık ve çekingenlik olduğu için duygularımı daha çok açık cümlelerle değil bakışlarımla ve mimiklerimle

222

anlatmağa çalışıyorum. Yasemin’le geçen her saniyem içimdeki o güzel duygulara yeni güzel duygular ekliyor.

Bir saat kadar Kernek Parkın da oturduktan sonra kalkıp yürümeğe başladık. Çarşıda hem geziyor hem de dükkan vitrinlerine bakıyoruz. O sırada bir kuyumcu dükkanının önünden geçiyorduk vitrini göstererek “Bak burada yüzükler de var kolyeler de var” dediğimde gülümseyerek yüzüme baktı ama bir şey söylemedi. Ben kolundan tutarak onu kuyumcu dükkanına yönlendirdim. Birlikte içeri girdikten sonra uzun süre iç vitrinlerde bulunan kolye ve yüzüklere baktı. Ben “Haydi o narin parmakları ve güzel gerdanı bazı şeylerle süsleyelim “ dediğim de. Oda “Yok ben böyle pahalı şeyleri değil de öğrencilerin taktıkları imitasyon takılardan almak istemiştim. Ben de ona “ burada bir şey beğenip almadan seni dışarı çıkarmam” dediğimde öğrencilerin taktığı küçük bir kolye seçiverdi. Sonra da yüzüklere bakarken kuyumcu vitrinde yüzüklerin bulunduğu tablaları çıkararak vitrin camlarının üzerine dizdi. Sonra da eli ile işaret ederek şu yüzükler nişan yüzüğü şu incecik yüzükler de söz yüzüğü” dediğinde “Yasemin yok ben basit bir imitasyon yüzük istiyorum.”

Kuyumcu Yasemin e “Kuyumcu dükkanlarında öyle yüzükler olmaz. Onu hediyelik eşya satan mağazalarda bulabilirsin” dedi.

Ben de yüzük konusunda ısrarcı olmadım. Kolyesini takarak Aynanın karşısında şöyle bir inceledikten sonra gülümseyen tatlı bir bakışla “Çok beğendim ! Teşekkür ederim !..” diyerek yanaklarıma bir ödül öpücüğü kondurdu.

Kuyumcudan çıktıktan sonra caddenin karşısında bulunan pastaneye girdik. Yasemin prefitorol istedi ben de

223

kuru baklava. Tatlılarımızı yerken yasemin’in iki de bir ellerinin kolyesine gittiğini görüyordum. Benim de baktığımı görünce “Bu hediyeni yalnız okulda takabilirim. Köyüme gittiğim zaman takamam. Ailem bunu kendi imkanlarımla alamayacağımı bildikleri için bana kızıp beni cezalandırabilirler. Okulumu bitirdikten sonra böyle bir kolye takmam pek dikkatlerini çekmez. Sizi beklenmedik bir anda masrafa soktuğum için üzgünüm.”

Yok öyle düşünmeyin. Bu , size küçük bir armağanım oldu. Pahalı bir şey olmadığı için üzülmeyin. Daha büyüklerini ve daha güzellerini almanı isterdim ama sen bunu beğendin. Hayırlı olsun ve sana mutluluk getirsin”

Yasemin’le oldukça güzel bir gün geçirdik. Şu an okulundan aldığı izin süresi bitmek üzere olduğu için Onu okulunun önüne kadar götürüp vedalaşarak ayrıldık. O binaların arasında gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım. Son binayı dönerken arkasına bakıp kendisine baktığımı görünce gülümseyerek el sallayıp uzaklaştı.

Yine yalnız başına köyün tozlu yollarında hızlı adımlarla yürüyorum. Aslında bu yollara ve böyle kırlara yabancı değilim. Aylaz Babam sağ olsun. Kırların ve dağların sevgisini bana o öğretti. Özgürlüğümü en güzel dağlarda ve kırlarda yaşıyorum. Oralarda gördüğüm her şey bana huzur ve mutluluk veriyor. Bir yandan yürürken bir yandan da Yasemin’le geçen günün tatlı anılarını yaşıyorum. Şu an Yasemin yanımdaymış gibi taze ve canlı duygular içindeyim. Köye geldiğimde karanlık basmıştı. Kimse beni görmeden evime girdim.

Yasemin’le geçen o güzel saatlerden sonra böyle bomboş bir ev kendi evim değilmiş gibi geldi bana.

224

Lambamı yakarak yatağımın üzerine uzanıp bir süre gözlerimi kapatarak dinlendim. Kapalı gözlerimin önünde hep Yasemin’in hayalleri uçuşup duruyor. Gözlerimi açıyorum aynı hayaller, kapatıyorum aynı hayaller. Ama bu durumdan şikayetçi değilim. Bazen bilinçsiz olarak karşımda Yasemin varmış gibi gülümsüyor ve bazen de onunla konuşuyorum. Bu romantik hayal ortamında kopabilmek için okumakta olduğum “Çalı Kuşu” isimli romanımı alarak kaldığım yerden okumağa devam ediyorum. Roman da mesleğimle ilgili çekici bir roman olduğu için bir başlayınca bırakmak istemiyorum. Okumam gecenin yarılarına kadar devam etti. Bir süre sonra gözlerimin kapanmakta olduğunu hissederek romanı bırakıp uykuya daldım.

Gözlerimi açtığım zaman güneş çoktan evlerin tepesine çıkmış bulunuyordu. Şehirden getirdiğim malzemelerle kahvaltımı yapıp sonra da doğru köy kahvesine gittim.

Köyde hayat çok monoton. Okul, kahve ve ev arasında gidip geliyorum. Okulda da derslerin dışında başka bir etkinlimiz olmuyor. Öğrenciler küçük olduğu için onlarla futbol ve voleybol gibi oyunlar da oynayamıyoruz. Bu yıl milli bayramların birisinde köy halkına sunabileceğimiz bir etkinlik düşünüyorum.

Basit bir tiyatro temsili , halk müziği ve çocuk şarkıları ve yöresel milli oyunlardan oluşan bir program olacak.. Maksat halkı biraz eğlendirmek ve çocukları derslerin dışında aktif hale getirmek. Zamanı geçirmek açısından benim açımdan da iyi bir çalışma olacak.

Şimdiye kadar çocuklara bir hayli çocuk şarkıları ve birkaç da milli oyun öğrettim. Zaman içinde bunların sayısını artıracağım. Çocuklar arasında müziğe karşı büyük

225

yetenekler görüyorum. Güzel halk müziği okuyacak iki solistim şimdiden hazır. Çocuk şarkıları ve rontlar için de koro oluşturmuş durumdayım. Tiyatro temsili için büyük sınıflardan yararlanmam gerekiyor. Bu konuda diğer öğretmen arkadaşımın da bana katkıları olacağını düşünüyorum

Bugün akşam farklı bir sürprizle karşılaştım. Yasemin’in bende öğrenci olan küçük kardeşi Selin akşam bana annesinin yapmış olduğu küçük bir tencere dolusu içli köfte getirdi. Bizim de bölgenin çok sevdiğim bir yöresel yemeği. Yöreler birbirine komşu olduğu için Malatya yöresi de bu yemeği biliyor. Kendime yemek yapamadığım için bu köfteler çok ikrama geçti. İki gün boyunca bu köftelerle beslendim. Sanırım bu sürprizde Yasemin in de parmağa var gibi geldi bana. Bir yılı aşkın süredir bu köydeyim ilk kez bir köylü ailesinden böyle bir yemek ikramı oldu. Köftelerimi yerken içimden o duymasa da Yasemin’ e de teşekkür ettim.Bu tür ikramlar olumlu bir gelişmenin olduğunu gösterir gibi geldi bana. Köfteden çok gösterilen yakınlık beni sevindirdi.

Bu hafta sonu Yasemin köye geleceği için ben Malatya’ya onu görmeğe gitmeyeceğim. Buraya geldiğinde bilmem görüşmemiz mümkün olacak mı şimdiden onu da tahmin edemiyorum. Yine bir bahane ile okula gelirse görüşebiliriz. Görüşemesek de belki uzaktan uzağa bir selamlaşmamız olabilir.

Cumartesi ve Pazar günüm okuldaki çalışmalarla geçti. Arada bir köy içinde tur attıysam da Yasemin i göremedim. Küçük kardeşini de göremediğim için gelip gelmediğini de bilemiyorum. Gelmiş olsa mutlaka bir yerlerde kendini

226

gösterirdi. Pazartesi Selin’e sorduğumda geldiğini ama gece yatmadan geri döndüğünü söyledi.

Bu habere ne sevinebildim ne de üzülebildim. Sevinemedim çünkü Yasemin beni görmeden gitti. Üzülemedim belki beni görecek kadar zamanı olmamıştır. Bunun nedenini ancak ilerde Malatya ya gittiğim zaman öğrenebileceğim.

Okulumuzda yapacağımız eğlence ile ilgili çalışmalar beni bayağı yoruyor. Her hafta sonları değişik guruplarla çalışmalarımız oluyor. Bir hafta sonu koro çalışmaları yapıyorsam diğer hafta sonu tiyatro çalışmalarım oluyor. Öğretmen arkadaşım bu konularda nedense bana pek yardımcı olmuyor. Ya böyle faaliyetleri sevmiyor ya da bir kıskançlık duyuyor. Aslında kıdemli öğretmen olarak böyle bir çalışmayı onun başlatması gerekirdi.

Selinden bu hafta sonu yine ablasının geleceğini duydum. Bu kez de uğramadan giderse önemli bir sorun var demektir. Hafta sonunu merakla bekliyorum. Cuma günü son dersten sonra okulun çevresinde biraz tur attıysam da Yasemin i göremedim. Genelinde Cuma günleri geç vakit geliyor cumartesi kalıp Pazar günü dönüyordu. Belki gelmiş evde oturuyordur. Bunun üzüntüsü ile evde kitap okurken kapım çaldı. Selin beni akşam yemeği için evlerine çağırıyordu.

Sevgili kızım annen ve babana teşekkür ettiğimi söyle. İşimi bitebilirsem gelmeğe çalışırım.”

Selin gittikten sonra yemeğe gidip gitmemeyi içimde tartışıyorum. Genç kızlarının olduğu bir aileye ,bekar genç bir öğretmenin yemeğe gitmesi dedikoduya açık bir olay. Gittiğimi köylüler görürlerse kesin dedikodular çıkabilir.

227

Gitmesem kendilerine değer vermediğimi sanarak onlar üzülecekler. İki haftadır Yasemin’i de görmediğim için onu da çok özlemiş durumdayım. Gidip gitmemekte tereddüt etsem de gönlüm gitmekten yana.

Sonunda karanlık çöktükten sonra gitmeğe karar verdim. Herkes evine çekildiği için gittiğimi gören olmadı sanıyorum. Kapılarını çaldığımda kapıyı yasemin açtı. Güzel hoş bir karşılamaydı. Kaç haftadır da gitmediğim için özlemiştim. İçeri girdiğimde sofra hazır bir durumda beni bekliyorlar. Aile kızları ile birlikte dört kişiden ibaret. Babasını kahvede gördüğüm ve tavla arkadaşım olduğu için tanıyordum. Anne ile de ilk kez karşılaşıyoruz. Ailenin çoğunu tanıdığım için sanki yıllardır birlikte olduğum bir ailem gibi geldi bana. En çok da sevinen sanıyorum Yasemin oldu. Bugün yine bir başka güzel görünüyordu gözlerime, Saçlarını at kuyruğu şeklinde yapmamış serbest bırakmıştı. Gür siyah saçlarının omuzlardan beline doğru sarkması önceki saç modelinden daha çok yakışmıştı. Üzerine tüm vücut hatlarını gösteren dar bir boy elbise giymişti. Vücut olarak göze batan hiç çirkin bir yanı yok. Mankenler yanında zayıf kalır.

Bugün ki bu güzel daveti planlayanın da yine Yasemin olduğunu sanıyorum. Annesinin de aramızdaki yakınlaşmadan haber i olduğunu sezer gibi oldum. Bir damat adayı olarak sürekli beni incelediğini görüyordum. Kızı ile aramızdaki gelişmelerden haberi olmasa böyle bir davet olmazdı sanıyorum. Babanın hiçbir şeyden haberi yok gibi. Ziyaretime en çok sevinenlerden biri de öğrencim Selin’di .Davete katılmam tüm aileyi memnun etmişti. Herkesin şahsıma yönelik davranışlarından bunu görür gibi

228

oluyordum. Baştan biraz tereddüt ettiysem de geldiğime sevindim. Böyle bir yaklaşım bana başka umutlar da verdi.

Kömbe dediğimiz börekleri, pirinç pilavı, güzel koyun yoğurdu ve erişte çorbasından oluşan güzel bir akşam menüsü. Ben bu tür sofralara uzun süredir hasret kaldığım için zevkle yedim. Un helvamız, çayımız ve kahvemizle soframızda eksik olan hiçbir şey yoktu. Tek üzüntüm benim onlara bir hediye götüremeyişimdi. Köyün imkanlarını bildikleri için sanırım benden bir hediye beklememişlerdir. Yine de ben çıkarken Selin’i yanaklarından öperek cebine küçük bir harçlık bıraktım. Geleneklerimizde bu tür davranışlar her zaman var.

Geç vakte kadar sohbetlerimiz devam etti. Yasemin okulunu ve mezuniyet hazırlıklarını anlattı. Ailede şimdiden bir mezuniyet heyecanı görünüyor. Kızları yakın bir gelecekte hemşire olarak herhangi bir hastanede görev alacak. Bir köylü ailesi için çocuklarını böyle bir görevde görmek onlara büyük gurur veriyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde anne de başlangıçtaki o çekingen tavrını daha sıcak ve candan tavırlara bırakmıştı. Zaman zaman sohbetimize katılıyor, bana yaklaşmak ve sevgisini belirtmek istediğini hissediyorum. Onları rahatsız ederim düşüncesi ile birkaç kez kalkmağa niyetlendiğimde ısrarla gitmemi engelledikleri için misafirliğim geç vakitlere kadar devam etti. Gözüm ara sıra Yasemin e kayıyor ve gülümseyen bakışları ile beni izlediğini görüyordum. Aslında sohbeti uzatmak ve oturmak benim de hoşuma gidiyordu. Yasemin’i hep karşımda bana bakanken görmekten dolayı da son derece mutluyum. Kimsenin görmez yanında ara sıra gizli bakışlarımızla birbirimize sevgi mesajları yollayabiliyoruz.

229

Sonunda vakit bir hayli geçmiş olduğundan tüm aileye teşekkürlerimi bildirerek evime döndüm. Dönüşümde gecenin karanlığına rastladığı için yine görenin olmadığını sanıyorum. Ben yemekten çok Yasemin’i gördüğüme sevindim. İki haftadır görmediğim için özlemiştim. İçimdeki özlem farklı bir özleme dönüştü sanki. Yanımda iken de onu özlemeğe başladım. İstiyorum ki hiç yanımdan ayrılmasın. Onsuz olunca hiçbir yerde zaman geçmiyor onunla olunca da bana zaman yetmiyor.

Bir hafta sonra okulumuzun eğlencesi var. Yasemin’i de davet ettim arkadaşını da. Bu hafta boyunca son çalışmalar ve son provalar yapıp cumartesi günü programımızı halka sunuyoruz. Önce köyün hanımları sonra da köyün beyleri davetlidirler.

Bugün günlerden cumartesi. İlk konuklarımız hanımlar. Okulun salonu doldu gibi. Elli-atmışa yakın konuğumuz oldu. Programın açılışını öğretmen arkadaşımın yapmasını istedim o da kabul etti. Kısa bir konuşmadan sonra programımızı başlattık.

Çocuk şarkıları ile ilk programımızı sunuyoruz. Programımızda altı tane okul şarkısı var. Koroyu ben yönetiyorum. Elimde mandolin ben çalıyorum çocuklar söylüyor. Anneler çocuklarının bu yetenekleri karşısında çok mutlular. Aslında çocuklarından bu kadar bir beceri beklemiyorlardı. Onun için her şarkıdan sonra gelen güçlü alkış çocuklara da moral oluyordu.

Okul koromuzun bitmesinden sonra bir skecimiz var. Komedi ağırlıklı bir çocuk oyunu. Çocuklar yine olağanüstü yetenekleri ile annelerini gülmekten kırdılar. Nerde ise annelerin alkışlamaktan elleri şişti. Bu skecimiz elli dakika

230

kadar devam etti. Hemen arkasından halk müziği solistlerimizin programı başladı. Programımızda üç tane solistimiz var. Bunlar Malatya yöresinden sevilen altı türkü sundular. Programımız sırasında bazı annelerin gözlerinden yaşlar aktığını gördüm. Acıklı uzun havalardan bazıları annelerimizi duygulandırdı ve ağlattı. Ben de bu anneler içinde kendi annemi görmeyi çok isterdim. Keşke o da burada olsa diğer annelerin çocuklarını alkışladığı gibi o da beni alkışlasa ve benimle gurur duysaydı. Ben de annemin sevinç göz yaşlarını görmek ve kahkahalarını duymak isterdim. Ne zaman annelerle çocukları bir arada görsem o an içim yanar. Ben bu mutluluğu yaşayamayacak gibiyim.

Halk müziğimizden sonra programımızın dördüncü sırasında halk oyunları yer alıyor. Ben bu yörenin oyunlarını bilmediğim için çocuklara öğretmen okulunda öğrendiğim Ankara ve Batı Anadolu yöresinin zeybeklerini öğretmiştim. Bu oyunlar annelerin daha çok hoşuna gitti. Çocukların oyunlarına kimisi güldü kimisi alkışladı. Annelere iki saate yakın hoş bir zaman geçirttik. Program sonunda herkes çocuğunun ellerinden tutup götürürken yine annem aklıma geldi. Bir gün olsun annemin o sıcacık ellerinden tutabilseydim bu güzellikleri ben de yaşayacaktım. Beni bu duygulardan mahrum edenleri bilmediğim için kimseleri suçlayamıyorum.

Aynı programı Pazar günü de erkekler için uyguladık. Erkekler kadınlar kadar programımıza ilgi göstermedi. Nerede ise kadınların yarısına yakın bir gurup eğlencemize katılabildi. Onlara da iki saate yakın hoş bir zaman geçirttik. Ayrılırken hepsi tek tek teşekkür edip memnuniyetlerini dile getirdiler. Şimdiye dek köyde böyle

231

bir etkinlik düzenlenmediği için köy halkı arasında uzun süre konuşuldu.

Bu hafta sonu yine Malatya’da Yaseminle birlikteyiz. Artık buluşmadığımız bir haftamız olmuyor. O da benim kadar buluşma konusunda istekli. Ailesinin de yemek ikramları yine ara sıra devam ediyor. Gösterilen bu ilgi karşısında artık kendimi ailenin bir ferdi gibi görmeğe başladım.

Malatya’da birlikte gezebileceğimiz yerler Kernek Parkı, sinemalar ve pasta salonları. Yasemin arkadaşlarının ve öğretmenlerinin bizleri birlikte gezerken görmelerini pek istemiyor. Bu nedenle açık alanlarda mümkün olduğunca görünmemeğe çalışıyoruz. Malatya da beni tanıyan olmadığı için ben onun kadar tedirgin değilim. Ancak çalıştığım köyün köylülerinden birisinin bizi birlikte görmelerini şimdilik uygun bulmuyorum. Böyle bir karşılaşma ikimiz için de iyi olmayabilir. Şimdilik ilişkimizi gizli tutmağa özen gösteriyoruz. İlişkimizi tek bilen Yasemin in annesi bir de aynı köylüsü olan okul arkadaşı. Karşılaşmalarımızda babasının farklı bir tavrını göremiyorum. Zaman zaman samimi bir hava içinde geçen tavla maçlarımız oluyor.

Bugün bir süre yine pasta salonunda birlikte oturduk. Ama daha aramızda aşk ve sevgiye ilişkin bir kelime konuşulmuyor. Ben aşk konularını açmağa utanıyorum. Onun da benden farkı yok. Şimdilik duygularımızı bakışlarımızla ve hareketlerimizle anlatmağa çalışıyoruz. İkimizde de güçlü bir aşkın belirtileri var fakat bu duyguları açıklayacak cesaretimiz yok.

Pasta salonunda tatlılarımızı yerken Yasemin’e parmaklarını işaret ederek o güzel parmaklarına bugün bir

232

ödül vermek istiyorum. Kuyumcuda bulamadığını ben başka bir yerde buldum.

İşte sana parmaklarına yakışacak üç tane yüzük. İzin verirsen bunları parmaklarına ben takmak istiyorum ” dediğimde sağ elini bana doğru uzattı. Bende bileğinden tutarak yüzükleri parmaklarına taktım. Sonra da parmaklarına çok yakıştı inşallah sana şans ve mutluluk getirir ” diyerek eline bir de öpücük kondurdum.

Tokalaşmaların dışında Yasemin’in hiçbir gün ellerinden tutmamıştım. Yüzüğü taktıktan sonra şakadan “Tuttuğum bu eli bırakmak istemiyorum” elini iki elimin arasında alarak hafif sıkmağa başladım. O da elini kurtarmak için bir tepki vermedi. Sadece “Taşıyabileceksen tutabilirsin. Benim elim biraz ağırca. Sonra seni yormasın.”

Yok bu el beni yormaz bana enerji ve güç verir. Ömür boyu bırakmak istemediğim sıcacık bir el. Bu parmaklara böyle yüzükler değil pırlanta yüzükler daha çok yakışır, İnşallah bu parmaklar onları da görecektir.

Bir süre Yaseminin sağ eli elimde ellerimiz masanın üstünde sohbet ediyoruz. Yasemin’in elinden elime ve oradan vücuduma yayılan bir mutluluk ateşinin beni sardığını hissediyorum. İçimde tarif edemeyeceğim hoş duygular var. Yüzlerimin kızardığını ve vücut ısımın arttığını anlar gibiyim. Bu duygular geçmişime ilişkin içimdeki tüm kötü duyguları silip attı. Şu an içi güzel duygularla dolu bambaşka bir insanım.

Yasemin benim sana söylemek istediğim çok şeyler var fakat bir türlü cesaret edip söyleyemiyorum. En büyük korkum da sizi üzmek yada beni üzecek olumsuz bir yanıt almak. Öyle bocalayıp duruyorum.

233

Sayın hocam beni üzecek bir şeyler söyleyeceğinizi sanmıyorum. Siz öğretmensiniz ve bir bayana nasıl davranılacağını sizden daha iyi bilen birisi olamaz. Tanıdığım kadarı ile sizde insanları kıracak ve üzecek bir yapı yok. Söyleyeceğiniz sözlerden dolayı üzülsem de önemli değil. Yeter ki siz rahat olun. Bana söylemek istediğiniz şeyleri merak ediyorum . Söyle de ikimiz de rahatlayalım.

Ben galiba sana aşığım ve seni seviyorum. Bu itirafım için sakın bana kızmayasın. Günlerdir beni rahatsız eden bu duygulardan kurtulmak için bugün sana söylemeğe karar verdim. ”

Ben sizi bir dost ve samimi bir arkadaş olarak görüyordum. Yanılmış olmayasınız. Kalbinize, gönlünüze sordunuz mu ? Aşkla sevgiyi karıştırmış olmayasınız? Okuduğum kitaplardan ve seyrettiğim sinemalardan öğrendiğime göre aşk zor yakalanan bir duygu, insanı bir hastalık gibi sarsabilir.

Ben de anlattığın gibi sarsılmış durumdayım. Aşkı ilk defa yaşıyorum. Bu konuda başka bir deneyiyim yok. Şu an size karşı olan duygularım okuduğum aşk romanlarındaki duygulara benziyor. Sizi tanıdım dünyam ve rüyam değişti. Aklım gönlüme yenik düşmüş durumda. Her an sizi yaşıyor ve sizi düşünüyorum. Tarif edemeyeceğim çok güzel duygular içindeyim. Herhalde bunun adı aşk.

Değerli hocam birisi tarafından sevilmek güzel bir duygu ama aşık olmak farklı bir şey. Beni beğendiğiniz ve sevdiğiniz için teşekkür ederim. Ben de sizi beğeniyor ve seviyorum. İyi, kibar ve centilmen bir kimsesiniz. Üstelik genç kızların dikkatini çekecek kadar da yakışıklısınız.

234

Köyümüz halkından da hakkınızda hep iyi haberler alıyorum. Öğrencileriniz ve tüm köy halkı aşırı derecede sizi seviyor. Ben de seni seviyorum ama aşık olup olmadığımı bilemiyorum. Ben de sizin gibi daha önce böyle bir duygu yaşamadığım için aşkın insan üzerindeki etkileri konusunda bir bilgim yok. Aşk nasıl bir duygu onu tam olarak bilemiyorum. Seni çok özlemek, her an seni düşünmek, her an seninle olmak isteği, geceleri rüyalarımı süslemen, okulda derslerde ders dinlerken her an seni hatırlamam bir aşk ise ben de sana aşığım.”

Yasemin, sen duygularını benden daha güzel açıkladın. Duygularımız birbirine çok benziyor. Benimkisi de aşk seninki de aşk. Bu tür duyguların başka bir adı olamaz. Aşk da bir sevgidir ama sevgilerin en asilidir. Biz ona hükmedemeyiz ama o bize hükmeder. Bunları sana aşık olunca anladım. Biz artık aşk denilen o güzel yolun iki yolcusuyuz.

Yaseminin açıklamasından sonra yüzük taktığım sağ elini iki elimin arasında bir süre daha beklettikten sonra o yumuşacık ellerini ikinci kez dudaklarımla birleştirdim. Bunun ödülü de dudaklarıma ulaşmayan bir öpücük oldu. Bulunduğumuz ortam ancak bunlara müsaade edebiliyordu. Dudakları dudaklarıma değmese de o uzaktan gönderilen öpücük mutlu olmam için bana yetti.

Şu anki mutluluğumu sözlerle anlatamam. Günlerdir söylemek istediğim halde söyleyemediğim aşkımı nihayet bugün söyleyebildim. Artık rahatım ve gönlümün bir sahibi var. Yasemin’e karşı olan kuşkularım da bitti. Onun ağzından o güzel kelimeleri duymak bana verilmiş en büyük ödül oldu. Yıllardır bana acılar yaşatan gönlüm bugün

235

kendini seven bir sahibini buldu. Şu an karşımda durun Yasemin in gözlerine bakanken mutluluktan gözlerimin dolduğunu anlıyorum. Mutluluk gözyaşları dedikleri bu olsa gerek. Şu an mutluluklarla dolu bir hayal dünyasında yaşadığımı hissediyorum. Hissettiklerimi yaşamayanlar için tarifi güç olan bir duygu.

İçinde bulunduğumuz pasta salonu bana cennetten bir köşe gibi geliyor. Yasemin’in de en az benim kadar mutlu olduğunu görüyorum. Bu güzel duygular içinde pasta salonunu terk ederek el ele sinema salonuna doğru gidiyoruz.

Bugün ellerimiz bir daha ayrılmamak üzere birleşti. Artık başkalarının bizi bu şekilde el ele görmesinden de rahatsız değiliz. Şimdi sinema salonunda yine el ele yan yana iki koltukta birlikte film izliyoruz. Sinemayı izlemekten çok böyle bir ortamda birlikte olmak bize daha çok mutluluk veriyor. Yasemin’in eli elimde başı omuzlarıma yaslanmış durumda bir bedende iki ruh gibiyiz. Filimdeki sevişme sahnelerini gördükçe ben de Yasemin’in elini öpüyorum o da ara sıra karanlıkta yanağıma öpücükler konduruyor. Çevremizde kimseler olmadığı için son derece rahat ve huzurluyuz. Biz filmi izlemekten çok aşkımızı yaşıyoruz. İki saat kadar süren filmden sonra aklımda kalan tek şey Yasemin’in yanaklarıma kondurduğu iki öpücük ve ellerinin ellerimde bıraktığı sıcaklık. Filmi hiç izlememiş gibi hiçbir şey hatırlamıyorum. Filmde gördüğüm her güzel sahnede Yasemin’le olan aşkımızı yaşadım. En büyük üzüntüm şimdiye kadar bu duyguları yaşamamış olmam. Artık benim için yaşamda sonbahar ve kış bitti, bahar yeni başladı. Bu aşkla ömrümün en güzel günlerini yaşadığımı şimdi anlıyorum.

236

Sinemanın bitiminde Yasemin’i okulun önüne kadar götürdüm. Öğrenci arkadaşları bizi birlikte görmesin düşüncesi ile okulun az uzağında vedalaşarak ayrıldık. Ayrılık sırasında Yasemin’in gözlerinden yaşlar oluştuğunu gördüm. Ben de ondan farksız değildim. Karşılıklı bu duygusallık büyük bir aşkın habercisiydi. Artık hayatımda benim için gözyaşı döken birisi oldu. İlk kez benim için ağlayan birisini görüyor, ben de o birisi için ilk kez ağlıyordum. Her ikimiz içinde bu bir ağlama değil mutluluğun dışa vurmasıydı. İnsan ağlarken gülemezdi ama biz hem ağlıyor hem de gülüyorduk. Bu gözyaşları mutluluğumuzun habercisiydi.

Yasemin den ayrılıp köyün yolunu tutarken o günkü yaşadıklarımdan başka bir şey düşünemiyordum. Duygularım düşüncelerim donmuş ve her şeyimle Yasemin’e odaklanmıştım. Bu dalgın halim köye ulaşıncaya kadar devam etti. Yol boyu gördüğüm hiçbir şey dikkatimi çekmiyordu. Hatta yolda iki köylüme rastladığım halde onları sadece selamlayıp geçtim. Aslında bir süre hal ve hatırlarını sorsaydım iyi olurdu. Evime geldiğim zaman bir süre yatağıma uzanarak Yasemin’i ve onunla geçen güzel anları hayal ettim. Sevmek ve aşık olmak da güzel bir duyguymuş. Aşkın verdiği mutluluk diğer mutlulukların hiç birine benzemiyor. Kendimde bir hafiflik ve canlılık hissediyorum. Bu , gökyüzünde uçmak gibi bir duygu.

Yasemin’le olan ilişkilerimizi şimdilik gizli tutmağa çalışıyoruz. Yasemin öğrenci olduğu için okul bitinceye kadar bu durumu kimselerin bilmemesi gerekiyor. Okulların bitmesine de fazla bir zamanımız kalmadı. O tarihe kadar artık sık sık Malatya’da bazen da köyde buluşmalarımız

237

olacak. En şanslı yanım Malatya’nın kaldığım köye çok yakın olması. Nerede ise her gün bile gidip gelmeyi göze alıyorum. Yaz ayların da bir sorun olmaz da kış aylarında her gün gidip gelmek zor olabilir. Ama Yasemin’i her an görmek için bu sıkıntılara da katlanmaya razıyım.

Yasemin bu yıl son sınıfta olduğu için yaza okulu bitiyor. Onlara mezun oldukları okulların çevresindeki devlet hastanelerinde hemen görev verilebiliyormuş. Yasemin’in atanması konusunda bir sorun görünmüyor. Bizim durumumuz gibi. Öğretmen lisesini bitirenler de aynı ayın içinde tayin edilebiliyorlar. Yasemin’in Malatya hastanelerine atanması durumunda artık bu bölgeleri uzun süre terk edemeyiz. Ben şimdiden her şeyi ve geleceğimizi evlilik üzerine planlıyorum.

Yasemin’le olan aşkımız acaba sonunda evliliğe dönüşecek mi? Sevip de sonunda ayrılanların hikayeleri aklıma gelince aynısı yaşamaktan korkuyorum. Yasemin’in daha hakkımda bilmediği çok şeyler var. O bilinmeyenleri öğrenince vereceği tepkileri düşünüyorum. Gururla anlatabileceğim bir geçmişim olmadığı için üzgünüm.

Yasemin’le evlenmem halinde artık başka bölgelere kolay kolay gidemem. Ancak gitmemizi gerektiren bir sorun çıkıncaya kadar burularda oluruz. Bulunduğumuz çevre görev yapmak için uygun bir yer. Belki ilerde denizi, kaplıcası olan batı bölgelerine ve sahillere de gidebiliriz. Gezmenin ve yeni yerler görmenin de güzel bir şey olduğunu artık anladık. Bundan böyle her tatilde yurdumuzun değişik bir köşesinde mutluluğumuzu daha da büyütmekte kararlıyız.

Bu yılki gezi programımızda bir sahil gezisi var. Annemi ve babamı aramak için umutlarımdan birisi olan

238

Mersin ili Erdemli ilçesi kaldı. Bu yaz tatilinde mutlaka oraya gitmeliyim. İlerde evlenmem halinde bu tür faaliyetlerime belki Yasemin izin vermeyebilir. Tatil dönemine kadar Yasemin ile olan ilişkilerimiz de bir netleşirse belki tatile birlikte çıkarız. Şimdilik her şey Yasemin’in okulu bitirip göreve başlamasına bağlı. Bir Erdemli gezisi Yasemin için de iyi olur. O da kendi çevresinden başka bir yer bilmediği gibi daha hiç denizi de görmemiş. Hem araştırmama devam etmiş olurum hem de güzel bir tatil yaparız. Şimdiden o tatilini heyecanını yaşıyor ve planlarımı yapıyorum.

Artık hafta sonu tatillerimin tamamı hep Yasemin’le geçiyor. Onunla geçen güzel günlerden sonra köy kahvesinde vakit geçirmekten haz almamağa başladım. Öğretmen arkadaşım bile böyle sık sık Malatya’ya gitmeme bir anlam veremiyor. Yasemin’le aramızdaki ilişkiler konusunda bir tahmini var mı yok mu onu da bilemiyorum. Bu sıralar böyle bir hatırlatması ve bu yollu bir iması olmadı. Henüz köyde durumumuzu bilen bir kimse de yok. Hedefe doğru sessiz adımlarla ilerliyoruz

Artık Malatya aşkımızın vatanı ve yurdu oldu. Gitmediğimiz, görmediğimiz park,bahçe ve lokanta kalmadı. Mümkün olduğunca göze batmayacak alanları seçiyoruz. Her geçen gün aşkımız daha da güçleniyor. Birbirimize çok da yakışıyoruz. İkimizin de boyları aynı gibi. O esmer ben de sarışınım. Ara sıra parklarda gezerken bizi görenler arkamızdan “bunlar da birbirlerine ne kadar çok yakışmışlar” diyenleri duyuyoruz. Bu tür sözler ve iltifatlar ikimizin de çok hoşuna gidiyor. Yasemin de öncesine göre çok değişti. Artık çarşıya çıkışlarında okul elbisesi ile değil değişik

239

kıyafetlerle çıkıyor. Hep de kendisine yakışanları seçtiğini görüyorum. Giyim konusunda zevkleri son derece güzel. Bazen de birlikte mağaza mağaza gezerek Yasemin’e giysi beğendirmeğe çalıştığımız günlerimiz de oluyor.Yasemin giysi seçiminde biraz titiz ,çabuk karar veremiyor. Ben istiyorum ki gördüğümüz tüm güzel şeyler onun olsun. Ama o beni düşündüğü için zaman zaman harcamalarıma sınır koyabiliyor.

Lüks ve gereksiz harcamalarıma karşı. Benim adeta koruyucu meleğim. Bir giysi beğenmeğe çıktığımız zaman bakıyorum en hesaplı olanı seçiyor. Lokantalara ve pasta salonlarına gittiğimiz zamanlarda da öyle lüks ve pahalı yemekleri seçmediğini görüyorum. Ne giyse bir bakıyorum bir başka Yasemin oluyor. Onu değişik giysiler içinde güzel gördükçe ona tapasım geliyor.

Aşık olunca kendi benliğimi unutur gibi oldum. Aşk insanda irade bırakmıyor. İkimiz de aşkın peşine takıldık bilinmez bir meçhule doğru gidiyoruz. Geleceğe yönelik en küçük bir kuşkumuz yok. Yaşamı hep güzel yönleri ile düşünüyor ve o şekilde yaşamağa çalışıyoruz.

Yakında yasemin’in okulu bitiyor ve bizim de genel tatilimiz başlıyor. Üç aya yakın boş bir zamanımız olacak. Belki Yasemin in tatili benimki kadar uzun olmayabilir. Onlar mezun olduktan sonra kısa sürede göreve başlıyorlar.

Bugün ilk kez muhtar amcam aşk konusunda bir gelişme olup olmadığını sordu. Ben de onun sorusuna karşı açık ve net bir cevap vermedim. O bana : “Değerli hocam kızlar bu yıl okullarını bitiriyorlar. Okuldan sonra onları taliplileri çok olur. Kaçırmadan bir tanesine sahip çık. Bu konuda bana düşecek görevlerde hep yanındayım. Her iki kızı da çok

240

beğeniyorum. Sana tavsiyem bu işi fazla uzatma. Kızlar hem güzeller hem de artık meslek sahibi oldular. Bu özelliklere sahip kızları rahat bırakmazlar. Bir soysuzun eline düşerler diye korkuyorum.”

Muhtar Amca beni düşündüğün için teşekkür ederim. Önümüzde uzunca bir tatil var. Bu konuda bir gelişme olursa ilk kapısını çalacağım kişi sizsiniz. Ben sizi bir amcam bir dayım ya da yakın bir akrabam gibi görüyorum. Böyle şeylere karar vermek biraz zor oluyor. Biz karar versek bile bakalım karşı taraf ne düşünüyor. Onların da bilmediğimiz kendilerine özgü planları olabilir. Böyle şeyler düşünmekten çok kısmete bağlı. Mevla’m yazdı ise günü geldiğinde olur. Bu konuda beni çok düşündüğünü görüyor ve hissediyorum. Anlata anlata içimde güzel duygular oluşturduğunu itiraf edebilirim.

Köylümüz sizi çok sevdi. Herkesin aklından geçen benim aklımdan geçene benziyor. O kızlardan birisini senin yanında eşin olarak görmek istiyorlar. O kızlar bir başkalarına giderse içim yanar. Böyle bir durumda sana çok ağır cezalar vereceğimi bil.

Yok,senin bana öyle ağır cezalar vereceğini sanmıyorum. İnsan çok sevdiğine ceza veremez. Muhtar amca ben köylülerimi de sizi de çok seviyorum. Bu işi biraz zamana bırakalım. Bakarsın beklenmedik bir günde gelip kapını çalabilirim. Kızların henüz öğrencilik yılları bitmedi. Okulda iken böyle şeyleri kızların aklına düşürürsek başarılarını engellemiş olabiliriz. Şimdiki kızlar daha okul çağlarında arkadaşlarını seçebiliyorlar. Böyle bir durum varsa ben üzülür ve köylülerime karşı mahcup olurum. Evlilik zor bir olay. Bir ömür birlikte olacağın eşini seçerken

241

düşünülmesi ve hesaplanması gereken çok işler var. Kısmetimizde varsa anlaşabilirsek düşündükleriniz günün birinde gerçek oluverir. Sen benim için güzel şeyler düşünmeğe devam et. Bakarsın Mevla senin dileğini kabul eder düşüncelerin gerçek olur.

Muhtar amca da evet anlamına kafasını birkaç kez öne eğip kaldırarak düşüncelerimi onayladı.

Hafta sonu yine Malatya da Yasemin’le geleceğimize ilişkin konuları tartışıyoruz. Yasemin’e soruyorum: Evlenmek için karşılıklı sevgi yeterli mi yoksa başka özellikler de gerekli mi ? Sevgi yetiyorsa bu ikimiz de de fazlası ile var. Ben seni ve aileni yeteri kadar tanıdım. Ama senin, benim anlattıklarım dışında ailem hakkında fazla bir bilgin yok. Aslında benim de yok. Ben de ailemi tanımıyor ve bilmiyorum.

Benim, anne ya da baba diyebileceğin ve ellerini öpeceğin bir annem ve babam bugüne kadar olmadı. Ama bana evlatları gibi sahip çıkıp beni büyüten iki tane manevi babam var. Ben buradan altı yedi saat kadar uzakta bulunan dağların çocuğuyum. Beni o dağlarda bir çoban bulup İsmail Ağa dedikleri bir köy ağasına teslim etmiş. Ben o ailede o ailenin terbiyesi ile büyüdüm,. Beni okuttular ve bu duruma getirdiler. Okulumu bitirinceye kadar da o ailenin bir çocuğu olmadığımı öğrenemedim. Şimdi beni büyüten ve evlatları gibi sahip çıkan onlar benim manevi annem ve babam. Gerçek anne ve babamı uzun süre aradım ama bir sonuca ulaşamadım. Halen de araştırmaya devam ediyorum. Onları bulsam da sana olan sevgimden hiçbir şey kaybetmeyeceğimi bilmelisin. Seni ve sana olan sevgimi hiç kimse ile değişmem. Ben artık bir aile olmak üzereyim.

242

Sığınmam gereken başka bir aile ocağına ihtiyacım yok. Bundan sonra benim her şeyim sen olacaksın.

Aşkım hayat hikayen bana çok ilginç geldi. Filmlere konu olabilecek bir olay. Gökten yeryüzüne de inmiş olabilirsin. En büyük şansın öyle bir anne ve babanın eline düşmüş olman. Sanki kutsal bir yönün de varmış gibi geldi bana. Seni o dağlara bırakan koruyucu meleklerinin yerini şimdi ben aldım. Korkma bundan sonra bir ömür seni hiçbir yerde yalnız bırakmayacağım. Sana anne ve baba sevgisi veremem ama ondan daha güçlü bir başka sevgi verebilirim. Bundan sonra sana lazım olacak olan sevgi de bu sevgi.

Anne baba yokluğunu bir sorun haline getirme. Ülkemizde nice çocuklar var annesiz ve babasız büyüyen. Yetiştirme yurtlarında büyüyen çocukların çoğu annesiz babasız. Sen öyle bir ortamda büyümediğin için çok şanslısın. Bundan böyle benim annem ve babam senin de annen ve baban sayılırlar. Onlar daha şimdiden seni benden daha çok seviyorlar. Ama araştırma yapmanı da engellemek istememem. Hatta bundan böyle araştırmalarında beni de yanına alırsan hem gezer hem de birbirimize destek oluruz. Ben senin annesiz babasız olmana değil de senin üzülmene üzülürüm. Böyle şeyleri kafana takarak kendini yorma. Bakarsın günün birinde onlar da ortaya çıkarlar. Senin onları aradığın gibi bel ki onlar da seni arıyordur. Başka sevgi aramaya gerek yok bizim sevgimiz bize yeter. Aramakla sen bir evlat olarak görevini yapmışsın. Bu araman herhalde bir ömür süremez. Kendini hırpalama biraz da bazı şeyleri zamana ve oluruna bırak.

Benim hikayemi anlatırken mahzunlaştığımı gören Yasemin sağ elimi iki avucunun arasında alarak:Aşkım onlar

243

olmuş bitmiş olaylar. Sen bir öğretmensin böyle şeylere herkesten daha akıllıca bir çözüm bulursun. Yaşadıklarından dolayı kendini kusurlu görme. Sen görevini fazlası ile yapmışsın ve vicdanen de rahat olman gerekir. Görmediğin, yaşayıp yaşamadıklarını bilmediğin bir anne ve babaya bir şeyler yapamazsın. Artık onların sevgisini bana ver bana olan sevgin daha da büyüsün.

Bir tanem sana olan sevgim o kadar büyük ki onun daha büyüğü olamaz. Sevilmeye hasret büyüdüğüm için sevginin ne kadar güzel bir duygu olduğunu biliyorum. Sevmeyi de seni sevmekle öğrendim. İyi ki karşıma çıktın ve bana bu güzel sevgiyi yaşattın. Sen uzun yıllar yaşamış olduğum ıstırabın bana verilmiş bir ödülüsün. Onun için yanımdaki değerin o kadar büyük ki seni dünyalara değişmem.

Bu güzel iltifatlarınla beni şımartıyorsun. Ama bilmediğin bir şey var. O da nedir biliyor musun?

Cevabını ben vereyim. Benim seni ne kadar sevdiğimi bilemezsin. İkimizin sevgisini yarıştırsak sanırım ben çok öne geçerim. Sen köyümüze öğretmen olarak değil benim hayalimde yaşattığım prensim olarak gelmişsin. Keşke aşkları ölçen bir alet olsa da sana olan aşkımın büyüklüğünü görebilsen.

Her şeyi görüyorum sevgilim. O ela gözlerindeki bakışlar, o ipeksi yüzünde oluşan mutluluk çizgileri bana her şeyi anlatıyor. Aşkı dilden çok bakışlar anlatırmış. Bana olan aşkından dolayı en küçük bir kuşkum yok.

Artık seni bir eşim gibi görüyorum. Yüce Mevla’dan tek dileğim önümüze aşamayacağımız bir engel çıkarmasın.

 

 

244

Artık yolumuz ve sonumuz belli. Aşk yolunda birbirini çılgınca seven bir çift yolcuyuz. Şu an uzun bir yolun başlangıcında mutluluğa doğru yürüyoruz

Önümüzde bazı küçük engeller var. Öncelikle örf ve adetlerimizin gerektirdiği bazı merasimleri tamamlamamız gerekir. Sizin yörenin usullerini bilmiyorum. Bu konularda görevlerin büyüğü sana düşüyor. Okulu bitirir bitirmez önce meseleyi ailene açman gerekecek. Bakalım onlar damat adayını beğenip olur verecekler mi? Bakarsın onların aklında sana söyleyemedikleri başka damat adayları da olabilir. Bu konuda annenin babanın düşüncelerini sen daha iyi bilirsin. Böyle dünyalar güzeli bir kız büyütüp soyunu sopunu bilmedikleri bir adama vermeleri bir anne ve baba için kolay olmasa gerek.

Annemi ve babamı iyi tanırım. Bana olan sevgilerini de iyi biliyorum. Böyle bir konuda benim kararıma karşı çıkmaları ihtimalini hiç düşünmüyorum. Onlar da sizi tanıyor ve çok seviyorlar. Geleneklerimizde usulen bir kız isteme meselesi var. Sizin seçeceğiniz belli kişilerle bir evimize kadar gelip biraz yalvarmanız ve dil dökmeniz gerekecek. Belki biraz terletip sizi yoracaklar ama sonunda istediğini alacaksın. Babam değil de annem aramızdaki ilişkilerden kısmen de olsa haberdar. Ara sıra bana seninle ilgili bazı şeyler sorduğunda ben de kısa bazı açıklamalarda bulunuyorum. Seni sevdiğimi biliyor ama bu konularda bir yorum yapmıyor. Hatta Malatya’da da sık sık görüştüğümüzü söylediğimde de olumsuz bir tavrı olmadı. Sadece “kızım dikkatli ol” demekle yetindi. Bu hafta sonu okul bitiyor, şimdiden hazırlıklarını yapmağa başla. Biraz yorulmanı ve heyecan yaşamanı istiyorum. Çok kolay

245

kazanımlar insana fazla heyecan vermez. Bir ömür sahip olacağın bir hazine için biraz yorulmalısın. Beni istemek üzere evimize geldiğinde terlediğini görmek istiyorum.

Aşkım, senin için terlemeyi,yorulmayı seve seve göze alıyorum. Yalnız ben böyle şeylere çok yabancıyım. Seni istemeğe utanırım.

Aşkım sen istemeyeceksin. Seninle gelenlerden birisini sözcü olarak belirlersiniz senin adına o konuşacak. Sana sadece büyüklerin ellerini öpmen kalıyor. Bir de önümde diz çöküp bana evlilik teklif etmen gerekecek.

O diz çökmeyi beceremem. O hareket bana çok komik geliyor.

Yok !.. Yok!.. bende şaka söyledim. Sen kuzu kuzu oturur ikram edilen çayını kahveni içer ve bol bol bana bakarsın.

O bakma işini iyi yaparım, Ondan dolayı yorulacağımı hiç sanmıyorum. Sen yeter ki karşımda dur. Benim için en güzel şey hep karşında durup sana bakmak. Öyle bir güzele bakmağa doyulur mu dersin? O mutluluğu yaşamak için sabırsızlanıyor ve hayal etmekten dolayı geceleri uyuyamıyorum.

Yakında nişanlım oluyorsun . Haftaya cumartesi günü hareketi başlatıyoruz. Ben Muhtar amcamla öğretmen arkadaşımı alıp cumartesi günü seni istemeğe geliyoruz. Bunun için şimdiden yapmamız gereken bir şeyler varsa ben köye dönmeden yapalım.

Bana bir elbise ,misafirlerimize de ikram edilmek üzere bir miktar tatlı alırsak yeter. Köyümüz geleneklerine göre kız isteme sırasında olumlu bir gelişme olursa bir de nişan yüzüğü takmak gerekecektir. İsteme sırasında olumsuz

246

şeyler yaşanmayacağı için şimdiden yüzüklerimizi de alalım.

Ya baban seni bana vermek istemezse o zaman ne olacak halimiz. Nişan yüzüklerini kime takacağız. Bak öyle bir durum olursa seni kaçırırım. Şimdiden benimle kaçmağa söz veriyor musun ?

Beni kaçıracak kadar cesaretin var mı dersin? Yok yok öyle şeylerle moralini bozma. Benim babacığım sevgili kızının kararına karışmaz. Senin gibi yakışıklı bir damat adayını bir daha nereden bulacak. Vermezse gelir senin o küçücük evine otururum.

Anlaştık!..Haydi şimdi gidip alışverişlerimizi yapalım.

Karşılıklı bu kısa şakalaşmamızdan sonra ilk uğrak yerimiz bir elbise mağazası oldu. Yasemin her zaman giyebileceği bir tayyör takım ile bir de boy elbise beğendi. Elbiselerin seçimi konusunda benim bir müdahalem olmadı ve Yasemin’in beğendiği iki elbiseyi aldıktan sonra kuyumcu dükkanına gittik. Yüzüklerin öyle çok çeşidi olmadığı için iki nişan yüzüğü alıp alışverişimizi bitirdik. Yasemin benim bütçemi de düşünmüş olacak ki bilezik ve gerdanlık önermeme rağmen onları şimdilik gereksiz görerek almak istemedi. Böyle bir zamanda tek üzüntüm ailemden yana kimsenin yanımda bulunmayışı. Ben de anne ve babamın nişanımda yanımda bulunmalarını çok isterdim. Gelemeyeceklerini bildiğim için İsmail Babama ve Aylaz Babama da haber veremedim. Bir gün Yasemin’le birlikte onlara bir sürpriz yaparak hatalarımızı affettireceğimi sanıyorum.

Alışverişten sonra Yasemin’i okuluna bırakıp yine köyümün yollarında yapayalnız yürüyorum. Yanımda tek

247

Yasemin’in hayali bir de çevremde uçuşan kelebekler var. Yol boyu yürürken yol kenarında bulunan bahçelerde kayısı ağaçlarının dallarında sarkan kayısılar dikkatimi çekiyor. Sahipleri yanlarında olmadığı için koparamadığım o kayısı çağlalarına sadece bakabiliyorum. Olsun. Yemek şart değil. Güzellikleri seyretmekten dolayı da mutluyum. Kayısı bahçelerinin dışında doğada dikkatime çeken başka bir güzellik yok. Bahar güzellikleri geçtiği için doğa sarı bir renge boyanmış gibi. Yolculuğum çok uzun sürmediğinden yorulmadım. Bir saat kadar süren bir yolculuktan sonra köydeki evimde hayallerimle başbaşayım.

Artık okulların kapanmasına çok az bir zamanımız kaldı. Karnelerin yazılması ve okuldaki kayıtlara geçirilmesi biraz zamanımızı alacak. Aslında bu görevler diğer öğretmen arkadaşın ama ben de kendisine yardımcı oluyorum. Bu yıl tatilim zevkli ve neşeli geçeceğe benziyor. Bana sıkıntı veren yalnızlıklarım da bitecek ,yeni ve mutlu bir yaşama ilk adımımı atmış olacağım. Gelecekteki günlerimin çok güzel geçeceğine inanıyorum. Kayıptaki gizli bir ses bana hap mutluluk haberleri veriyor.

Okul bitmese de artık dersler bitti sayılır. Öğretim yılının son haftasını yaşıyoruz. Genelinde okullarda ders yılının son haftası eğlenerek geçirilir. Biz de de öyle geçiyor. Bir yıllık emeğimizin ürünlerini alıyoruz. Öğrencilerimiz şarkıları,türküleri ve oyunları ile bizlere ve okullarına veda ediyorlar. Hüzünlü bir ayrılık değil coşkulu bir ayrılık oluyor. Aynı köy ortamında onlar birbirlerini sık sık görebilecekler ama beni üç ay süre ile göremeyecekler. Görevim dışında köy ile bir bağlantım olmadığı için günlerim genelinde başka başka çevrelerde geçecek.

248

Cuma günü öğleden sonra karneleri dağıtarak ders yılını bitirmiş olduk. Bundan sonrası benim için yeni bir macera başlıyor. Sanırım bugün ya da yarın Yasemin de okulunu bitirmiş olarak köyüne dönecektir.

Uzun süredir sakladığım sırrımı Muhtar Amcama ve öğretmen arkadaşıma duyurma zamanı gelmişti. Şimdi nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum. Şimdiye kadar bu konuda bir açık vermediğim için onlar da bu kararım karşısında şaşıracaklar.

Ders dışı zamanlarımda ara sıra muhtar amcamla köy kahvesinde buluşuyorduk. Bugün yine kahvehanede muhtar amcamla beraberiz. Masamızda ikimizden başka kimseler yok. Diğer masalarda oturan beş altı kişi dışında kahvede tanımadık kimse görmüyorum. Oyun oynayan yok. Herkes sohbet ederek çaylarını içiyorlar.

Biz de Muhtar Amcamla çaylarımızı içiyor bir yandan da sohbetimize devam ediyoruz. Ben konuyu nasıl açacağımı düşünüyorum. İstiyorum ki yine muhtar amcam konuyu açsın da ben bunu fırsat bilerek esas meseleye giriş yapayım.

Uzunca bir sohbetimiz oldu ama muhtar amca o konulara hiç girmedi. Sonunda konuyu ben açmak zorunda kaldım.

Muhtar amca bugün sana sevineceğin güzel bir haberim var. Ben artık sizin köylünüz olmağa karar verdim. Hani bir zamanlar bana seni bu köylü yapalım köyümüzün damadı ol demiştin ya işte ben şimdi o teklifinizi kabul ediyorum.

Muhtar amca sözün içinde damat kelimesi geçince meseleyi anlamıştı. Gülümseyen bir tavırla: Anladım!.. Nihayet sözüme geldin değil mi?

249

Evet öyle oldu. Bu işe önce siz öncülük edip aklıma düşürdünüz . O zaman için böyle bir düşünce bana pek cazip gelmemişti. Ama gönlüme düşürdüğünüz o kıvılcım zaman içinde bir aleve dönüşerek beni farklı dünyalara çekti. Sizi gerçek bir amcam ve yakınım gibi gördüğüm için düşüncemi de ilk kez size açıklıyorum.

O sözünü ettiğiniz kızlardan Yasemin hoşuma gidiyor, o kızı bana istemeniz için bu görevi üstlenmenizi istiyorum. Öğretmen arkadaşıma da bir ricada bulunacağım sanırım o beni kırmaz. İkiniz birden bu önümüzdeki Pazar günü akşam kızın evine dünürlüğe gider benim adıma kızı isterseniz çok sevinirim.

Sevgili hocam ben de seni evlatlarım kadar seviyorum. Çok isabetli bir karar vermişsin. Ben o kızı ta bebekliğinden beni tanırım. Hem güzel,hem terbiyeli hem de çok cana yakın neşeli bir kız. Çok mutlu olacağınıza inanıyorum. Böyle bir görevi de bana verdiğin için ayrıca mutlu oldum. Sen de gerekli hazırlıkların yap,pazar günü akşamı birlikte kızın ailesine gideriz. Ben önceden babasına pazar akşamı bir özel ziyaretimizin olacağını söyler ve durumu ona bildiririm. Bu işlerde sanırım kızın haberi vardır. Böyle durumlarda kaleyi önceden içten fet etmen gerekir. ”

O konuda bir endişeniz olmasın. Kızla ara sıra Malatya da buluşup görüşüyorduk. Birbirimizi yeterince tanıdıktan sonra böyle bir karara vardık. Durumdan ailesinin de haberi var. Bundan sonra gelenekleriniz gereği yapılması gereken işleri yapmamız gerekiyor. Bu işlerin ilk adımı da sanıyorum kızı istemek oluyor. Ben geleneklerinize yabancı olduğum için bu işi size bırakıyorum. Artık bundan sonrası için bana babalık ve amcalık görevi yapacaksınız. Pek sanmıyorum

250

ama olumsuz bir gelişme olması halinde aileyi ikna edeceğinize inanıyorum.

Durumu öğretmen arkadaşımı da anlattım ve oda çok sevindi. Kararlaştırıldığı üzere pazar günü muhtar amcam, öğretmen arkadaşım ve eşleri de dahil olmak üzere kız istemek üzere Yasemin’lerin evindeyiz. Bu işlere ve bu kültüre oldukça yabancıyım. Nasıl davranılacağını ve neler konulaşacağını bilmiyorum. Öğretmen arkadaş bu konuda yörenin geleneklerini iyi bilen birisi olduğu için ondan biraz ders aldım.

İlk anda sıcak bir karşılanma ile karşılaşınca moralim düzeldi. Ailede tanımadığım tek kimse Yasemin in annesi. Baba kahve arkadaşım, kardeşi öğrencim olduğu için onlara yabancı değilim. En çok anneyi merak ediyordum onu da sıcak ve candan buldum. Gecenin en göze çarpanı Yasemin. Oldukça heyecanlı ve tedirgin bir hali var. Bir oturuyor, bir kalkıyor arada bir gözleri bana doğru kayıyor ama uzun uzun bakamıyor. Ben de mahzun bir şekilde suçlu birisi gibi öyle sessizce oturduğum yerde gelişmeleri izliyorum.

Yasemin Malatya’da birlikte almış olduğumuz giysilerini giymiş. Tam bir genç kız ve tam bir prenses havası içinde . Güzellikten yana en küçük bir kusuru yok. Böyle bir güzeli seçtiğim için içimden gurur duyuyorum. Güzelliği ile canlılığı ile evi tek başına dolduruyor. Gecenin tüm yükü onun üzerinde. Anne bizimle oturduğu için misafirlere yapılan ikramlar konusunda pek kızına yardımcı olamıyor. Belki de gelenekleri onu gerektiriyor.

İkram edilen çaylarımızı içerken muhtar amcam ziyaretimizin nedenini açıklıyor:

 

251

Değerli hane sahipleri bu akşamki ziyaretimizin nedeni iki gencimizin yuva kurmasına öncülük etmek üzere buradayız. Allahın Emri Peygamberimizin kavli ile kızınız Yasemin’i köyümüz öğretmeni Kadir Beye eş olarak istiyoruz.”

Muhtar amcamın bu kısa açıklamasından sonra bir süre bir sessizlik oluştu. Şimdi herkes Yasemin’in babasının ağzından çıkacak o sözü bekliyor. Baba zor bir soru ile karşılaşmış gibi durgun bir şekilde önüne bakıp duruyor. Anne de babanın durumunda. O anda en büyük ıkıntıyı ben yaşıyorum. Verilecek cevabı az çok tahmin etsem de yine de içimde bir korku var. Anne ve basanının arkasında ayakta durmakta olan Yasemin’e gözlerim takıldı. Yasemin gergin olduğumu anlamış olacak ki bir yandan sağ eli ile zafer işareti yaparken bir de bana küçük bir öpücük gönderdi. Bu davranışlarını yalnızca ben görebildim. Bu iki işaret karşısında moralim düzelince babanın karşısında dimdik durumda verilecek cevabı bekliyorum.

Neden sonra baba başını kaldırarak “Sizler de münasip görüyorsanız kızım Yasemin’i Kerem beye veriyorum Allah hayırlı eylesin ve gelecekleri güzel olsun”

Babanın bu kısa açıklamasından sonra odada birden sıcak bir hava oluşuverdi. Akşamın karanlığında odaya yeni bir güneş doğduğunu sandım. Sonra da gelenekler gereği Yasemin’le ben kalkıp orada oturan konukların, anne ve babanın ellerini öptük. Sıra nişan yüzüklerimizin takılmasına gelmişti. Bu işi de öğretmen arkadaşımla hanımı üstlendiler. Bizi birbirimize bir ömür bağlayacak olan saadet halkalarımız parmaklarımıza takılırken heyecanım doruk noktalarındaydı. Tek üzüldüğüm şey böyle bir günümde

252

annem ve babamın yanımda olmayışları idi. İsmail Babam ve Aylaz Babamın da bugün burada olmalarını çok isterdim. Onların buralara kadar gelemeyeceklerini düşündüğüm için hiç haber de vermedim. Artık uygun bir zamanda ellerini öpmeğe gireriz. Bu olay onlar için de büyük bir sürpriz olur.

Bu merasimden sonra oturanlar arasındaki sohbet havası birden değişiverdi. Muhtar amcam eskilerden söz etmeğe bir takım eski hikayeler anlatmağa başladı. Yasemin in babası ile aralarında eskiden gelen bir samimiyet ve dostluk olduğu için kısa sürede samimi bir ortam oluşuverdi.

Bugün Yasemin’le evliliğe ilk adımımızı atmış olduk. Daha önümüzde kat edilmesi gereken uzun yollar var. Yasemin in atanmasını, nikahımızı , balayımızı, annemi ve babamı aramak için düşündüğüm uzun seyahatleri, İsmail Babamı ve Aylaz Babamı ziyaret etmeyi bu tatil dönemi içine sığdırmamız gerekiyor.

Ertesi gün nişanlandığımız haberi tüm köye yayıldı. Kahvede gören herkes beni kutladı ve mutluluk dileklerini bildirdiler. Gösterilen bu ilgi karşısında geçmişi unutarak kendimi bu köyün yerlisi gibi görmeğe başladım.

Bu yaz tatilinde yapacağımız seyahatler konusunda da Yasemin’e henüz bir açıklamam olmadı. Belki bu tür seyahatlere karşı çıkabilir. Her iki seyahatimizin amacı hem bir balaylı seyahati yapmak hem de anne ve babamı aramak. Yasemin’in Erdemli konusunda bir itirazının olacağını sanmıyorum. Ama Ermenistan seyahatimizi nasıl izah edeceğimi düşünüyorum. Benim bir Ermeni çocuğu olmam ihtimalini acep o nasıl karşılayacak. En çok merak ettiğim konu da bu. Sen ermeni çocuğusun deyip nişanı bozabilir de. Bunun içinde nikahtan önce bu durumu kendisine açıklamam

253

gerekiyor. Bazen de onu kaybetmem korkusu ile bu seyahatimin amacını ondan gizleyerek sıradan bir turistik seyahat olduğunu açıklasam daha mı iyi olur diye düşündüğüm anlar da oluyor. Bu kez de Ermeni çocuğu olduğum meydana çıkarsa Yasemin’in olumsuz bir tepki vermesinden korkuyorum.

Bana en mantıklı geleni baştan her şeyi olduğu gibi Yasemin’e açıklamak. Gitmeyi kabul ederse beraber gideriz gitmek istemezse ben yalnız da gidebilirim. Bu iş en fazla bir haftalık bir zamanımı alır.

Bugün Yasemin’le yine Malatya’ya gidiyoruz. Artık orada kendisine her şeyi anlatırım. Her zaman olduğu gibi yine sohbet mekanımız Kernek Parkın da ki kafe. Bu kafe bize uğur getirmiş ve ilk kez bu kafede baş başa beraber olmuştuk. Burada bir süre oturduktan sonra yine sinemaya gitmeyi düşünüyoruz.

Dondurmalarımızı yerken Yasemin e : “Yasemin bugün yine sana ilginç bir bazı şeyler anlatacağım. Benim hayatım muammalarla dolu olduğu için daha her şeyimi tam olarak öğrenemedin.

Biliyorsun ben bir dağ çocuğuyum. Bunu sana daha önce anlatmıştım. Bugün önceki anlattıklarıma bir şeyler daha eklemek istiyorum.

Annemi ve babamı aramak için gittiğim köyün birisinde yaşlı bir köylü bana “Sen renk ve sima olarak bir Ermeni’ye benziyorsun. Bir Ermeni çocuğu da olabilirsin. Bu yolu kullanarak gizlice Ermenistan’ a kaçan Ermeniler de olmuştu bir zaman. Bu tür hikayeler bu yörelerde söylenir durur. Bu yolu kullanarak Ermenistan kaçan bir aile seni bu dağlarda kaybetmiş olabilir. Aileni bir de oralar da ara demişti.”

254

Bu açıklamanın bana mantıklı gelen yönü de var mantıksız gelen yönü de. Mustafendi Dedem de buna benzer olaylar anlatmıştı bizlere. Hatta onların arazilerinde Kırk Bir deresi dedikleri bir semt var. Orada kırk bir Ermeni’nin katledildiğini ve o dereye gömüldüğünü söylemişti. Böyle bir olayın yaşandığı yerde böyle bir çocuk kaybedilmesi de olabilir. Mantıksız gelen yönü ise Ermeni’lerin Türkiye yi terk etmeleri benim bulunduğum yıllarda bitmişti. Sen bana destek olursan bir turist gibi gider Ermenistan’ın başkenti olan Erivan’da ailemle ilgili bir araştırma yapar hem de oraları gezmiş oluruz.

Kerem çok ilginç bir yaşamın var senin. Şimdiye kadar anlatmamıştın bunları bana. Daha başka şeyler çıkacak mı yoksa bu son mu? Bunları bana ilk tanıştığımız zamanlarda anlatsaydın daha iyi olurdu. Şimdi içime bir sürü kuşkular düşürdün.

Senin bir ermeni çocuğu olduğun meydana çıkarsa ailem bu evliliğe karşı çıkabilir. Belki sen de Ermeni olduğunu öğrenirsen bir Türk’le evlenmek istemezsin. Biliyorsun Türklerle Ermeniler arasında uzun yıllar bir düşmanlık dönemi yaşanmış.Yoksa biz bu düşmanlığı yok eden bir çift mi olacağız?

Biliyorsun Ermeniler Hıristiyan biz ise Müslüman’ız. Müslümanlar Hıristiyanlara pek kız vermek istemezler. Bu bakımdan Ermenistan gezisi beni korkutuyor. Senin orada ermeni olduğun meydana çıkarsa ben o andaki tepkimi düşünüyorum. Acaba bir Ermeni’yi eş olarak kabul edebilecek miyim? Belki sende Ermeni olduğunu anlaman durumunda bana karşı olan ilgin değişebilir. Bakarsın ben bu

 

256

ülkenin çocuğuyum der Türkiye’ye dönmeyebilirsin de. Bu anlattıklarım uzak ihtimaller ama olabilecek ihtimaller.

Aşkım böyle bir korkun ve endişen varsa gitmeyebiliriz de.

Yok. Gitmekten vazgeçmek de yanlış olur. Ondan sonra bir ömür hep onu düşünür ve vaktinde gitmediğin için beni ve kendini suçlayabilirsin. Madem karar vermişin bu seyahati yapacaksın. İstersen beni yanına alma yalnız git.

Aşkım o zaman senin kuşkuların daha çok artar. Belki benim bazı şeyleri sakladığımı düşünerek başka yorumlar yaparsın. Bunun en iyi çözümü birlikte gitmek. Şunu sana açık olarak söylüyorum tüm Ermenistan’ı bana verseler ben senden vazgeçemem. Ben Ermeni de olsam Türk kültürü ve Türk gelenekleri ile büyüdüm. Kendimi herkesten daha çok Türk olarak kabul ediyorum. Din farkı da beni etkilemez. Ben şu an Müslüman’ım ve o inançla büyüdüm. O inançtan uzaklaşarak bu yaştan sonra Hıristiyan olamam. Senin dinin hangisi benim dinim de o. Artık günümüzde bu tür evlilikler çoğalmağa başladı. Sen öyle olumsuz şeylerle kafanı yorma. Bu gezi bizim için bir balayı gezisi olacak. İkimizde bir yabancı ülke görmüş oluruz. Lütfen bu yolda beni yalnız bırakma.

Bir şartla bu geziye katılırım. Orada anneni ve babanı bulur senin bir Ermeni çocuğu olduğunu anlarsam seni boşarım. Ermenileri ırk özellikleri ile tanımam,bu bakımdan Ermenilere benzeyip benzemediğini bilemiyorum. Malatya yöresinde Ermeni olarak tanıdığım birileri yok. Ermenilere karşı bir kinim de bulunmamaktadır. Ama bir ermeni çocuğu olduğun meydana çıkarsa sana karşı olan tavrımın değişip değişmeyeceğini şimdiden söylemem zor. Bunu yaşamadan

257

sonucu sana söyleyemem. Artık Ermenistan’a giderken bu riski göze alacaksın.

Aşkım,benim için çok ağır bir ceza düşünmüşsün. Beni öldür ama boşama. Öbür dünyaya gidersem senin eşin olarak gitmek istiyorum.

Bak yine kendini acındırarak beni kandırmağa çalışıyorsun. Bu hususları Ermeni olduğun kanıtlandığı zaman konuşalım. Şimdiden ihtimalleri düşünerek zihinlerimizi karıştırıp seyahatimizi anlamsız hale getirmeyelim. Ben seni Ermenistan’a yalnız göndermek istemiyorum. Gideceksek birlikte gidelim,gitmeyeceksek birlikte gitmeyelim.

Sevgilim senden beklediğim yanıtı aldığım için çok mutluyum. Ben de senin düşündüklerini düşünüyorum. Bundan sonra ben seni yalnız bırakıp hiçbir yere gidemem. Onun için bu seyahatimizi birlikte yapıyoruz. Lisan konusu da önemli değil. Bizim memlekette Mustafendi Dedemin dostu olan Agop İsimli birisini tanıyorum. Şehir halkı onu sevdiği ve oda tüm şehir halkını sevdiği için Ermeni olayları nedeniyle ülkemizi terk etmeyi düşünmemiş ve ülkemizde kalmış bir vatandaşımız. Kendisi Ermeni ama Türkiye’yi ve Türk halkını çok seven birisi. O bana söz vermişti. Onun Erivan da çok tanıdıkları olduğunu biliyorum. Anlattığına göre orada yaşayan Ermenilerin çoğu Türkiye den gittikleri için hepsi Türkçe biliyorlarmış. Bu konuda bir sıkıntı yaşamayız. Giderken Agop Amcadan tavsiye mektupları alıp onun orada bulunan yakınları ile görüşeceğiz. Onlar her konuda bize yardımcı olacaklar. Ben bunları daha bu köye gelmeden önce Agop Amcam la görüşmüştüm. Agop Amcam beni o kadar sevmişti ki beni evlat edinmek istedi

257

ama Mustafendi Dedemler vermek istemediler. Seninle tanıştıracağım, bak Agop Amcamı çok seveceksin. Erivan’dan döndükten sonra da bir deniz tatili yapmak için Mersin Erdemli ye gideriz. Denizi sen de görmedin ben de görmedim. Bundan böyle hayatı en güzel biçimde yaşayalım. Sen yanımda olduğun sürece dünyanın her tarafı bana cennettir.

Aşkım, seyahate çıkmadan önce yapmamız gereken bazı önemli işlerimiz daha var. Sen bu tür işlemlere çok yabancı gibi görünüyorsun. Bazı şeylerde geleneklerimize uymak zorundayız. Nikahtan önce bir düğünümüz olmayacak mı? Beni düğünsüz derneksiz gelin elbisesi giymeden mi götüreceksin? Bilmem bilir misin, genç kızların en büyük hayali evlenirken gelinlik giymek. Benim hayalimde de hep o vardı. Ailemin düşüncesi de bu yönlü. Beni bir de gelin tülü ve gelin duvağı içinde görmeni istiyorum.

Bir tanem sana her şey feda olsun. Senden esirgeyeceğim hiçbir şey yok. Ben düğün yerine balayı düşünmüştüm. O da artık günümüzde bir düğün gibi değerlendiriliyor. Yeni evlenen gençler düğün yerine balayını tercih ediyorlar. Benim ailem çok uzaklarda onlar düğünümüze gelemezler. Onlarsız bir düğün beni üzer. Buna başka bir çözümler arayalım.

Nikahımızı kıyma konusunda köy muhtarlarını yetkileri var. Sen yine gelinlik elbiseni giy, o güzel hayallerin gerçek olsun. Gelinliğin içinde kızların çok daha güzel göründüklerini biliyorum. Sen yeteri kadar güzelsin. Daha da güzel görünmeğe ihtiyacın yok. Benim gözümle dünyada senden daha güzeli olamaz. Ama o elbiseyi de giymek

258

istiyorsan hayır diyemem. O zaman aile arasında çok yakın arkadaşlarının katılımı ile mini bir düğün yapalım.

Muhtar amcamızı çağırırız o nikahımızı kıyarken biz konuklarımızla birlikte eğleniriz.

Bu planını aileme sormadan kabul edemem. İstersen bu akşam bize gel aileme bu durumu açıklayalım. Onları dışlamak olmaz, ikna etmemiz gerekir.

O akşam Yaseminlerde toplanarak düğün konusunu tartıştık. Teklifime sıcak bakmasalar da sonunda onları ikna etmeyi başardım ve balayımıza onay çıktı. Ancak yine Yasemin gelinlik elbisesini giyecek ve geceyi katılanlarla birlikte eğelenerek geçireceğiz.

Ertesi günü Yasemin le şehre giderek gelinlik elbisesi yapan dükkanlarla görüşüp bir gelinlik elbisesi kiraladık. Aslında gelenlik elbisesinin kiralandığını da bilmiyordum. Bunu da mağaza sahibinden öğrendik. Yeni elbise diktirmekten daha ekonomik olacağı için Yasemin de kabul etti. Elbisemizi ve gecede ikram edeceğimiz bazı şeyleri alarak aynı gün köyümüze döndük.

Bu mini düğün için hazırlıklarımız iki gün kadar sürdü. Üçüncü gün Yasemin’lerin çok yakınlarının, muhtar amcamın ve öğretmen arkadaşımın da katılımı ile bir eğlence düzenledik. Yasemin geceye gelinlik elbisesi ile katılırken ben damat elbisesiz katıldım. Hem elbise diktirecek zamanım olmadı hem de bütçem bu masraflara elvermedi.

O akşam düğünleri aratmayacak güzel bir eğlencemiz oldu. Düğünlerden farkımız davetli sayımızın çok az olmasıydı. Davul zurnamız yoktu ama onun noksanlığını da Yasemin’in arkadaşları şarkı ve türküleri ile kapattı. Yaseminin gelinlik elbisesi ile görünmesi ortama birden bir

259

düğün havası verdi. Yasemin’i böyle bembeyaz gelinlik ve tüller için de görünce ben de aşırı duygulanıp duvağını açarak anlından öpüp kutladım. Yasemin i öperken mutluluk gözyaşlarımın Yasemin’in yanaklarını ıslattığını gördüm. Gelinlik Yasemin’i bir kat değil on kat güzelleştirmişti. Bu arada Muhtar Amcam da nikah işlemimizi tamlayarak bizi resmen karı koca olarak ilan etti.

Eğlencemiz nikah merasiminden sonra da gecenin geç vakitlerine kadar devam etti. Düğünü aratmayacak kadar güzel ve neşeli geçen bir geceydi. Geceyi en çok neşelendirenler Yasemin’in okulu arkadaşları olan genç kızlar oldu.

Nikah işlemlerimizin yapılması ile artık balayını çıkma konusunda hiçbir engelimiz kalmamıştı. Balayımızın birinci aşamasında Ermenistan’a gideceğimiz için pasaport almamız gerekiyordu. O işlemlerin tamamlanması da bir haftalık bir zamanımızı aldı. Artık seyahate çıkacak durumdayız. Köyümüzden ayrıldıktan sonra ilk durağımız Mustafendi Dedemlerin “Gürün’deki evleri oldu.

Sürekli anahtarın birisi benden olduğu için evde kimselerin olmaması bizi engellemiyor. Yaz tatili başladığı için Ayşe annem ve çocuklar köye dönmüşler. İlk kez Yasemin’le kimselerin olmadığı bir evde yapayalnızız. Balayımız bugünden itibaren başlamış oluyor.

İlk günümüzü çarşıya çıkmadan evde yalnız geçirdik. Yasemin’e :“Bugünden itibaren artık benim gerçek eşimsin. Sana doya doya bir sarılmak istiyorum” diyerek onu kollarımın arasına alarak evin içerisinde üç beş kez havada döndürdüm sonra da ilk kez dudaklarımız birleşti. Öpüşmeleri sinemalarda görüyorduk ama tadını bilmiyorduk.

260

Ne büyük bir haz. O anda gökyüzünde uçtuğumuzu sanıyordum. Sanki ayaklarımız yerden kesilmiş bizlere birer kanat takılmış gibi başka bir dünyadayız . Bu anın ne kadar devam ettiğini hatırlayamıyorum. Kendimize geldiğimizde güneş batmaya hazırlanıyordu. Sonra bir ara çarşıya gidip yiyecek bazı şeyler getirdim. Akşam yemeğîmizi bir aile olarak ilk kez birlikte yiyoruz. Evliliğin her anı bir başka güzel oluyor. Yasemin’in hiçbir iş yapmamasını onun şöyle koltuklarda kraliçeler gibi oturmasını istiyorum. Onu öyle mutlu ve gülümserken görmek bana aşırı haz veriyor.

Rüyalar aleminde yaşarcasına bir gece geçirdik. Ne akşamın olduğunu anlayabildim ne de sabahın. Bitmesini istemediğim bir an güneşin doğması ile bir başka ana dönüşüverdi. Şimdi Yasemin’in yatak kıyafeti ile ev içinde gezinmesinin eve ayrı bir güzellik ve anlam kazandırdığını görüyorum. Bu da yine doyulmayan bir başka harika manzara. O şeffaf geceliklerin içinde gezinen Yasemin değil sanki cennetten gönderilmiş bir huri.

İlk gecenin mutluluğu sanki bizi sarhoş etmişti. Öğleye doğru ancak kendimize gelebildik. O kadar mutluyuz ki kahvaltı yapmak bile aklımıza gelmedi. Sonra da kahvaltı ile öğle yemeğini birlikte yapmak üzere lokantadayız. Fazla bir yemek çeşidi göremedik. İkimiz de Gürün’ün o lezzetli etlerinden yapılmış birer kuşbaşı kebabı ve birer porsiyon da doğal yoğurt yedikten sonra doğruca terzi Agop Amcanın dükkanına gittik.

Agop Amca dikiş makinesinin başında yine elbiseler dikmeğe devam ediyor. Bizleri görünce işi bırakarak bir süre sohbete daldık. Eşimi takdim ettim. Evlendiğimize çok sevindiğini bildirerek bizi kutladı. Bize ikram ettiği

261

çaylarımızı yudumlarken bir yandan da sohbetimize devam ediyoruz, Ben sormadan o sordu.:

Bir zamanlar bir Erivan seyahatiniz vardı, nasıl oldu bir daha görüşemedik.”

Bugün sizi onun için geldim. Ben eşimle birlikte Erivan a gitmek istiyoruz. Ama o şehri ve kimseyi tanımadığımız için biraz gidip gitmeme konusunda kararsızız.”

Orada yalnız kalacağınız ve size yardım edilmeyeceğine ilişkin bir endişeniz olmasın. Benim çok yakın akrabalarım oradalar. Ben size mektup vereceğim gidip onlardan birisini bulursanız size yardımcı olurlar. Hatta otellerde kalmak istemezseniz evlerinde bile konuk edebilirler. Lisan konusunda da bir sorun yaşamazsınız. Erivan halkının büyük bir kısmı Türkçe bilir. Kendinizi bir Anadolu şehrindeymişsiniz gibi hissedeceğinizi sanıyorum.”

Nasıl gideceğimizi ve hangi yolları kullanacağımızı da bizlere öğretti. Artık Erivan’a gitmek için bir korkumuz kalmamıştı. Bu sohbetimizden sonra Agop Amca oradaki akrabalarına verilmek üzere bir mektup yazdı ve sonrada bizlere iyi şanslar dileyerek dükkanından ayrıldık.

Agop Amca’dan ayrıldıktan sonra bir süre Yasemin’le şöyle kısa bir turu yaptıktan sonra yine evimizdeyiz. Malatya dan sonra böyle küçük bir şehir Yasemin’in çok da ilgisini çekmedi. Sadece yeşilliğini ve bahçelerini bir de bahçeler içine serpilmiş durumda villa tipi evlerini beğendi. Üç gün kadar Gürün de kaldıktan sonra Erivan’a gitmek üzere yollardayız.

Agop Amcanın tariflerine rağmen içimizde büyük bir korku ve endişe var. Nerelerden ve hangi yollardan

262

gideceğimizi tam olarak bilemiyoruz. Bilmediğimiz yerlerde yöre insanlarına soruyoruz onlar da bize yardımcı oluyorlar. Bizi tek rahatlatan tarafı Ermenistan’la sınır komşusu olmamız. Edindiğimiz bilgilere göre Erzurum’dan direk Erivan’a sürekli otobüsler çalışıyormuş. Bu durumu öğrenince biraz rahatladık.

Yolculuğumuzda ilk durağımız Sivas oldu. Sivas’tan Erzurum’a oradan Erivan’ a olan yolculuğumuz iki güne yakın bir zamanımızı aldı. Bu yolculuk bahanesi ile Doğu Anadolu bölgemizin de büyük bir kısmını tanımış olduk.

Yolculuğumuzun ikinci günü öğle vakti Erivan’dayız ve şimdi Erivan’ı geziyoruz. İlk uğrak yırımız Gürün de Agop Amcanın bize adresini verdiği Ohannes Bey oldu. Şehir merkezinde bir iş hanının içinde çalıştığı için kendisini bulmakta zorlanmadık. Hatta şehir içinde gezinirken bazı Türkçe yazılmış tabelalar dikkatimizi çekti. Agop Amcanın dedikleri doğruymuş. Bu Türkçe tabelalar Türkiye’yi sevmekte olan Ermenilerin varlığını gösteriyor. Ohannes Ustanın yerini Türkçe tabelaların yazılı olduğu iş yerlerindeki kişilerden öğrendik. Türk olduğumuzu anlayınca çok da ilgi gösterdiler. Çay ve kahve ikram edenler de oldu. Bir an kendimizi Türkiye de sandık. Bize daha çok İstanbul, Malatya ve Adana’yı sordular.

Ohannes Bey de Agop amca gibi terzilik yapıyor. Kendisini Agop Amcadan daha yaşlı biraz da çökmüş olarak gördük. Türkiye den geldiğimizi ve Agop Amcadan selam getirdiğimizi söyleyince çok mutlu oldu ve hemen işini bırakarak bizimle sohbete başladı.

Sizlerden Türkiye ve Agop ismini duyunca birden şok geçirir gibi oldum. Benim öz vatanımdan geliyorsunuz,

263

tekrar hoş geldiniz. Benim için büyük bir sürpriz oldu. Birdenbire otuz-kırk yıl gerilere gider gibi oldum.

Ben şu an Ermenistan’dayım ama kendimi Türkiye de gibi hissediyorum. Benim çocukluk yıllarım orada geçti, annemin babamın mezarları o topraklarda. Onun için unutamadığım tek ülke Türkiye.

Selamını getirdiğiniz Agop benim yakın akrabam ve aynı zamanda en iyi dostum. Zaman zaman mektuplaşmalarımız oluyor ve birbirimizden haberler alıyoruz. O da benim gibi aynı mesleği devam ettiriyor. Türkiye de iken İstanbul’dan sürekli ona terzi malzemeleri gönderirdim. İstemediğimiz bazı olaylar nedeniyle o güzel vatanımı bırak buralara gelmek zorunda kaldım. Şimdi hep keşke gelmeseydim diyorum. Bak Ağop benden akıllı çıktı ve orada kaldı. Türkiye özlemi içimde bir türlü bitmiyor. Çalışırken, gezerken hep hayalimde çok geceler rüyalarıma girer. Türkiye özlemini bir türlü içimden atamıyorum.

Türkiye de iyi bir düzenim vardı. İstanbul da yine bu işi yani terzilik yapıyordum. Ben hala Türkiye’yi öz vatanım olarak görüyorum.”

Ohanes Beyin geçmişe yönelik acıları ve anıları bizleri görünce canlanmış gibi oldu. O bize sürekli sorular soruyor biz de bildiğimiz kadarı ile sorularını cevaplandırmağa çalışıyoruz. Bu sohbetimiz iki saate yakın bir zamanımızı aldı.

Daha sonra birlikte Ohannes Beyin işyerinden ayrılarak onun tanıdığı bir otele kadar birlikte yürüdük. Bizi otelimize bıraktıktan sonra yarın tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Esas işlerimize yarın başlayacağız. Biz buraya bir araştırma için gelmiştik ama bu şehri gezip görmeden dönmek de olmaz.

264

Bu gezi bizim için hem bir iş gezisi hem de bir balayı gezisi olacak.

Yarınki planımız Ohennes Beyle bir gazete idaresine giderek kayıp ilanımızı yayınlatmak. Biz şehirde çıkan gazeteleri ve yerlerini bilmediğimiz için Ohanenes Bey bize hem rehberlik hem de tercümanlık yapacak.

Ertesi gün Ohannes Beyle otelimizde buluşup sonra da “Erivan’nın Sesi” isimli gazete idaresine gittik. Gazete idaresi ana caddede gösterişli bir binanın ikinci katında küçük bir büro. İçerde görevli tek bir personel var. Güler yüzlü, otuz otuz beş yaşlarında kibar bir beyefendi. Bizleri çok hoş karşıladığı ve Türk olduğumuzu öğrenince de özel bir ilgi gösterdi. Burada gazete yöneticileri hep Ermenice konuştukları için bizim Türkçe bilgimiz yeterli olmadı. Ohannes bey bizim adımıza gerekli açıklamaları yaparak amacımızı anlattı. Beş gün süre ile ilanımız aynı gazetede yayınlanacak ve biz de bir hafta süre ile burada ilan sonuçlarını beklerken bir yandan da şehri gezeceğiz. Görevlinin ikram ettiği çaylarımızı da içtikten sonra bürodan ayrıldık.

Ervan’ı düşündüğümüzden çok daha güzel göründü bize. Birbirini dik kesen geniş caddeleri, meydanları ile modern ve temiz bir şehir. Kuruluş yeri de güzel seçilmiş. Şehir birbirinden farklı yedi tepe üzerine kurulmuş olup bir taraftan Ağrı Dağı’na ve Ağrı Ovasına diğer taraftan Erivan Gölü’ne ve Hrazdan nehrine bakmaktadır. İnsanı sıkmayan güzel bir konumu var. Hangi tarafına giderseniz gidin mutlaka farklı bir güzellikle karşılaşılıyor. Ta Rusların işgali sırasında yapılmış anıtlar ve kiliseler ile tarihi binalar yeni yapılmış gibi dimdik ayakta. Şehrin muhtelif yerlerinde

265

minareleri ile dikkati çeken camiler de görüyoruz. Bu camiler Erivan da yaşayan Müslüman Türkler ve Türkmenler için yapılmış olup hepsi de kullanılmaktadır. Şehirde insanı rahatsız eden ve göze batan en küçük bir çirkinlik görünmüyor. Caddeler bakımlı ve son derece temiz.

Halkın geneli Ermeni ama başka ırklardan insanlar da var. Özellikle Türkiye’deki ermeni olaylarından sonra Türkiye’de yaşayan çok sayıda Ermeni buraya göç edip yerleşmiş. Şehrin muhtelif yerlerinde Türklere ait işyerleri de göze çarpıyor. O tür işyerlerini işletenler Türk müdür yoksa Türkiye den gelmiş Ermeniler midir öğrenemedik. Gezimiz sırasında Türkiye’den buraya göç etmiş Ermenilerle karlaştığımızda bizlere aşırı bir yakınlık gösterdiler. Konuştuğumuz bazı Ermeni’lerin hala içinde bir Türkiye sevdası ve Türkiye özlemi var. Türkiye’yi öz vatanları gibi gören Ermenilerle de karşılaştık. Halkla anlaşma konusunda bir sıkıntımız olmadı. Yabancı bir ülkede tercümana ihtiyaç duymaksızın rahat rahat gezebiliyoruz. Yasemin’in de bir şikayeti yok. Buraları görmekten dolayı çok mutlu. Belki de bir haftalık gezimiz bizlere yetmeyebilir.

Bir iki gün içinde Erivan’ın gezmediğimiz bir yeri kalmadı. Lokantalarını, eğlence yerlerini, parklarını, kiliselerini ve camilerini tek tek gezebildik. Yasemin de geldiğine çok sevindi. İkimiz de ilk kez yabancı bir ülke görmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bizim için iyi bir balayı gezisi oldu.

Şu an en büyük endişemiz ve heyecanımız verdiğimiz ilanın sonuçları. Yasemin’e hissettirmiyorum ama bana benzer sarışın gençleri ve çocukları gördükçe içimde bir umut ışığı beliriyor. Buradaki genç nüfusa baktıkça biraz

266

Ermenilere benzediğimi görüyorum. Annemi babamı burada bulsam buraya yerleşebilir miyim? Bu soruma olumlu cevap veremiyorum. Erivan da güzel bir şehir ama Türkiye’m kadar güzel değil. Aslında bu soruyu annemi babamı bulduktan sonra kendime sormam gerekirdi. Belki onları bulunca anne baba sevgisi beni buraya bağlayabilir de.

Gelişimizin ikinci gününden sonra ilanımızla ilgili bilgi almak üzere her gün Ohannes Beyin dükkanına uğramayı ihmal etmiyoruz. Belirli saatlerde dükkana gidip bizi arayanların olup olmadığını soruyoruz.

Gezimizin beşinci gününde ilanımıza tek bir Ermeni’den yanıt geldi. Türkiye deki ermeni olayları sırasında kaçıp gelmiş ve gelirken de o tarihlerde altı yaşında olan bir erkek çocuklarını Türkiye de bırakmışlar. Adana Cihanbeyli de oturuyorlarmış. Aniden Türkiye yi terk etmek zorunda kalmışlar ve çatışmalar içinde şehri terk ederken çocukları o çatışmalar sırasında kaybolmuş. Onların anlatımlarına göre çocuklarının bu tarihlerde otuz-otuz iki yaşlarında olmaları gerekiyor. Beni görür görmez “Siz bizim çocuğumuz olamazsınız. Bizim çocuğumuzun sizden on- on iki yaş kadar büyük olması gerekir. Hem sima olarak da sizi çocuğumuza benzetemedim. Büyük bir umutla gelmiştik ama sizin de hayaliniz bizim de hayalimiz gerçekleşmedi. O acıyı hiç bir zaman unutamıyoruz. Çocuğumuzun yaşayıp yaşamadığını bilsek o bile bizleri mutlu eder. Türkiye den ayrılışımız çok hazin olmuştu. Tam bir savaş ortamında herkes canını kurtarmaktan başka yakınlarını düşünemiyordu. O tarihlerde oğlumuz kendini kurtaracak yaşlarda değildi. Ya çatışmalar sırasında ölmüş ya da bir yetimhaneye yerleştirilmiş olabilir. Şimdi yaşıyor olsa bile

267

bir Ermeni çocuğu olduğunu bileceğini sanmıyorum. Her an oğlumuzun gelip bizi bulacağına ilişkin içimizde bir umut ışığı var. Türkiye bir zamanlar bizim de vatanımızdı ama şimdi değil. O toprakları oradaki Türk dostlarımı unutamıyorum. İnşallah günün birinde sizler de benim gibi dileklerinize kavuşursunuz. Yolunuz düşerse bir gün benim adıma Cihanbeyli halkına selam götürün” diyerek elimi sıkıp yanımızdan ayrıldı.

Adını bile öğrenemediğimiz bu ermeni yanımızdan ayrılırken gözlerinin dolduğunu gördük. O da benim yaşadığım acıların tersini yani bir benzerini yaşıyordu. Ben de bu durum karşısında hüzünlendim ama o benden daha çok hüzünlendi.

Ondan sonraki günlerimizde de verdiğimiz ilanımızla ilgili başka bir gelişme olmadı.

Ohannes Bey beni biraz üzgün görünce “Buraya kadar gelmişsiniz gelin sizi bugün bir başka yere daha götüreyim” diyerek bizi alıp ara sokaklarda eski bir binanın ikinci katına çıkardı. Kapısında Ermenice yazılı bir tabela bulunan daireye girdik. İçerde masalarında oturan iki bayandan başka kimse yok.

Bu büro kayıp ermeni çocuklarını ve ailelerini arayan bir dernekmiş. Ohannes Bey onlarla Ermenice bazı şeyler konuştu ama biz neler konuştuğunu anlayamadık.

Bayanlar Ohannes Bey aracılığı ile bize bazı şeyler sordu ve benim verdiğim cevaplar üzerine birtakım defterleri ve kayıtları incelediler. Bir saati aşkın bir araştırmadan sonra buradan da bizi sevindirecek bir haber çıkmadı. Ohannes Bey bize “Daha bir süre buradasınız. Dönüşünüze kadar yeni bir haber olursa ben sizi otelinizde ararım. Siz de

268

buradan ayrılırken sakın işyerime uğramadan Erivan’ı terk etmeyin.” diyerek bizlerle vedalaşıp işyerine dönerken biz yine Yaseminle Erivan caddelerinde turluyoruz.

Bugüne değin şehrin önemli yerlerinin büyük bir bölümünü gezdik. Görmediğimiz bir tek eğlence merkezleri kaldı. Bu akşamımızı bilmediğimiz bir eğlence merkezinde geçirerek halkın nasıl eğlendiğini ve eğlence kültürlerini görmek istiyoruz

Daha önceden Ohannes Beyden aldığımız bilgiler üzerine şehrin yedi tepesinden birisinin tam tepe noktasında bir eğlence merkezindeyiz. Aynı yerde birbirine yakın çok sayıda eğlence merkezleri var. Hepsi de birbirine benziyor. Biz tesadüfen birisine giriverdik. Bulunduğumuz gazino tepeden Hrazdan isimli bir nehre bakıyor. Önümüzde nehir boyu ağaçlardan oluşan uzunca bir yeşil alan görünüyor. Ağaçlar yakın olmadığı için ne cins ağaçlar olduğunu bilemiyoruz. Geniş ve yüksekliği fazla olmayan bu ağaçlar meyve ağaçlarına benziyor.

Gazino bizim gibi yabancı turistlerle dolu. Sahnede bir ekip Ermenistan ve Rus müziğinden karışık şarkılar çalıp söylüyorlar. Eğlence de genelinde Rus kültürünün ağırlığı görünüyor. İçeceklerin hemen hepsi Rus içkisi. Rusların votkaları meşhur olduğu için küçük bir şişe votka ile kebap cinsi yemekler söyledik. Yemekleri bilerek söylemiş değiliz. Garsonlar Ermenice ve Rusça konuştukları için anlaşmamız biraz zor oluyor. İşaret dili ile de olsa yine de yiyebileceğimiz yemekleri söyleyebildik. Yasemin’le bir yandan müzik dinliyor bir yandan da votkamızı yudumluyoruz. İçkilere karşı bir yatkınlığımız ve alışkanlığımız olmadığı için Rus votkası bize pek haz

269

vermedi. Oturduğum yerde başımın ve eğlence merkezinin tavanının hafif döndüğünü hissediyorum. Herhalde sarhoş oldum. Daha önce hiç içki içmediğim ve sarhoş olmadığım için sarhoşluğun nasıl bir davranışa neden olduğunu bilmiyorum. Yasemin votkayı az içtiği için onun davranışlarında bir değişiklik yok. Ama yediğimiz kebaplarda Türk yemeklerinin tadını aldığımız için yemeklerini yadırgamadık. Türkiye de böyle bir eğlence merkezinde yemek yemediğimiz ve eğlenmediğimiz için iki yer arasında bir kıyaslama yapamıyoruz.

İkimiz de bu tür eğlence merkezlerinin yabancısıyız. Gazino yaşantısını ilk kez burada yaşıyoruz. Müzikleri ve oyunları bize yabancı olsa da hoşumuza gidiyordu. Sıkılmadan gecenin geç vakitlerine kadar eğlendik. Bir kez daha buralara gelme şansımız olmayacağı için gördüğümüz her şeyi doya doya yaşamak istiyoruz. Ülkemizde bizim gördüğümüz Sivas ve Malatya illerimizde bu tür eğlence merkezlerinin olup olmadığını da bilmiyoruz. Belki oralarda da vardır ama bu kültüre yabancı olduğumuz için dikkatimizi çekmemiş olabilir.

Yarın Erivan daki son günümüz olacak. Bugün Özgürlük Meydanını ve birkaç anıt ve kiliseyi gezdikten sonra otelimize döndük. Gördüğümüz kutsal mekanların hepsi de bakımlı ve son derece temiz yerler. Kiliseler camilere oranla sanatsal açıdan daha öndeler.

Akşam yemeğinden sonra şehrin gece yaşantısını son bir kez daha görmek üzere yine şehir merkezindeyiz. Erivan’ın gece hayatı gündüz hayatından daha canlı ve daha eğlenceli. Halk geç vakitlere kadar caddelerde ve çay bahçelerinde vakit geçiriyor. Kılık kıyafetlerinden de halkın

270

çok modern olduğu görülüyor. Ben Ermenilerin fakir olduğunu biliyordum ama yaşantıları öyle pek fakir olmadıklarını gösteriyor. Genelinde bir yabancı ülkede değil de ülkemizde gibi hissettik kendimizi. En küçük bir acemilik çekmedik ve bir sıkıntı yaşamadık.

Halk arasında Ermeni tesçirinden dolayı Türkiye’ye ve Türklere karşı açık bir kinleri yok. Türk olduğumuzu gören her Ermeni bize dostça davrandı hatta ara sıra espri yapıp “yoksa yine Ermenistan’ı işgale mi geldiniz” diyenler oldu.

Ertesi gün öğle yemeğimizi Erivan Gölü’nün kenarında bir Türk lokantasında yedik. Lokantanın sahibi Türkiyeli bir hemşerimiz çıktı. Bize çok dostça davrandı ve özlediğimiz Türk döner kebabı ile bize hoş geldiniz dedi. Döner kebabını yemek yediğimiz diğer ermeni lokantalarında görmedik. Yabancı bir ülke de bir Türk vatandaşı ile karşılaşmanın hazzı bir başka oluyor. Sanki çok yakın bir akrabamızı görmüş gibi aşırı derecede mutlu olduk. Hemşerimizde bizim gibi mutlu olmuş olacak ki tüm ısrarlarımıza rağmen bizden yemek parası almadı. Bu da bizim için tatlı bir anı oldu.

Daha sonra son bir kez daha Ohannes Beye giderek bizi arayanların olup olmadığını sorduk. Son güne gelmiş olmamıza rağmen mutlu yeni bir haber yok. Zaten bu maceraya atılırken çok da umutlu değildim. Bu seyahatte tek kazancımız bilmediğimiz yabancı bir ülkeyi gezmek oldu. Annemi ve babamı bulamadığıma da pek üzülemedim. Böyle yabancı bir ülkede Yasemin’le birlikte olmak bana tüm üzüntülerimi unutturdu. O yanımda iken üzülmek ve kötü şeyler düşünmek aklıma gelmiyor. Aşkın da insandaki bazı olumsuz duygularını sildiğini ilk kez yaşıyorum.

271

Yasemin bana hissettirmese de bu olumsuz gelişmelerden mutlu görünüyor. O bu konulardaki görüşünü ilk tartıştığımızda hissettirmişti. Ermeni birisine eş olmak ona biraz itici geliyordu. Bu ihtimal ortadan kalkınca şimdi çok daha mutlu görünüyor.

Ohannes Bey de sağ olsun bizim için büyük çabalar sarf etti ve bir Türk dostu olduğunu davranışları ile gösterdi. Biz de onu Türkiye’ye davet ederek borcumuzu ödemek istedik ama şimdilik imkansız olduğunu söyleyerek davetimizi kabul etmedi. Her ikimiz de ilgisinden ve yardımlarından dolayı Ohennes Beye teşekkür edip ellerini öperek dükkanından ayrıldık.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yine Erzurum’a giden otobüslerden birisine binerek Türkiye’ye dönmek üzere yola çıkmış bulunuyoruz. Geldiğimiz gibi gidişimizde de aynı yerlerden geçerek önce Erzurum’a oradan Sivas’a Sivas’tan da Gürün’ e ulaştık. İki gün süren bir yolculuktan sonra Gürün de Mustafendi Dedemlerin evindeyiz.Gidilen yerler ne kadar güzel olursa olsun en güzel yer insanın vatanı. Erzurum’dan geçerken Erzurum dağları bana o meşhur Erzurum türküsünü hatırlattı. Bir süre içimden o türküyü nağmeleri ile okudum. Otobüs içinde olduğumuz için sesimi sadece kendim duyabiliyordum.

İlk günü yorgun olduğumuz için bir yere çıkamadık. İkinci günümüzde Agop Amcamızın dükkanındayız. Daha bizi görür görmez konuşmamıza fırsat vermeden sorularını sıralamağa başladı.

Agop Amca gezimiz güzel geçti ama elimiz boş döndük. Birtakım hayallerle gitmiştik hayallerimiz yerini hüsrana bıraktı. Tek kazancımız Erivan’ın güzelliklerini

272

yaşamak oldu. Bir de sayenizde Ohannes Amca gibi bir dost kazandık. Ohennes Amcanın ve Erivan’ın size bol bol selamları var.

Ohennes amca bizlerle çok ilgilendi ve çok yardımlarını gördük. Umduklarımıza kavuşamamış da olsak bu gezi bizleri çok mutlu etti. Özellikle gelininiz Yasemin değişik yerler görmüş olmamızdan dolayı geziyi çok sevdi. Siz cesaret vermemiş olsaydınız biz bu geziye katılmayacaktık. Bize bu güzelliklerin yaşatılmasında cesaret verdiğiniz için size tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. Kısmet olursa yarında gelininizle Mustafendi Dedemleri tanıştırmak üzere köye gitmeyi düşünüyoruz diyerek Agop Amcanın dükkanından ayrıldık.”

Mustafendi Dedemlerin ve Aylaz Babamın evlenmemizden haberleri olmadı. Düğün de yapamadığımız için onlara haber veremedik. Şimdi beklenmedik bir anda karşılarında gelinlerini görünce şaşıracaklar. Yasemin de anlattıklarımdan etkilenmiş olacak ki bir an önce onlarla tanışmak istiyor.

Bana büyük emekleri geçen o Mustafendi Dedemi, İsmail Babamı ve Aylaz Babamı hiç bir zaman unutamam.Beni hayata bağlayan ve beni bugünlere getiren onlar oldu. Kendi öz babamı bulsam da beni büyüten ve bugünlere getiren o insanları gerçek ailem olarak kabul ediyorum. Onlara tarif edemeyeceğim kadar çok şeyler borçluyum.

Cuma günü Mustafa Ağabeyim traktörle şehre gelince ertesi gün gerekli alışverişi yaparak cumartesi günü birlikte köye gittik.

 

273

Görüşmeyeli bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Karşılarında birden bizleri görünce çok şaşırdılar.

İsmail Babamn ilk sorusu “Bu genç ve güzel kızımız da kim?”

Baba karşınızda gördüğünüz bu genç hanım benim eşim sizin de gelininiz Yasemin” dediğimde hayret ifade eden bir tavırla:

Oooo!.. inanamıyorum. Nihayet gelin sahibi de olduk.

Bu ne büyük bir sürpriz. Böyle davulsuz, düğünsüz ve habersiz gelin sahibi de olunabiliyormuş. Güzel bir geline sahip olmak bizleri son derece mutlu etti. Ama düğününüzde bulunamamaktan dolayı da çok üzgünüz. Oğlumuzun mutlu bir gününde yanında olmayı çok isterdik. ”

Hanımına ve çocuklarına seslendi. Biz daha içeri girmeden herkes traktörün etrafını sararak yeni gelinleri ile tanışıyorlar. Tüm aile bu beklenmedik ziyaretten aşırı derecede mutlu oldular. Yasemin İsmail Babamın ve Ayşe annemin ellerini öptükten sonra diğer kardeşlerime de tek tek sarılıp öptü. Herkes Yasemin’le ilgileniyor ve herkes Yasemin’ e bakıyor. Ben Yasemin’in yanında ikinci planda kaldım. Bu ziyaretimize en çok da ablalarım sevindi. İkisi iki tarafında Yasemin’in ellerinden tutmuş onu bırakmıyorlar. Yasemin de bu aşırı ilgi karşısında şaşırmış olarak son derece mutlu.

Bu heyecanlı ve hareketli buluşmadan sonra büyük babamın ve büyük annemin ellerini öpmek üzere onların odasına gittik. Onlar da beklenmedik bir anda karşılarında bir gelin görünce şaşırdılar. Büyükannem odasına giderek sandığından çıkardığı bir Osmanlı lirasını Yasemin’in

 

274

yakasına takıverdi. Büyükbabam olanlar karşısında şaşkın bir durumda konuşmadan Yasemin’e bakıp duruyor.

İsmail Babam bir tomar kağıt parayı Yasemin in çantasına yerleştirirken iki bilezik de Ayşe Annemden geldi. Ailemin eşime verdiği bu hediyeler Yasemin’den çok beni mutlu etti. Nişanımızda en yakınları olan anne ile babasının bile Yasemin’e bir takıları olmamıştı. Yasemin’in ailemden böyle bir ilgi beklemediği için verilen hediyelerden dolayı mahcup olduğunu görüyorum. Ben onun aksine bu aşırı ilgiden dolayı aşırı derecede gururlandım ve mutlu oldum.

Düğünüme davet etmememden dolayı biraz sitemleri olduysa da düğün yapmadığımızı söylediğimde mazeretimizi hoş karşıladılar.

Ertesi gün de Yasemin’i Aylaz Babamla tanıştırmak üzere sürünün yanına götürdüğümde Aylaz Babamın tepkisi daha değişik oldu.

Bir süre hiç konuşmadan Yasemin in karşısına geçerek uzun süre onu seyretti. Yasemin de gülümseyen bakışlarla ona bakıyor.

Bu genç kızımız da kim? Sen anne ve babayı ararken bir kız kardeş mi buldun ne ?

Aylaz Baba bu genç kız senin gelinin. Elini öpmeğe getirdim.

Yasemin’in yanına yaklaşarak elini uzatıp öpmesini bekledi. Yasemin de elini öptükten sonra “Nasılsın babacığım. Seninle tanışmak ve elini öpmek için buradayım. Senin gibi bir babanın gelini olduğum için çok mutluyum”

Yasemin’in bu sözü üzerine aylaz baba gözlerinde biriken yaşları eli ile sildikten sonra birini sağına birini de soluna alarak ikisinin arasına girdi sonra da kolları ile onları

275

kendine çekerek bir süre öyle bekledi. Bu manzara karşısında çok duygulanmıştı konuşmak istiyor ama heyecanından konuşamıyordu.

Sonunda Sevgili oğlum bana bu mutluluğu da yaşattığın için seni daha çok seviyorum. Artık benimde böyle güzel bir gelinim oldu. İnşallah yakın bir zamanda bana bir de torun getirirseniz beni dünyanın en mutlu babası yaparsınız.” Diyerek o kalın bıyıklarının kapattığı çatlamış dudakları ile Yasemin in anlına bir öpücük kondurdu. Sonra da sürüyü Yasemin’e göstererek :

Sevgili kızım bu çevrende gördüğün bu sürü de benim en yakın dostlarım. Siz yokken ben ömrümü bunlarla geçiriyorum. Bundan sonra beni hayata bağlayacak en büyük desteğim sizler olacaksınız. Böyle ara sıra gelirde beni ziyaret ederseniz mutlu olurum; benim sizlerden beklediğim de bu.”

Yasemin bir süre koyunlar , keçilerle ve onların yavruları ile ilgilendi ve oğlaklardan bir tanesini yakalayarak kucağına alıp sevmeğe başladı. Bu kadar hayvanı ilk kez bir arada görüyordu. Meydan bir hayvan panayırına dönmüştü. En çok da ilgisini çeken o kuzular ve oğlaklardı. Aralarından ayrılmak istemiyor onları tek tek tutarak sevmek istiyordu. Aylaz Babamızla sohbetimiz bir saat kadar sürdü. Sonra da tekrar buluşmak sözü ile Aylaz Babamıza veda ederek eve döndük.

Yasemin olanlardan ve gösterilen ilgiden dolayı çok mutluydu. Bu köy bildiği diğer köylere benzemiyor özel bir çiftliği andırıyordu. İsmail Babam da , Aylaz Babam da Yasemin’e beklediğinden daha büyük bir ilgi gösterdiler. Bizim gelmemizle evde bir düğün havası oluşuverdi.

276

Yasemin’in yanında beni de yücelttikleri için bende yapılanlardan aşırı derecede mutlu oldum.

Yasemin’i daha sonra kız kardeşlerim odalarına alıp sohbet ederken ben de İsmail Babam ve Ayşe annemle sohbet ediyorum.

Ayşe Annem: “Kadir bize bugün çok güzel bir sürpriz yaşattın. Olanlar karşısında bir rüya gördüğümü sandım. Gelinimiz de çok cici ve çok güzel. Ailemize uygun bir eş seçmiş olmandan dolayı da seni ayrıca kutluyorum. Kaynana olmak da güzel bir duygu imiş. Bugün bana onu da yaşattınız.”

Ben de onlara geçmiş bir yılda yaşadıklarımı, yaptığım araştırmaları ,ta Ermenistan a kadar gittiğimi ama olumlu bir sonuç alamadan döndüğümü anlattım. Bu haberimden dolayı üzüldüler mi mutlu mu oldular onu anlayamadım.

Sadece İsmail Babam “senin ailen bizleriz. Sen bizi bir anne ve baba kabul ettiğin sürece biz de seni bir evladımız olarak görmeğe devam edeceğiz. Merakını gidermen için o tür araştırmalar yapmana da karşı değiliz. En azından yaptığın fedakarlıktan dolayı vicdanen rahat olursun. Anneni babanı bulsan bile bizleri de onların yarısı gibi kabul et ve bizlerle ilişkilerini hiçbir zaman bitirme.”

İsmail Babam sohbetinden sonra gelinine bir kurban keserek bizlere yeni bir sürpriz daha yaşattı. Yasemin bu tür merasimleri ilk kez gördüğü için şaşkın bakışlarla olup bitenleri izlemekle yetiniyor. Kurban kesmenin kendisine verilen bir değerin ifadesi olduğunun da bilincinde.

Yasemin sempatik tavırları ve sevecen yaklaşımı ile ailede herkesin gönlünü kazanmış durumda. Hiç kimse onun buradan ayrılıp gitmesini istemiyor.Yasemin aileye ayrı bir

277

neşe ve canlılık getirdi. Hatta Nutfiye Ablası Kadir’e : “Ben Yasemin’i bir süre yanımızda görmek istiyorum. Bu kısa ziyaret bize yetmedi. Onun için sen gitsen bile Yasemin bir süre bizimle kalsın. Sen kabul edersen ben onu ikna ederim. İşlerini bitirdikten sonra da gelir alırsın”

Abla ben de isterdim sizinle uzun süre kalsın. Yasemin de aslında sizi çok sevdi. Ama buradan ayrıldıktan sonra onunla kısa bir tatil yapmak üzere Akdeniz sahilinde yer alan Erdemli’ ye gitmek istiyoruz. Dönüşte zamanımız olursa tekrar gelir kalırız” Bu mazeret çok hoşlarına gitmediyse de fazla ısrarcı olmadılar.

 

Mustafendi Dedemlerde üç gün kaldıktan sonra tekrar Gürün’deki evimize döndük. Burada birkaç gün daha yorgunluğumuzu çıkardıktan sonra da bu yılın son gezisini Mersin Erdemli ye yapacağız

Orada görmemiz gereken bir aile kaldı. Oradan da bir sonuç alamazsam artık bu sonsuz mücadeleyi bitirmek istiyorum. Eğer annem ve babam yaşasalar ve benim kadar bir çaba sarf etselerdi şimdiye kadar bu çile biterdi. Görevimi yaptığım için mutluyum. Artık ben de bir aileyim. Belki yakında ben de bir baba olacağım. Bundan sonra benim çocuklarım isterlerse baba annelerini ve dedelerini aramağa devam ederler.

Böyle bir yolculuğa çıkmamdaki diğer bir amacım Yasemin’le birlikte bir deniz tatili yapmak. O da benim gibi denizi ve deniz tatilini bilemiyor. Zavallı kız kendi köyünden ve öğrenci olarak okuduğu Malatya dan başka yerler görmemiş. Kendimden çok onun böyle güzel günler yaşamasını istiyorum. Nişanlılık dönemimiz uzun sürmedi

278

bari balayı dönemimiz biraz uzun sürsün. Bu duygularla yine yollardayız.

Bu kez yolumuz Mersin’in Erdemli ilçesi. İkimizin de yabancı olduğu bir yer. Erivan dan sonra cesaretimiz arttığı için artık yolculuklardan korkmuyor ve tedirgin olmuyoruz. Ben Yasemin biraz yorulur mu diye düşünerek seyahatlerimizi biraz azaltmak istiyordum. Yasemin gezme konusunda benden daha istekli olduğu için yoruluncaya kadar gezmelere devam.

Bu gezimizin esas amacını daha önce kısa olarak Yasemin’e anlatmıştım. Orada yaşayan ailem olması ihtimali bulunan bir aileyi ziyaret edeceğiz. Diğer zamanlarımızda da günlerimiz gezmek ve denize girmekle geçecek. İkimizin de deniz için bir hazırlığı yoktu. Artık orada gerekli olan şeyleri gittiğimiz yerlerde alırız.

Yolculuğumuz Gürün’den başladı ve Gürün den sonra ilk durağımız Kayseri oldu. Otobüsümüz çevre yolundan otogara girdiği için Kayseri’nin kenar mahallerini ve uzaktan şehrin genel görünümünü görebildik. Ve ilk kez de Erciyes Dağını görüyoruz. Başı karlı ve dumanlı Erciyes Dağını daha önce coğrafya kitaplarında okuduklarımızla görmeden tanıyorduk. Erciyes kitaplardan okuduğumuz o Erciyes Dağına benzemiyor. Görkemli korkutucu bir dağ. Bu kadar yüksek bir dağı ilk kez gördüğümüz için otobüsümüzün penceresinden görüntüsü kayboluncaya kadar baktık. Okuduklarımızdan aklımızda kaldığına göre Erciyes Dağının esas özelliği tanınmış bir kayak merkezi olması. İnşallah ilerde Yasemin’le birlikte o güzel hazzı da yaşarız.

Otobüsümüz şimdi de Kayseri’den Niğde ye doğru uçarcasına gidiyor. Niğde kayseri arasındaki arazi yapısı

279

biraz Malatya yöresinin coğrafi yapısına benziyor.. Çıplak bozkırdan başka bir yeşillik göremiyoruz. Malatya yöresinin buradan tek farkı göz alabildiğince uzanan kayısı bahçeleri. Niğde’nin belerli bölgelerinde kiraz ağaçları gördük ve başka da bir yeşillik göremedik. Otobüsümüz Niğde merkeze girmediği içtin Niğde’yi sadece uzaktan panoramik olarak görebildik. Yayıldığı alana bakılırsa küçük illerimizden birisi olmalı.

Niğde’yi teğet geçen yolumuz şimdi güney tarafa doğru gidiyor. Bir süre sonra karşımıza Toros sıradağları çıkıverdi. Okuduğumuz coğrafya kitaplarından aklımdan kaldığına göre biraz sonra bu dağların tepesinde Gülek Boğazı denilen bir geçitten geçmemiz gerekiyor

Gülek Boğazı Akdeniz’i İç Anadolu’ya bağlayan önemli bir geçit. Otobüsümüz Toros Dağları’nın tepesine doğru tırmanırken ben de bildiğim bazı şeyleri Yasemin’e anlatıyorum

Yasemin anlattıklarım karşısında : “Kerem öğretmen olduğun belli oluyor. Buraları bana daha önceden görmüş gibi anlatıyorsun. İyi bir turist rehberi olabilirsin. Biz okulumuzda hep hasta bakımı ile ilgili bilgiler öğrendiğimiz için bu tür bilgilere yabancıyım. Şimdi otobüsümüzde bir hastalanan olsa ben de maharetimi ancak o zaman gösterebilirim. Sen rehberliğine devam et. Anlattıkların çok hoşuma gidiyor dönüşümde öğrendiklerimi ben de arkadaşlarıma anlatırım.”

İstiyorsan Gülek Boğazı’nın nasıl oluştuğuna ilişkin sana bir de efsanesini anlatayım.”

Dinliyorum!...”

 

280

Çok eski çağlarda bu dağlarda bir dev yaşarmış. Devin çok sevdiği bir karısı bir de yine çok sevdiği kızı varmış. Bir gün devle karısı kavga edince karısı çocuğunu alarak evlerinden kaçmış. Dev evine döndüğü zaman kızını ve karısını göremeyince kaçtıklarını anlayarak onların peşine takılmış. Devin adımları çok büyük olunca kısa zamanda onlara yetişmiş. Karısı devin kendisine yaklaştığını görünce daha rahat kaçabilmek için kucağında bulunan çocuğunu kayalardan aşağı atıvermiş.

Çocuğun düştüğü yer çok dar olduğu için dev bir türlü kızına ulaşamayınca gücünü kullanarak o büyük kayaları ikiye ayırmış ve o şekilde çok sevdiği kızana kavuşabilmiş. İşte Gülek Boğazı dediğimiz bu geçit o devin açmış olduğu bu yoldur. Biraz sonra o yoldan ve o geçitten geçeceğiz. Geçerken dikkat edersen devin kendisini değil de belki hayalini görebilirsin.”

Şimdi Gülek Boğazının tam tepesindeyiz. İşte şu karşıda gördüğün o mavilik deniz. Ben de senin gibi denizi ilk defa burada görüyorum. Dağların tepesinden yemyeşil ormanların arasından süzülerek Ak Denize doğru ilerliyoruz. Artık dağlık alanlardan çıkarak ovaya inmiş durumdayız. Şimdi bazı yerlerde denize paralel olarak giderken bazı yerlerde deniz den uzaklaştığımız oluyor. Önümüze çıkan ilk şehrin Tarsus olduğunu yolun kenarındaki tabeladan anlıyoruz.

Şu an Mersin’e bağlı Mersin’in bir ilçesi olan Tarsus ilçesinin otogarındayız. Bizi getiren otobüsün yolculuğu burada son buluyor. Bundan sonra Erdemli tarafına giden vasıtalardan birisine binmemiz gerekiyor. Bundan sonraki yolumuzun çok uzun olmayacağını tahmin ediyorum.

 

281

Buradan da Antalya istikametine giden otobüslerden birisine binerek yolumuza devam ediyoruz. Arazinin ve doğanın yapısı çok değişti. Toros Dağları ile deniz arasında kalan bu yerlerde yemyeşil bahçeler ve değişik ağaçlar görünüyor. Malatya da başka yerde gördüğümüz ağaçlara benzemeyen ağaçlar. Daha kısa boylu ama koyu yeşil yaprakları ile diğer ağaçlardan çok farklı görüntüleri var. Üzerindeki meyvelerden bu ağaçların limon ağaçları olduğunu anlıyoruz. Hem onların yanlarında daha koyu yapraklı olanların ise portakal ağaçları olabilir. Coğrafya bilgilerimden aklımda kaldığına göre Akdeniz Sahillerinin tipik bitkisi portakal, mandalin ve muz ağaçları. Bir de Toros Dağları’nın bazı bölümlerinde orman alanlarının olması gerekir.

Tahminen kırk kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra otobüsün muavini “ Erdemli’de inecek yolcular hazırlansın.” Dediğinde Erdemli’ye geldiğimizi anlıyoruz.

Erdemli portakal ve liman ağaçlarının arasına gömülmüş küçük bir ilçe. Daha şehri tam gezemedik ama görünüşünden belli. Yürüyerek yarım saatin içinde ilçenin her tarafı gezilip görülebilir.

Otel ve pansiyon levhalarını okuyarak Yasemin’le birlikte şehrin içinde gezip kalabileceğimiz bir yer arıyoruz. Karşılaştığımız insanlara kalabileceğimiz yerleri sorduğumuzda deniz kenarına yakın yerlere inmemizi söylediler. Yürüyerek denizin olduğu tarafa doğru gidiyoruz. Kısa süre sonra yan yana dizilmiş bazı küçük oteller ve pansiyon levhaları gördük. Dıştan baktığımızda diğerlerine göre biraz daha temiz görünen Erdemli Palas diye bir oteli beğenerek otelimize yerleştik.

282

Otelin balkonundan deniz ve şehrin büyük bir bölümü görülebiliyor.

Hava alabildiğine sıcak. Biz böyle bir iklime alışık olmadığımız için öncelikle giysilerimizi değiştirerek biraz rahatlamak istedik. Aslında bu iklime uygun yanımızda fazlaca bir giysimiz de yok. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra alışveriş yapmak üzere Yasemin’le birlikte dükkanları geziyoruz. Denize girmek için geldiğimize göre öncelikle mayolarımızı ve bazı ince giysiler almamız gerekiyor. Bu tür ürünleri satan çok sayıda dükkanlar var.

Bu kültüre oldukça yabancı olduğumuz için sinemalardan gördüklerimize benzer bir şeyler aldık. Yanmamak için güneş kremi almayı da ihmal etmedik. Krem konusunda Yasemin oldukça bilgili. Bunların seçimini ona bıraktım. O ismini bile hiç duymadığım, güneş kremleri ve yağları alarak tekrar otelimize döndük.

Akşam olmadan bir an önce denizi görmek istiyoruz. Eşyalarımızı odalarımıza bıraktıktan sonra Yasemin’le sahildeyiz.

Sinemalarda gördüklerimizi saymazsak denizi ilk kez burada Erdemli sahillerinde görüyoruz. Sinemalarda gördüğümüz denize benzemeyen başka bir deniz. Ucu bucağı görünmeyen insana mutluluk ve huzur veren büyük bir mavilik. Çeşmelerde içtiğimiz ve memleketimizde gördüğümüz ırmakların suyuna benzemiyor. Gökyüzünün maviliği sanki yeryüzüne inmiş gibi. Bu muhteşem güzelliği dünyadaki hiçbir güzelliğe benzetemiyoruz. O minik dalgalar ve dalgalara çarpıp yansıyan güneş ışınları harika bir manzara oluşturuyor. Bir an önce denize girip o suyu kucaklamak istiyoruz.

283

Batmak üzere olan güneş sanki denizin yüzeyinde gümüş bir tepsi oluşturmuş gibi. Sahilde uçuşan martıları da ilk kez görüyoruz. Bu güzellikleri görünce memleketimize duyduğumuz özlem kayboldu sanki. Şimdiye kadar bu tür güzellikleri göremediğimize üzülüyoruz.

Yasemin denizi daha yakından izlemek üzere ayakkabılarını ve çoraplarını çıkararak sahilin sığ kısmanda yürümeğe başladı. Minik dalgalar hiç deniz görmemiş o bacaklara çarptıkça Yasemin balıklar gibi zıplıyor ama yine de denizden uzaklaşamıyor. Şu an Yasemin’in deniz kenarında deniz ve kumla oynayan çocuklardan hiç bir farkı yok.

Ben kenarda Yaseminin çocuksu hareketlerini ve denizle oynamasını seyrediyorum. Sanki bu dünyadan kopmuş gibi çocuksu hareketlerle denizle oynayıp duruyor. Onu böyle mutlu görünce ben de mutlu oluyor ve içimde iyi ki buraları gördük diyorum.

Yasemin’in denizle oynaması güneş batıncaya kadar sürdü. Ondan sonra da çıplak ve kumlara bezenmiş ayakları ile yanıma gelip yanaklarıma birer öpücük kondurması beni dana da mutlu etti. Şimdi bir denize bir Yasemin’e bakıyorum. Ama Yasemin bana denizden çok daha güzel görünüyor. Onun bana doğru gülümseyerek bir bakışını hiçbir deniz ve hiçbir okyanusla değişmem. Hele çocuklar gibi denizle oynarkenki o hali hiç gözlerimin önünden gitmiyor.

Denizle esas tanışmamızı yarına erteleyerek otelimize doğru gidiyoruz. Şehrin her tarafı turistlerle dolu. Her türlü giyinenler var. Kimisi mayosu ile kimisi şortu ile kimisi de özel şeffaf yaz giysileri içinde caddelerde gezip duruyorlar.

284

Şehrin sokakları bir çiçek bahçesini andırıyor. Kıyafetlerimizden bizlerin bu kültüre yabancı olduğumuz her halimizden belli oluyor.

Otelde yemek olmadığı için akşam yemeğimizi yine sahilde dalgaların dövdüğü bir lokantanın bahçesinde yiyoruz. Denizin gündüz ki o haşmetli görüntüsü yok. Sadece mehtapta ara sıra parlayıp sönen minik dalgaların izlerini görebiliyoruz. Gündüz ki o mavi renk siyaha dönüşmüş gibi. Ama bu hali ile de deniz yine güzel.

Bir yandan soğuk biralarımızı yudumlarken bir yandan da göz göze aşkımızı yaşıyoruz. Dünyada en güzel duygunun aşk olduğunu Yasemin’i tanıdıktan sonra anladım. Hiçbir güzellik bana Yasemin den daha güzel görünmüyor. Gözlerimle bakarak hafif bir gülümsemesinin ,elimden tutarak yürümesinin ,ara sıra boynuma sarılmasının verdiği hazzı tarif edemem.

Neden sonra lokanta boşaldığı için biz de kalkmak zorunda kaldık. Kısa bir şehir turandan sonra otelimizdeyiz. Farkına varmasak da o uzun yolculuk bizleri biraz yormuştu. Vakit ilerlediği için odamıza girer girmez kendimizi yatağa atarak uyumağa çalışıyoruz. Oma yataktaki o güzel manzara karşısında uyumak ne mümkün. Ne zaman uykuya geçtiğimizi pek hatırlayamıyorum. Gözlerimi açtığımda güneş ufukta bir hayli yükselmişti. Yasemin’den önce uyandığım için şimdi Yasemin’in uyurkenki halini izliyorum. Ne kadar mahzun ne kadar tatlı bir hali var. Dudaklarına kondurduğum bir öpücükten sonra ancak gözlerini açabildi. Sonra da beni yanına çekerek kulağıma “seni çok seviyorum iyi ki Allah seni bana yazmış.” diyerek öpücüğüme öpücüklerle cevap verdi.

285

Kısa bir hazırlıktan sonra kahvaltımızı yapmak üzere sahilin başka bir lokantasındayız. Herhalde uykumuzu tam alamadığımız için ikimizde de bir acıkma hissi yok. Haşlanmış birer yumurta, peynir, zeytinle hafif bir kahvaltı bize yetti. Kahvaltıdan sonra denize gitmek için hazırlanıyoruz. Bugün bizim ilk deniz banyomuz olacak. Ben de Yasemin de ilik kez birer mayo giyiyoruz. Bize alışık olmadığımız yabancı gelen bir giysi. Mayolar içinde nerede ise birbirimizden utanır gibiyiz. Yasemin in mayolu hali karşısında gördüklerime inanamıyorum. Bir kadın bu kadar mı güzel olur. Şimdiye dek hep yüzündeki güzellikleri görüyordum. Şimdi bikini mayo içinde bütün güzellikleri meydanda. Sanki bir ilah sanki cennetten gelmiş bir huri. Bir ömür seyretsem bu manzaraya doyamam. Yasemin halimdeki bu garipliği görünce “Kerem sana bir şeyler olduğunu görüyorum. Bakışların donup kaldı. Karşında duran eşin Yasemin. Bendeki değişiklik sadece giydiğim mayo. Bu mayo beni tanınmayacak hale mi getirdi? Yoksa başka bir sevgilini mi hatırladın?”

Aşkım güzelliğin karşısında donup kaldım. Şu halini bir de benim gözümle görsen o zaman davranışımın nedenini anlarsın.

Bu esmer bedene bu pembe mayo ve südyen sanki seni bir başka Yasemin yaptı. Şu an gördüklerim karşısında şaşırmış durumdayım”

Mayolu halini hiç gözümde canlandırmamıştım. Güzelsin ama bu mayo sanki seni on kat daha güzelleştirmiş gibi. Turistler denizi bitirmeden biz de çıkalım. Bakalım beni denizin içinde hangi gözlerinle göreceksin.”

 

286

Otelde tanıştığımız bazı turist dostlar deniz ve güneşlenme konusunda bizim bilmediğimiz bazı şeyler öğrettiler. Sabah on bire kadar öğleden sonra da saat üçten sonra denize girmenin daha faydalı olacağını onlardan öğrendik. Bu saatlerin dışında güneş dik geldiği ve yakıcı olduğu için ciltlere zarar veriyormuş. Bu durumu öğrenmiş olduğumuz için bugün saat ona doğru denizdeyiz.

Her tarafta coşkulu ve renkli bir kalabalık var. Mayolu bikinili hanımlar sanki bir defiledeymiş gibi. Kimi kumlara uzanmış güzelliğini sergilerken kimileri de denizin maviliğine atmışlar kendilerini. Güzel olan denizi mayolu güzeller daha da güzelleştirmişti. Ara sıra Yasemin’e hissettirmeden güzellere bakmak istiyorum ama Yasemin’i kırarım diye de korkuyorum. Bu konularda şimdiye dek açık bir tepkisi olmadı. Sadece baktığımı hissetmiş olacak ki beni elimden utarak kadınların olmadığı sahil kısımlarına çekmeğe çalıştığını hissettim. Kırmak ve kırılmamak kaydı ile kıskanılmak da hoş bir duygu. Yasemin’in bu tür davranışlarına kızmıyor, içimden bu kıskançlıklarına gülüyorum.

Henüz daha denizle kucaklaşamadık. Sahilde denizi, denizle ilk tanışan acemileri ve güzelleri seyrediyoruz. Hiç Kimse kimse ile ilgilenmiyor, herkes kendi dünyasını yaşıyor. Yasemin sahilin en güzel hanımlarından birisi olmasına rağmen başkalarının ona öyle dikkatlice baktığını görmedim. Baksalardı kıskanır mıydım onu da bilmiyorum. Rahatsız edici olmayan bakışlardan kıskanacağımı sanmıyorum.

Çokları bize göre daha hazırlıklı gelmişler. Güneşten korunmak için özel plaj şemsiyeleri, kumların üzerine

287

uzanmak için hasırdan örülmüş sergiler kullandıklarını görüyoruz.. Bizim gibi olanlar da var. Onlar da sanırım denizi yeni gören garibanlar.

Denizle ilk buluşmamızı nihayet gerçekleştirmeğe başladık. Yasemin’le el ele denizin kenarından biraz daha derinlere doğru yürüyoruz. Soğuk dalgaların bacaklarımıza her çarpışında bir ürperme bir korku bizi biraz tedirgin etse de heyecan veren güzel bir tedirginlik. Denizin göğüs hizamıza gelmesine kadar deniz içindeki yürüyüşümüz devam etti. Bundan sonrası bizi korkuttuğu için daha ileri gidemedik. Yüzme bilmeyenlerin yaptığı gibi biz de karabataklar gibi suya dalıp dalıp çıkıyoruz. Biraz yüzme denemesi yaptık ama başarılı olamadık. Bu iş öyle birkaç saatlik çalışma ile olacağa benzemiyor.

Yüzme olmasa da deniz suyu ile kucaklaşmak da hoşumuza gitti. Ama balık gibi yüzenleri görünce de onlara imrendim. Herhalde birkaç gün içinde onlar kadar olmasa da kendimi boğulmalardan kurtaracak kadar yüzme öğreneceğimi sanıyorum. Bu konuda Yasemin bandan daha cesaretli. Artık günlerimiz bundan böyle denizde ve kumsallarda geçecek. On gün kadar sürecek olan bir tatilimiz var. Bu süreyi en güzel şekilde geçirmeğe çalışacağız

Denizde bir yarım saat kadar kaldıktan sonra sahile çıkıp önce havlularımızla kurulanıp sonra da kumlara uzandık. Aynı durumda olan yüzlerce insan var. Sahilde nerede ise oturacak yer bulmak zor. Genci, yaşlısı ve çocuklarla dolu canlı ve renkli bir sahil. Kimse kimse ile ilgilenmiyor ve herkes kendi hayatını yaşıyor.

Bana göre sahilin en güzel hanımı Yasemin. O daha güneş yanıkları ile tanışmadığı, güneşten yanıp

288

esmerleşmediği için bembeyaz teni ile diğerlerinden ayrılıyor, sanki bir güneş gibi tüm sahili aydınlatıyordu.

Güneş ışınlarından korunmak için yeterli hazırlığımız da var. Şimdi ilk işim Yasemin’e krem sürmek olacak. Benim için güzel bir görev. Yasemin kumların üzerine uzanmış durumdayken ben elimde kremle Yasemin’in bacaklarından başlayarak açık olan her tarafına sürüyorum. Yasemin halinden memnun uyuyormuş gibi kumların üzerinde sessizce yatıyor. Bu görevim on beş yirmi dakika kadar devam etti. Sonra aynı görevi Yasemin e devrettim. Onun görevi en fazla beş dakika kadar sürdü. Sadece biraz omuzlarıma ve sırtıma krem sürdükten sonra yine denizde karabatakları taklit ediyoruz. Ama yüzme eksersizlerimiz de devam ediyor.

Denizden çıktığımızda Yasemin kumların üzerinde kumlarla oynayan çocukları görünce onların yanına gitti. Kimileri ellerindeki oyuncak kovaları ile su taşırken ,kimileri de oyuncak kürekleri ile kum tepeleri oluşturuyorlardı. Kısa süre içinde çocuklarla kaynaşıp sanki beni unutuverdi. Ben kenarda onların hareketlerini izliyorum. Bu birliktelik on-on beş dakika kadar devam etti. Neden sonra Yasemin kenarda dikildiğimi görünce bana “gel sen de biraz çocukluğunu yaşa. Çocuk olmak da güzel bir duygu imiş.!”

Bu davet üzerine Yasemin in yanına çömelerek elime aldığım oyuncak küreğin sapı ile kumsalın üzerine “Seni seviyorum” diye yazdım. O da “Ben de seni ölünceye kadar seveceğim “ diye yazdı ve sonra da tepkimi görmek üzere gözlerini bana çevirdi. Gülümseyen bakışlarla bana baktığını görünce yazdığımız yazıları eliyle silerek kalkıp el ele yürümeğe başladık.

289

Bugün ki deniz mesaimiz saat on bir de bitti. Güneş tam tepemizde kızgın ışınları ile yakmağa devam ediyor. Bizler böyle aşırı sıcaklara alışkın olmadığımız için plajın yakınındaki bir çam ağacının gölgesine sığınıp çevreyi seyrediyoruz

Bizleri rahatsız eden en küçük olumsuz bir görüntü yok. Sıcağa rağmen plajdaki kalabalıkta bir azalma göremiyoruz. Bilakis kalabalık gittikçe büyüyor. Herkes bizim gibi kurallara sadık değil. Ara sıra sahilde gençlerin rahatsız edici davranışları da oluyor. Ama bu tür davranışlara tepki verenleri de göremiyoruz. Plajın en güzel görüntüleri bikinili kızlar bir de küçük çocuklar. Onları seyretmek bana aşırı derecede haz veriyor. Üç dört yaşındaki çocukların kumlar üzerinde yuvarlanmaları ve deniz dalgaları ile oynamaları sahilin en eğlenceli yanı. Bazen önümüzden geçen bikinili kızlara dikkatli baktığımı gören Yasemin eli ile gözlerimi kapatarak “Burada benden başkasına bakman yasak. Bak yanında bikinimle oturuyorum. Bana bakabildiğin kadar bak. Benim yanımda başkalarına bakarsan gözlerini oyarım”

Aşkım cezan çok ağır. Gözlerimi oyarsan o zaman senin güzelliklerini göremem”

Benim kurullarım öyle. Yoksa bundan böyle deniz tatilini yasaklarım.” diyerek söylediklerinin bir şaka olduğunu göstermek üzere “yok yok!.. Şaka ediyorum. istediğin gibi bakabilirsin. Burada sana öyle ağır kurallar koyamam. Tatil kültürünün özelliği bu. Bu kadar büyük kalabalığın içinde hangisine bakmanı engelleyebilirim ki? O zaman sürekli gözlerini bağlı tutmam gerekir. Öyle bir durumda da sana kıyamam. Sen görmüyorsun ama başkaları

 

290

da bana bakıyor. Sahilde bir bikini defilesi yapsak sanırım en çok oyu ben alırım.”

Ondan eminim. Eşim olduğun için değil gerçekten sahilin en güzel kızı sensin. Sana göz ucu ile bakanları ben de görüyorum. Buranın kuralı öyle. Kimse birilerinin bakışını engelleyemez. Bakışlardan rahatsız olanların plajlara gelmemesi gerekir. Bu da bir kültür. Nefsi en güzel eğitmenin yolu böyle ortamlarda değişik insanlarla birlikte olmak. Bir süre sonra yadırgadığımız bazı davranışları olağan karşılamağa başlayacağız. Bu tür turistik yerlerde insan sayısı arttıkça bakma isteği azalacaktır. Biz bu kültürün içine yeni yeni giriyoruz. Tatil bitimine kadar senin de benim de değer yargılarımızda büyük değişmelerin olacağını sanıyorum.”

İlk günün heyecanı ile olsa gerek, gördüğümüz her şey bize hoş görünüyor. Güneş bir hayli yükseldi ve sıcaklığını daha çok hissetmeğe başladık. Sahilden ayrılmanın zamanı gelmişti. Öğle yemeği yemek üzere önce otelimize gidip duşlarımızı aldıktan sonra oradan lokantaya gittik.

Yemek ve yemekten sonra dinlenme derken bir hayli vakit geçti. Bu gün denizde ilk günümüz olduğu için biraz yorulmuş biraz da yanmıştık. Yorgunluğumuza rağmen ikindiye doğru yine denizdeyiz.

Denizin suyuna alıştığımız için artık giriş ve çıkışlarımızda bir ürperti duymuyoruz. Hem deniz o ilk girdiğimiz zamandaki kadar soğuk değil. Ya güneşin etkisi ile ısındı ya da biz denizin suyuna alıştık. Yüzemesek de denizin içinde olmak ve denize batıp çıkmak bile bize haz veriyor.

 

291

Ben de Yasemin de bir gün içinde tatil ortamına uyuverdik. İnsan güzel şeyleri çabuk kabulleniyor. Artık içimizde deniz ve güneşten aşırı derecede yanma korkusu da kayboldu. Günlerimizin büyük bir kısmı sahilde ve denizde geçiyor. Bulunduğumuz ilçe küçük olduğu için gezilecek yerleri yok. Belki var da biz bilmiyoruz. İlerde gezilecek yerlerinin olduğunu öğrenirsek oraları da gezeriz.

Buraya hem tatil yapmak hem de bir aile ile tanışmak için gelmiştik. Memleketimde iken görmek istediğimiz ailenin Erdemli ye yakın bir yerde devlete ait bir çiftlikte çalıştıklarını söylemişlerdi.

Otel görevlilerine bu yörede devlete ait bir çiftlik olup olmadığını sorduğumda buraya çok yakın bir yerde “Alata Ziraat Okulu ” diye bir yerin olduğunu ve başkaca da devlete ait öyle bir kuruluşun bulunmadığını söylediler.

Edindiğim bilgilere göre Alata Ziraat Okulu Erdemli ile Tarsus arasında Erdemli’ye çok yakın bir yerde imiş. Sahilden yürünerek on beş yirmi dakikada gidilecek bir yer olduğunu öğrendik.

Erdemli’ye gelişimizin üçüncü günü akşam serinliğinde Yasemin’le birlikte o tarafa doğru yürüyoruz. Bugün ki amacımız yürüyerek bir sahil gezisi yapmak ve anlatılan okulu uzaktan da olsa görmekti. Bir tarafımızda Ak Deniz bir tarafımızda uzayıp giden mandalina ve portakal bahçeleri. Biraz uzağımızda binalar görüyoruz. Herhalde Alata Ziraat Okulu orasıdır. Binalara bir hayli yaklaştığımızda güvenlik görevlilerinden birisi “Bu saatte okula giremezsini. Okulu görmek yada okulda çalışanlarla görüşmek istiyorsanız normal mesai saatleri içinde gelmeniz

 

292

gerekir” diyerek bizi uyardı ve okul sahası içine girmemize izin vermedi.

Okula giremediysek de okulun yerini ve bir kısım tesislerini görebildik. Okul bir plajın kenarına kurulmuş geniş bir alanı kaplıyor. Plaj halka açık bir plaja benzemiyor. Sanırım burada kalan öğrenci ve personelin yararlandığı bir özel plaj. Alanın tamamı narenciye cinsi ağaçlarla kaplı. Tarla nitelikli boş alanlar görülmüyor. Nezih ve güzel bir yere benziyor. Bizim yörenin göz alabildiğince uzanan o çıplak boz kırlarını buralarda göremiyoruz. Sahil boyları portakal ve limon bahçeleri ile dağlar ise ormanlarla kaplı. Nereye baksak yeşilin bir başka tonunu görüyoruz. Bu yörede yaşayan insanlar bizlere göre çok şanslı.

Okula giremeyince tekrar aynı yoldan yürüyerek otelimize döndük ve sonra da akşam yemeğimizi yemek üzere küçük bir kebapçı lokantasındayız. Lokantadan çıktıktan sonra da parkın içinde bulunan çay bahçesine gittik. Burası şehrin en büyük çay bahçesi. Genelinde halk akşamüzeri bu bahçede toplanıyor. Tek şikayetimiz konuşabileceğimiz bir tanıdığın olmaması. Arkadaşımız dostumuz olmasa da şimdilik Yasemin’le birbirimize yetiyoruz. Yasemin sohbeti sevdiği için yalnız olduğumuz saatlerde bir sıkıntımız olmuyor. Genelinde o konuşuyor ben de dinliyorum. Ara sıra söze karıştığım olsa da hakimiyet her zaman Yasemin de.

Günlerimiz deniz, otel, lokanta ve çay bahçelerinde geçiyor. Artık yöreye alıştığımız ve şehri tanıdığımız için kısa süreli gezintilerimizde farklı şeyler görmüyoruz. Buranın tek özelliği denizi ,plajı ve yeşil bahçeleri. Bu kadar güzellik de insanların mutlu olması için yetiyor.

293

Bugün şehre gelişimizin dördüncü günü. Sabah denize girmeden yine sahilden yürüyerek Alata Ziraat okuluna gittik. Okulun plajı şehrin plajı kadar olmasa da kalabalık görünüyor. Biz plajın kenarından yürüyerek danışma merkezine doğru gidiyoruz. Yanımızda bize öncülük eden bir güvenlik görevlisi var.

Danışmada oturan genç bayana : “Bu okulda Sivaslı Ali Bey isimli bir görevlinin olup olmadığını soruyoruz” Görevli bayan: “ O isimli bir personelimiz var, şu saatlerde fidanlıkta görevli. Öğle paydosuna kadar görüşemezsiniz. Vaktiniz varsa oturup bekleyebilirsiniz. Ya da ailesi ile görüşmek isterseniz görüştürebiliriz. Bu saatlerde eşi ve çocukları evde olurlar. Sizi oraya yönlendirebilirim.”

Bu teklif bize daha cazip geldiği için bize rehberlik eden güvenlik görevlisi ile Ali Beyin oturduğu lojmana gidiyoruz. Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra lojmanın önündeyiz. Görevli bize lojmanı gösterdikten sonra kendisi yanımızdan ayrılıp görev yerine döndü.

Zile bastığımızda on dört – on beş yaşlarında bir kız çocuğu kapıyı açtı.

Annesi ile görüşmek istediğimizi söyleyince kız annesini çağırdı.

Kısa süre sonra anne karşımızda.

Hoş geldiniz” diyerek ikimizin de elini sıktıktan sonra içeri buyur etti.

Oturma odasına girdikten sonra ben kendimi ve eşimi tanıttım.

Biz Gürün’ün Eskihamal köyünden geliyoruz. Ben öğretmen Kadir ve eşim hemşire Yasemin.

 

294

Size köylülerinizden selamlar getirdik. Hem selamlarını sizlere iletmek hem de sizlerle tanışmak için buradayız. Köyünüz muhtarı Kemal Amcanın sizlere çok selamları var. Erdemli’ye tatile gideceğimizi söyleyince sizlerin burada olduğunuzu ve mutlaka tanışmamızı istedi. Biz de onun isteğini yerine getirmek için bu gün size konuk olmağa karar verdik. Dört gündür Erdemli de bir otelde tatil yapıyoruz. On günlük bir tatilimiz var sürenin bitiminde yine memleketimize döneceğiz.”

Köyümüzde bize en çok sahip çıkan ve hatırımızı soran Kemal Amcamızdı. Selam gönderenler de sağ olsun getirenler de. Böyle beklenmedik bir zamanda bir memleketlimi evimizde görmek beni son derece mutlu etti. Köyümüzden ayrılalı on beş yılı geçti. Bu süre içinde kısmet olup bir daha köyümüze gidemedik. Orada bir malımız mülkümüz olmadığı için gidip başkalarına sıkıntı olmak istemedik. Eşim burada çalışıyor, bize lojman da verdiler; rahatımız ve huzurumuz yerinde. Bu güzel yerleri artık bırakıp oralara dönemeyiz. Bundan böyle büyük bir engel çıkmadığı sürece eşim emekli oluncaya kadar buradayız. Emekli olduktan sonra da sanırım bir başka yere gidemeyiz. Biz artık Erdemli’nin yerlisi olduk.”

Hanım bizi bir yabancı gibi değil de daha önce tanıdığı birisi gibi karşıladı. Son derece hareketli ve neşeli bir yapısı var. Böyle candan davranışı karşısında biz de hemen ona ısınıverdik. Özellikle hep gülümseyerek konuşması hoşumuza gitti.

Saf , temiz ve iyi niyetli bir ev hanımı.Misafiri özlemiş bir hali var. Hanımın tavırlarına bakınca sanki biz onun evine bir neşe ve canlılık getirmiş gibi olduk. Bundan daha

295

güzel bir misafir karşılama olmaz. Yöremiz halkının tipik özelliği ; tanıdıklarına ve özellikle de gurbette karşılaştıkları hemşerilerine çok sahip çıkarlar. Hemşerimizin bu candan ilgisi bizi çok mutlu etti.

Bir yandan hanımla sohbet ederken bin yandan da bu hanım benim annem olabilir mi diye onu düşünüyorum. Çünkü bu ziyaretimizin asıl amacı buydu. Gözlerine saçlarına ve yüz hatlarına bakarak bana benzeyen bir şeyler görmek istiyorum.

O da ben konuşurken gözlerini bana kilitlemiş gibi sürekli bana bakıyor ve bir an olsun gözlerini benden ayırmak istemiyor. Yanımda Yasemin de olduğu halde ona Bakışları ile bana bakışları çok farklı sanki. Yasemin den çok benimle ilgileniyor.

Birbirinden güzel iki de kızı var. Biri biraz anneye benziyor sarışınca, diğeri küçük olan ise kumral beyaz bir tene sahip. Dikkatli bakılırsa birazcık annelerine benzer yönleri var. Babalarını görmediğimiz için babaları ile bir benzerliklerinin olup olmadığını bilemiyorum. Kızlar da anneleri kadar bizleri görmekten mutlu oldukları belli oluyor. Onlar da sürekli olarak gülümsüyor ve konuşmalara katılmaksızın bizlerin konuşmalarını izliyorlar.

kılık kıyafet yönünden anne köyünden ayrılırkenki özelliklerini pek değiştirememiş. Kendi yöremizin köy hanımları gibi başını yazma ile bağlamış önden saçları görünüyor. Yerlere kadar uzanan basmadan bir entari ve üzerinden el örgüsü bir yün kazağı var. Köyümdeki Ayşe annem gibi giyinmiş. Belki de beklenmedik bir anda misafirle karşılaşınca kıyafetini değiştirecek zamanı olmadığı için bizi günlük ev içi kıyafeti ile de karşılamış

296

olabilir. İlk anda en hoşuma giden yanı gülümseyen hali, ilk kez gördüğü misafirlerine gösterdiği yakın ilgi ve misafirperverliği.

Genelinde o konuşuyor biz dinliyoruz. İnsanları ve misafiri seven bir hali var. Köyündeki o doğal yapısı hiç bozulmamış ,sanki bizleri önceden tanıyormuş gibi çok candan davranıyor. Sürekli gülümsemesi ,bizlere içten yaklaşımı karşısında içimden ona karşı bir sevgi oluştu. Ayrılıp gitmek istemiyorum. İstiyorum ki konuşma konuları uzasın da biraz daha birlikte olalım. Bize çay ikram ettiler. Yemek de ikram edeceklerdi ama biz kabul etmedik.

Hanım tekrar söze girerek “madem daha bir sure buradasınız sizi bir gün evimde tekrar kabul edip yemek ikram etmek istiyorum. Eşimle de mutlaka görüşmelisiniz. O geç vakte kadar çalıştığı için akşam geç gelir. Vaktiniz varsa akşamı burada geçirin eşimle de tanışmış olursunuz.

Misafirlerimiz olarak Alata Ziraat Okulu’nun imkanlarından da yararlanabilirsiniz. Kaldığınız yerle burası birbirine çok yakınlar. Orada plaja gireceğinize bundan böyle sürekli buradaki plajımıza gelebilirsiniz. Gerekirse kızlarım da size eşlik eder bir yabancılık hissetmezsiniz.

Kızların birisi ilkokulda diğeri de ortaokulda okuyorlarmış. Ben anneleri ile sohbet ederken kızlar da Yasemin ablaları ile sohbet ediyorlardı. Bu kısa ziyaret kızlarla Yasemin arasında büyük bir dostluk oluşturmuş gibi. Ara sıra gözlerim kızlara da kayıyor. Onlarda da bana benzeyen bir özellik görmeğe çalışıyorum. Küçük kız renk olarak bana biraz yakın. Saçları benimki gibi sarı ama gözleri benimki gibi mavi değil. Küçük kız kumral. Belki babasına benzemiştir.

297

Sohbetimiz iki saat kadar sürdü. Aileyi fazla rahatsız etmemek için otelimize dönmek üzere evden ayrıldık.

Ayrılırken yarın yine okulun plajında buluşma sözümüz oldu. Kızlarla beraber öğleden sonra okulun plajında birlikte olacağız. Bu konuda çok ısrarlı oldukları için kabul etmek zorunda kaldık.

Vedalaşırken bayanın elini öptüm o da bana sarılıp yanaklarımdan öpüverdi. Bu öpüşmede bir anne sıcaklığı hisseder gibi oldum. Kızlarla da öpüşerek ayrıldık.

Geldiğimiz yoldan yine Yasemin’le Erdemli’ye doğru gidiyoruz. Yol boyu hep o kadının annem olup olmadığını düşünüyorum. Bana benzeyen tarafları var da acaba ben mi göremedim. Aslında ailenin üç çocuğunun olması gerekirdi. Kızları gördük ama oğullarını göremedik. Muhtar amcanın sözlerinden hatırladığım kadarı ile oğullarının şimdi on sekiz yirmi yaşlarında bir delikanlı olması gerekir. Belki de okulunu bitirmiş bir yerde çalışıyordur. Bu konuda anne bir bilgi vermediği için benimde sormak aklıma gelmedi. Bir dahaki karşılaşmamızda unutmazsam sorarım.

Yasemin de bu ziyaretimizden çok mutlu olmuş ve aile bireylerini çok sevmişti. Bu ziyaretimizin esas nedenini Yasemin de biliyordu. Yolda giderken Yasemin’e o ailede bana benzeyen birileri var mı diye sorduğumda: Yasemin, “hanımın gözleri ile çene yapısında sana birazcık benzerlik gördüm. Kızlardan da küçük kızın rengi sana biraz benziyor gibiydi. Gerek hanımda gerekse kızlarda sana çok yakın bir benzerlik göremedim. Dikkatimi çeken tek şey hanımın sana olan aşırı ilgisi. Bu aşırı ilgi acaba hanımın doğal yapısından kaynaklanan bir özellik mi yoksa gizli bir duygunun sonucu

 

298

mu? Hanımın kişisel özelliklerini tam olarak bilemediğim için buradan kesin bin sonuç çıkaramıyorum.

Kaldığımız iki saat içinde bir an olsun gözlerini senden hiç ayırmamış olması beni biraz düşündürdü. Bir hanım olarak benimle daha çok ilgilenmesi gerekirken nerede ise beni hiç görmüyormuş gibi hep senin çevrende dolaşıp durdu. İkramlarında da bu ayrımı hissettim.

Duyguları en güzel gözler anlatırmış. Dikkat ettiysen gözlerini bir an olsun senden ayırmadı. Öyle misafirlerine sempatik görünmek için rol yapacak bir kadına da benzemiyor. Doğallıktan uzak yapmacık biç bir hareketini göremedim. Genç bir kadın olsaydı sana bu kadar yaklaşmasını kıskanabilirdim.

Belki bundan sonraki buluşmalarımızda kadını gerçek kişiliği ile tanıyabiliriz. Bizim Anadolu insanımız misafirperverdir ve misafirlerine daha candan ve daha dostça davranır. Belki misafirliğimiz eskidikçe hanımın tavırları da doğal şekline dönüşebilir. Bakalım bundan sonraki yakınlığından ve davranışlarından belki başka şeyler öğrenebiliriz. Bundan böyle bu plajı kullanmak bizim için daha iyi olur. Hem buranın başka imkanlarından da yararlanmış oluruz. Biz sadece tesisten yararlanacağız onlara bir yükümüz olmaz. Onun için rahat ol.”

Yol boyu ve akşam hep bugün yaşadıklarımı düşünmekle geçti. Kafam dalıp dalıp gidiyor ,bazen olumlu, bazen da olumsuz şeyler aklıma geliyor. Bazen onu tedirgin etmemek için düşündüklerimi Yasemin’e hissettirmemeğe çalışıyorum. Benim üzüldüğümü gördüğü an o benden daha çok üzülüyor. Yasemin’i buraya tatil yapmak için getirdim. Onu gereksiz duygularla yormak istemem.

299

Buraya kadar gelmişken şansımı bir kez daha deneyip yıllardır zihnimi meşgul eden olayı burada sonlandırmak istiyorum. Yasemin sadece bu amaç için buraya geldiğimizi bilmemeli. Özellikle bunu ona hissettirmemeğe çalışıyorum.

Ertesi gün yine Yasemin’le Alata Ziraat Okulu’nun plajındayız. Plaj Erdemli şehir plajı kadar kalabalık değil. Sanırım burada oturan personel ve onların misafirleri bu plajdan yararlanıyordur. Görevlilere sorduğumuzda plajın halka açık olmadığını söylediler. Biz plaja girerken Ali Beyin ve Nesime hanımın misafirleri olduğumuzu söylediğimiz için girmemizi engellemediler.

Plaj, şezlonkları ve güneş şemsiyeleri ile diğer halk plajlarına benzemiyor. Burada imkanlar daha güzel,tesis de oldukça kaliteli. Artık tatil bitimine kadar buradayız.

Denize girmeden önce plajın çay ocağından birer meşrubat alarak boş olan iki şemsiyenin altına oturup meşrubatlarımızı içiyoruz. Şezlonkların üzerine uzanmak kumların üzerine uzanmaktan daha rahat ve daha konforlu. Şemsiyemiz de olduğu için güneşten rahatsız değiliz.

Biz böyle meşrubatlarımızı içip dinlenirken Nesime hanımın kızları yanımıza geldi. Birbirinden güzel iki prenses. Bikinileri onlara ayrı bir güzellik vermiş. Yanımıza iki şezlonk ve iki şemsiye daha alarak sohbetimize devam ediyoruz.

Kızlar burada doğup büyüdükleri için memleketlerini ve oradaki aile dostlarını tanımıyorlar. Onun için sohbetimizin konusu çocukların okul ve okuldaki başarı durumları ile sınırlı kaldı. Yasemin kızlardan birisini sağına birisini de soluna alarak bir abla şefkati ile onlara sarılıyor ve onları konuşturmağa çalışıyor. Kızlar da Yasemin’ i bir ablaları

300

gibi gördükleri için yanından ayrılmıyorlar. Kızlar annelerine göre daha modern olup zamana uymasını bilmişler. Giyimlerinden ve konuşmalarından eğitimli oldukları belli oluyor.

Ben onların bu samimi sohbetlerini bozmamak için sohbetlerine fazla karışmaksızın çevreyi ve denize girenleri seyrediyor, ara sırada da onlara plajın büfesinde içecek ve basit yiyecekler taşıyorum. Bu kısa sürede aile bizleri bir misafir biz de onları bir yabancı gibi görmemeğe başladık.

Gizli bir duygunun bizleri birbirimize yaklaştırdığını hisseder gibi oluyorum.

Bir süre sonra Yasemin ile kızlar denize gidince ben şezlonkta yalnız kaldım. O ara kızların anneleri Nesime hanım elinde bir tepsi ile yanıma geldi. Bize kendi yaptığı memleket usulü ıspanaklı katmer dediğimiz börekle çay getirmiş. Kızlar denizde yüzerken biz karşılıklı sohbet ediyoruz. O her zamanki neşeli hali ile durmadan konuşuyor ve espriler yapıyor ve bir yandan da böreklerden yemem için ısrar ediyor.

O taze ve lezzetli börekleri mideme indirirken Nesime hanımın da börekleri iştahla yememden dolayı aşırı derecede mutlu olduğunu görüyorum. Börekler de yenilmeyecek gibi değil. O kadar lezzetli geldi ki bana Yasemin’i ve kızları düşünmesem hepsini yiyesim geliyor.

Nesime hanımın bu aşırı ilgisi ve ikramları karşısında hem mutlu oluyor hem de ona sıkıntı verdiğim için üzülüyorum. Aşırı derecede fedakarlıklarını ve bizlere karşı olan ilgisini görünce ister istemez benim de içimde ona karşı farklı bir sevgi oluştu. Onu çok yakınım olan birisi gibi görmeğe başladım.

301

Nesime Hanımla ne zaman beraber olsak hemen onda kendime benzer özellikler aramağa başlıyorum. Yüzüne, ellerine ,gözlerine ve saçlarına bakarak oralarda resmimden parçalar görme duygusu geçiyor içimde. Öyle umut verecek belirgin işaretler göremeyince neşem kaçıyor. Nesime hanımı annem olmasa da onu yakın bir akrabam gibi görüyor ve seviyorum.

Ben katmerlerden ikincisini bitirmişken Nesime Hanım hangi köyden olduğumu sordu. Ben de :

Sizin köyünüze yakın Mustafendi dedikleri bir köy ağasının köyündenim. Köyümüzün adı “Çöplü” diye geçer. Yedi sekiz haneli küçük bir köy. Köyün tüm halkı birbiriyle akraba, Onlara yabancı olan sadece üç aileden oluşan ortakçıları var.

Mustafendi ismini ve köyünün adını duydum ama görmedim. O yörede ismi çok söylenen hanedan bir ağa olduğunu söylerlerdi. Onun çocuğu isen şanslı birisin. Buralara kadar gelip tatil yaptığına göre ağa çocuğu olduğunu belli oluyor. Bizim yörenin insanı pek tatil yapmasını bilmez. Belki bu da maddi imkansızlıktan kaynaklanıyor olabilir. Ama sen bu kuralı değiştirmişsin. Bunda öğretmen olmanızın da büyük rolü var. Ülkemizin en aydın insanları öğretmenlerimizdir. Çocuklarımız her şeyi onlardan öğreniyorlar.

Biz de Yasemin’le yeni evlendiğimiz için evliliğimizin ilk günlerini böyle değişik bir yerde geçirmek için burayı seçtik. Bu hayatı yaşamak da güzelmiş. Siz buralara erken gelmekle bizlerden daha şanslısınız. Beyinizin böyle bir okulda görevli olması ayrıca büyük bir şans. Artık bu

 

302

güzellikleri yaşadıktan sonra bir daha o memlekete döneceğinizi sanmıyorum.

Bizi memleketimize bağlayan bir neden kalmadı. Şimdi bütün çabamız çocuklarımızı okutmak. Kızlarınızı tanıdım çok cici kızlar. Ama oğlunuzu göremedim. O ne yaptı bir okul bitirebildi mi?

Bu sorum karşısında Nesime Hanımın birden durgunlaştığını hissettim. Neşesi kaçtı ve yüz hatları gerildi. Kısa bir suskunluktan sonra “oğlumuz yok sadece iki kızımız var.”

Muhtar amca köyden ayrılırken dört beş yaşlarında tek erkek çocuğunuzun olduğunu söylemişti. Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum. Belki de başka duyduklarımla karıştırmış olabilirim.”

Doğrudur!.. Köyden ayrılıp buraya geldiğimiz yıllarda onu bir hastalık nedeniyle kaybettik. Ondan sonra da iki kızımız oldu şimdi onlarla gönül eğliyoruz.

Hemşerim olmanız nedeniyle sizi de eşinizi de çok sevdim.

Bizde sizi çok sevdik. Eşim de ben de sizi yakın bir akrabamız gibi görüyoruz. Bizi bir misafir gibi değil yakın bir akrabanız gibi karşıladınız. Bu yakın ilginizi ve ikramlarınızı hiçbir zaman unutmayacağız. Bu tatilimizde sizin gibi bir dost kazanmaktan dolayı çok mutluyuz. Burada tek şikayetimiz yalnız olmaktı. Siz bizi bu yalnızlıktan kurtardınız. Dostlar olunca tatiller daha güzel geçiyor. Sizi tanıyınca şunu anladım. Her şey dostlarla daha güzel oluyormuş.”

Biz de sizleri tanımaktan dolayı mutluyuz. Sizlerin sayesinde unutmakta olduğumuz memleketimizi görür gibi

303

olduk. Çok da iyi günlerimiz geçmemişti orada. Ama doğup büyüdüğümüz yer olduğu için zaman zaman bazı yönlerini özlüyoruz. Biz sizler gibi zengin bir ailenin çocuğu değildik. Oradaki günlerimiz yokluk ve acılarla geçti. Buralara geldikten sonra yaşadığımızı anlamağa başladık.

Benim aile durumum öyle bildiğiniz gibi değil,her şey çok karışık. Mustafendiler benim gerçek ailem değil. Onlar beni koruyup büyüten koruyucu meleklerim. Benim gerçek ailem dağlar, taşlar, böcekler ve kuşlar. Benim öyle öz annem,babam ve kardeşlerim yok ve olmadı da. Ben dağların yaylaların çocuğuyum.”

Hocam çok şifreli konuşuyorsunuz. İnsan yaylaların ve dağların çocuğu olmaz. Mutlaka bir annen ve baban olmuştur. Anlattıklarından hiçbir şey anlamış değilim. Sanki şaka yapıyormuşsunuz gibi geldi bana. Sizi tanımamda bir sakınca varsa anlatmayabilirsiniz. Ben öyle merak ettiğim için sordum. Uzun süredir çocukluk yıllarımın geçtiği köyümü ve yöremi tanıyan bir kimse ile karşılaşmadığım için içimdeki memleket özlemi bana bu soruları sorduruyor. Mustafendi’yi beğenmiyor ve babalık yapamadığını iddia ediyorsanız o olabilir. Annelik ve babalık görevlerini yapamayan aileler de biliyorum. Sorularımdan sıkıldıysan başka bir soru sormuyorum. ”

Nesime teyze yanlış anladınız beni. Merak ettiğiniz her şeyi sorabilirsiniz. Ben de bildiklerimi anlatmaktan mutluluk duyarım. Ben sizi öz bir teyzem gibi gördüm ve sevdim. Gerçekten siz yüreği sevgi ve memleket özlemi dolu eşsiz birisiniz. Sizden gördüğüm bu yakınlığı bugüne değin hiç kimseden görmedim. İkramlarınız,yakın dostça ilginiz beni de eşimi de çok mutlu etti. Ben size gerçekten şaka

304

yapmıyorum. Benim yaşantım böyle. Yaşadıklarıma hiç bir şey katmadan olduğu gibi anlatıyorum. Öyle utanılacak anlatılmayacak bir geçmişim de yok.

Sana anlattıklarım ve anlatacaklarımın hepsi doğru ve gerçekten yaşadıklarımı anlatıyorum. Benim gerçek ailem olmadı bana bakıp beni büyüten bir ailem oldu. Gerçekten ben dağların ve yaylaların çocuğuyum. Onlar da tek evlat yaptıkları için kardeşlerim olmamış. Birlikte büyüdüğümüz iki erkek iki de kız üvey kardeşlerim var. Üvey de denmez ama öyle kabul et. Üvey de olsa onları öz kardeşlerim kadar seviyorum. Ailem de yok. Benim gerçek annem ve babam da olmadı. Onun için ben kardeşe, anne ve babaya hasretim. Babam annem yok ama bana baba ve anne gibi sahip çıkan insanlar var. Bana babalık yapan dağlardan ve kırlardan başka bir Aylaz babam, bir İsmail Babam bir de ,baba olarak tanıdığım eşim Yaseminin babası var. İki tanede üvey annem…Yetmez mi ?”

İki hemşeri olarak dostça sohbet ediyoruz. Sen şu hayat hikayeni bana yeni baştan bir anlatı versene. Ben öyle şifreli anlatımlarımdan anlamam. Benim okuma yazmam bile yok. Sen bana memleketimin insanları gibi konuş. Benim anladığım şekilde bir şeyler anlatırsan ben anlarım. Sen öğretmenliğini bir tarafa bırakarak bana köyümün insanlarının dili ile anlatırsan ben daha iyi anlarım.”

Nesime Teyze benim hayat hikayem karmakarışık. İnan ben de doğru dürüst bir şeyler bilmiyorum. Sen bir akşam bizim otelimizde misafirimiz ol bildiklerimi orada sana uzun uzun anlatayım. İlkokula başladıktan sonrakini anlatabilirim de okul öncesini Aylaz Babamdan dinlemen

 

305

gerek. Aylaz babam bana beni meleklerin getirdiğini söyler sen Tanrı’nın oğlusun derdi.

Bu kısa açıklamadan sonra Nesime Teyze bir süre kendisi ile dalga geçtiğimi sanmış gibi bana tuhaf tuhaf bakmağa başladı. Bakışları durgunlaşmış durumda ,biraz da neşesinin kaçtığını hissediyorum.

Hocam hala anlattıklarından bir anlam çıkaramadım. Bugün herhalde kafan biraz karışık. Yoksa Yasemin kızımızla kavga mı ettin. Balayı seyahatlerinde bazen böyle küçük kırılmalar yaşanabilir. Bu tür kavgalar aşırı sevginin ve kıskançlığın bir işaretidir. Aklıma bir sürü ihtimaller geliyor. Anlaşılan bugün formunda değilsin. Belki seni güneş de çarpmış olabilir. Daha nasıl olsa bir süre burulardasın. Dinlenik bir zamanında sohbetlerimize devam ederiz”

Açıklamalarım Nesime Teyzeme biraz ters gelmişti. O da ters anlamakta haklıydı. Aylaz Babam,İsmail babam olsalardı ne demek istediğimi hemen anlarlardı.Nesime Teyzem kendisi ile dalga geçtiğimi sanarak anlattıklarımdan dolayı bana kırılmış gibiydi. O neşeli ve hep gülerek konuşan Nesime Hanım sanki başka bir kadın olmuştu karşımda.

Benim anlattıklarım herhalde kendi çocukluk yıllarını ona hatırlatmış olmalı ki üzüldü. Belki onun çocukluk yılları da benim ki gibi geçmiştir. Öyle durgun halini görünce anlattıklarımla Nesime Teyze mi kırdığımı zannettim.

Anlattıklarından dolayı biraz etkilendim. Ama sen çocukluk yıllarını düşünerek üzülme. Engelleri aşmış bu güzel günlere kavuşmuşsun. Geçmiş çok önemli değil. Benim çocukluk yıllarımda seninkine benziyordu.

306

Anlattıklarını duyunca ben de o yıllarımı yaşadım, birden neşemi kaybetmemin nedeni de bu. Ama geniş bir zamanda bende sana çocukluk yıllarımdan hatırımda kalanları anlatır beraberce geçmişi birlikte yaşarız.

Bunları söylerken ayakta konuşuyor ve oturduğum yerde sanki beni inceliyordu. Ben ayağımda şortumla yönüm denize doğru oturuyordum. Huzursuz ve tedirgin bir hali vardı.

Nesime teyze getirdiğin börekler için teşekkür ederim. Ben de sana büfeden bir şeyler söylemek istiyorum diyerek ayağa kalktım. O yok istemem dediyse de ben gidip ona büfeden bir meyve suyu getirdim. O meyve suyunu içerken Yasemin ve çocuklar da geldiler. Onlara da böreklerden birer tane ikram ettim. Kızlar ıslandıkları için duş almak üzere anneleri ile birlikte yanımızdan ayrılıp evlerine gittiler.

Nesime Teyzem giderken : “ Yarın sizi öğle yemeğine evime bekliyorum. Sakın olmaz, gelemeyiz demeyin. Tatiliniz bitinceye kadar kalan günlerinizin büyük bir bölümünü bana ayırın. Bak sizler gelmezseniz ben her gün otelinize gelirim. Beni oralara kadar yormayın. Yarınki yemeğimiz bir dost yemeği ,sonraki günlerin yemekleri de birer veda yemeğe olur.

Birbirimizi daha yeni yeni tanımağa başladık. Köylerimiz de birbirine yakınmış. Konuştukça başka tanıdık dost ve ortak arkadaşlarımız çıkacak. Ben de sizlere geçmişimle ilgili anılarımı anlatırım. Yaşantılarımızda birbirine benzeyen yönler gördüm. Onun için yarın mutlaka yemeğe bekliyorum.”diyerek elimizi sıkıp yanımızdan kızları ile birlikte uzaklaştılar.

 

307

Nesime Hanımın getirdiği börekler öğle yemeğimiz için bize yetti. Ayrıca yemeğe gitme ihtiyacını duymaksızın geç vakte kadar denizde kaldıktan sonra ikindiye doğru sahilden yürüyerek otelimize döndük.

Nesime Teyze yanımızdan ayrılırken pek mutlu görünmüyordu. Anlattıklarımdan mı yoksa başka özel nedenlerinden dolayı mı neşesi kaçmıştı. Yarın sizlere önemli bazı şeyler açıklayacağım demesi de bana manidar geldi. Öyle birden bire neşesini kaybetmesine de bir anlam veremedim. Hep gülen ,hep neşeli haliyle sevgisini belirtin Nesime Teyze yaşadığı dünyasından kopup başka bir aleme gitmiş gibi oldu. Öyle onu kıracak bir şeyler de anlatmadım ama nedense kırıldığını hissettim.

Soramadığım tek şey oğlunun buraya gelmelerinden kaç yıl sonra ölmüş olduğuydu. Kızlara da erkek kardeşlerinin olup olmadığını sorabilirdim. Oğlu buraya geldikten sonra ölmüşse bu kadının benim annem olma ihtimali olamazdı. Her şey oğlunun ölüm şeklinin açıklanmasına bağlı. Bilmiyorum acaba bizlere o konuda doğru açıklamalar yapabilecek mi ?

Yarından sonra tatilin bitmesine dört günümüz kalıyor. Bu güzelliklere alıştıktan sonra dönmemiz biraz bizi üzecek. Ama memleketimizde de bizleri bekleyen çok işimiz var. Yasemin görevine başlaması, evimizi hazırlamamız, eşyalarımızı temin etmemiz bir hayli zamanımızı alacak. Bu yıl iki güzel tatil yapmış olmakla tatilin tadını da öğrenmiş olduk. Artık bundan sonraki yıllarımızda buna benzer tatiller yaşayacağımızı umuyorum.

Ertesi gün öğleye kadar Erdemli Halk plajlarında denize girip sonra da Alata Ziraat Okulunda Nesime

308

Teyze’nin evine konuk olduk. Nesime Teyze yerel yemeklerden oluşan güzel bir menü hazırlamış. İçli köftesinden, yoğurtlu soğuk çorbasından ve bu yörenin sebzeli yemeklerine varıncaya kadar her şey var. Yeni sohbetlere dalmadan hemen sofraya oturup birlikte yemek yiyoruz.

Nesime Teyzemin bitmeyen bu tür ikramları karşısında Yasemin de ben de çok mahcubuz. Ama Nesime Teyze misafiri ve dostları çok sevdiği için yaptıklarından dolayı çok mutlu. Günün her saati burada bulunsak herhalde daha çok sevinecek. Yarına da ben onları Erdemli ye yemeğe davet etmeyi düşünüyorum.

Yemekten sonra Nesime teyzemiz çocuklarına : “Dün siz denizde iken bir öğretmen ağabeyinizle hayli sohbet ettik. Anlattıklarına üzüldüğüm anlar da oldu sevindiğim anlar da . Bugün istedim ki o anılardan noksan kalanı sizler de dinleyesiniz. O zaman bilmediğiniz köyümüzü ve yöremizi öğrenmiş olursunuz. Bundan sonra sizleri oralara götürmem artık imkansız. Öğretmen ağabeyiniz köyümüzü görmüş o gördüklerini size anlatırsa o bilgiler size yeter. Ama ilerde büyüdüğünüz zaman merak edip görmek isterseniz gidip görebilirsiniz.

Öğretmen ağabeyinizle dün siz denizde iken güzel sohbetimiz oldu. Anlattıklarından çok etkilendim. Ömrümde ilk kez eğitimli birisi ile böyle uzun bir sohbet yaşadım. Sohbet ettiğim kişinin bir öğretmen olması benim daha çok ilgimi çekti. O anlatırken ben de bir öğrenci gibi hep onu dinledim. Maceralı bir çocukluk dönemi yaşamış gibiyim. Başkalarının anılarını dinlemeyi severim. Dün yarım kalan anılarını kızlarımın da dinlemesini istiyorum. Bir öğretmenin

309

anıları genelinde ders verici özellikleri de taşır. Belki kızlarım anlatacağın anılarından bir şeyler de öğrenebilir ve dersler de çıkarabilirler. Dün sizi biraz yorgun ve dalgın gibi gördüm. Kinayeli yarım cümlelerden, birbirinden kopuk olaylardan bir anlam çıkaramadım. Öyle bilmece gibi konuştun. Benim üç tane babam iki tanem Annam var gibi açıklamaların bana çok çocuksu geldi. Masal desem masala benzemiyor,hikaye desem hikayeye benzemiyor.

O gün yorgun olduğunu düşünerek o güzel anılarını bugün yeni baştan anlatmanı istiyorum.

Nesime teyzeciğim dün söylediklerim doğruydu. Gerçekten benim annem ve babam sizin köye de ve bizim köye de yakın olan dağlar ve yaylalardır. Bilmem o yaylaları hiç gezip görebil din mi? Benim çocukluk yıllarımın bir bölümü o yaylalarda geçti. O yaylalarda Aylaz Babamla koyun otlattım, kenger ve çiğdem topladım. Kertenkeleleri kovaladığım ve onları yakaladığım anlar oldu. O yörenin çocuğu olduğuna göre bu söylediğim kenger ve çiğdem kelimeleri sana yabancı gelmez.

Bak yine yine şifreli konuşuyorsun. Dağlar ve yaylalardan ne baba olur ne de anne. İnsanın babası ve annesi yine insan olur.

Ben sizlere Aylaz Babamın bir anısını anlatayım, dağlar, yaylalar insanın annesi ve babası nasıl olurmuş ondan sonra kararınızı verin.

Ben hikayeyi anlatmağa başlayınca herkes pür dikkat beni dinlemeğe başladı. Kızlar ve Yasemin bir kanepede yan yana oturuyor, Nesime Teyzem ise ayakta tam benim karşımda ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyor. Tedirgin ve

 

310

heyecanlı bir hali var. Oturmaması ve hep ayakta durması da bunu gösteriyor.

Bizim yörenin dağlarını ve yaylalarını çok iyi tanıyan bir çobanımız var. Herkes ona Aylaz Çoban der. Ömrü o yörenin dağlarında ve yaylalarında geçmiş efsane gibi bir adam. Hayvanları ile konuşur, dağlardaki çiçeklerle, bitkilerle konuşur, dinleyenler onu deli zannederler. Tam bir dağ adamı. Kıyafeti, dudaklarını kapatan o kocaman bıyığı ve kalpağının altından saçak saçak dışarı sarkan kır saçları , güneşten ve soğuklardan yanmış o koyu esmer rengi ile tam bir aslanı andırır. Sesi de aslan kükremesi gibidir. Kelimelerin üzerine basarak az ve öz konuşur. Uzun yıllar birlikte olmamıza rağmen onun bir gün olsun yüksek sesle güldüğünü görmedim. Kırlarda otlattığı koyunları ve her an yanından ayırmadığı köpekleri onun sesini duyar duymaz davranışlarını değiştiriverirler. O beyaz keçesini omuzlarına alıp da sürünün arkasına takıldığı zaman mağrur bir komutanı andırır .

Sözünü ettiğim bu Aylaz Çoban köyümüzün uzağında hayvanlarını otlatırken bir şafak vakti köpeklerinin bir cisim etrafına toplanarak telaşlı bir şekilde havladıklarını görür. Merak ederek köpeklerini yanlarına gittiğinde o da gördüklerinden dolayı şaşar kalır. Önce hayal gördüğünü sanır ama kısa süre sonra gördüklerinin hayal olmadığını anlar. Yerde çoban döşeği dediğimiz bir otun üzerinde ölmüş gibi yatan dört beş yaşlarında bir erkek çocuğu var. Yanında bir kimsesi ve eşyası da yok. Ayağında bir lastik ayakkabı, yırtık bir pantolon bir de yünden örülmüş eski kazak.

 

311

Aylaz Çoban ilk anda çocuğun ölmüş olduğunu zannederek bir süre ayakta ona bakar durur. Çocukta o anda hiçbir yaşam belirtisi göremez. Çocuk o kadar hareketsiz ve cansız ki nefes alıp verdiği bile belli olmuyor. Aylaz çoban ilk kez böyle bir olayla karşılaştığı için panikler ve ne yapacağını şaşırır. Bir süre çocuğun başucuna çömelip bir tepki vermesini bekler ama çocukta yine bir hareket yok. Eğer yaşıyorsa köpeklerin bu kadar havlaması karşında en azından gözlerini açması ve bir tepki vermesi gerekirdi. Öyle bir tepki göremeyince çocuğun nabzına ve ateşine bakması aklına gelir.

Hayvanları hastalandığı zaman hemen onların tedavisini yapan Aylaz Çoban bu kez yaşadıkları karşısında şaşkın durumda. Yanında ve çevresinde köpeklerinden başka kendisine yardım edecek kimseler de yok. Hemen çocuğun başucuna çömelerek önce nabzına sonra da elini çocuğun anlına koyarak ateşine bakar. Nabızda bir ses alamaz ama hafif bir ateşi olduğunu hisseder.

Ateşi olduğunu hissedince çocuğun yaşadığını düşünerek hemen çocuğu kucağına alıp onu uyandırmağa çalışır. Çocuk o kadar yorgun o kadar bitkin ki Aylaz Çoban ın kollarında öyle hareketsiz durur. Uzun bir uğraştan sonra çocuk yorgun ve uykulu gözlerle kendisini Aylaz Çobanın kollarında görünce panikleyip ağlamağa başlar. Çocuğun aç ve susuz olduğu her halinden belli. Dudakları kurumuş, ağlamaktan göz kapakları şişmiş durumda. O minnacık yüzleri toz toprak içinde . Canlı ama hareket edecek gücü yok. Aylaz çoban kumanyasında mevcut yiyeceklerden çocuğa bir şeyler yedirip onu canlandırmak ister. Ama kumanyasında çocuğun yiyebileceği bir şeyler de yok gibi. Yese yese haşlanmış

312

yumurtayı ve peyniri yiyebilir. Aylaz Çoban önce haşlanmış yumurtayı küçük parçalara ayırarak çocuğun ağzına verdiğinde çocuk bir anda yumurtayı bitiriverir. Arkasından peynir ve verilen ekmek parçalarını da yemeğe başlar.

Çocuk tanımadığı bir dağ insanını karşısında görünce önce korkar gibi olsa da sonra ona yaklaşmağa başlar. Aylaz Çoban çocuğu kucağına alıp ona biriz da koyunlardan sağdığı sütü içirince çocuk iyice kendine gelir ve Aylaz Çobanın elinden tutarak yürümeğe başlar.

Birlikte el ele koyunların arasında bir hayli yürürler. Aylaz Çoban kırda gördüğü kenger ve çiğdemleri soyup çocuğa verdiğinde çocuk onları da yer. Artık ikisinin arasında iyi bir dostluk oluşmuş durumdayken Aylaz Çoban çocuğun konuşup konuşamadığını tespit etmek için ona adını sorar. O da yarı anlaşılır yarı anlaşılmaz biçiminde Kadir kelimesine benzer bir kelime söyler. Aylaz Çoban bu kelimenin Kadir’e benzediğini düşünerek ona Kadir adını takıverir. Çocuğun adı artık Kadir olarak kalır.

Aylaz Çobanla çocuk arasındaki bu arkadaşlık akşama kadar sürer. Aylaz Çoban çocuğa ve Çocuk da aylaz Çobana alışmış durumda. Aylaz Çoban bu mucize karşısında çok mutlu. Beklenmedik bir anda Allah ona bir dünyalar güzeli erkek çocuk göndermişti. Bundan daha büyük nimet olur muydu? Evlenmeden çocuk sahibi olmak. Buna bir türlü inanamıyor ve halen bir hayal gördüğünü sanıyordu.

Akşam olup sürüyü köye götürdüğünde bu çocuğa bakamayacağını düşünerek çocuğu hayvanlarını otlattığı ağası İsmail Ağanın ailesine teslim ediverir. Aslında Aylaz Çoban çocuğu o kadar çok sevmişti ki onu kimselere bırakmak istemiyordu. Kadir Tanrı’nın ona bir emanetiydi.

313

Onu sürekli dağlarda yanında gezdirerek ona bakamazdı. Görevi ve çalışma düzeni karşısında başka bir yol bulamayınca çocuğu İsmail Ağalara teslim etmek zorunda kalır.

İsmail Ağa ve ailesi bu beklenmedik küçük konuğu bağırlarına basıp ona sahip çıkarlar.

Ailede Kadir’in yaşına uygun başka çocuklarda olunca Kadir kısa sürede onlara alışır ve adeta ailenin öz bir çocuğu gibi olur.

Çocukluk dönemimde İsmail Ağa ve Aylaz Çoban bir hayli uğraşmışlar ama kadir’in annesini babasını bulamadıkları için sonra da uğraşmaktan vazgeçip onu da bir evlatları gibi kabul edip Kadir’ e sahip çıkmışlar. İşte anlattığım bu masal kahramanı çocuk benim.

Onun için ben diyorum ki benim çok sayıda babam var. Dağlar kırlar benim babam, Aylaz Çoban benim babam, İsmail ağa benim babam, Mustafendi benim dedem, İsmail Babamın eşi Ayşe annem benim annem. Böyle olunca da üç tane babam oluyor. Bir de eşim Yasemin in babasını sayarsam onunla birlikte baba sayım dörde çıkıyor. Bundan dolayı şikayetçi değilim. Dört babanın tek çocuğu olmak bence büyük bir ayrıcalık. Zaman zaman bu hazzı yaşıyor ve bundan dolayı da gurur duyuyorum. Babalarımın her birinin gönlümde ayrı yeri var. Tabi benim ilk babam dağlar ve kırlar. Birkaç kez Aylaz babamla bana babalık yapan o dağlara konuk oldum ve o sevgiyi defalarca yaşadım.

Ben sözlerimi bitirdiğimde herkeste bir sessizlik oluştu. Kimse konuşmuyor ve sabit bakışlarla beni dikizliyorlar. Hikayemi yeni baştan anlatmam beni de etkiledi. Duygusallaştığımı ve gözlerimden yaşlar oluştuğunu

314

hissettim. Konuşmama biraz daha devam etsem ağlayacağımı düşünerek sözlerimi daha da uzatmak istemedim.

Hikayeyi dinleyen Nesime Teyze o anda put kesilmiş gibi hareketsiz ve cansız duruyor. Herkes o ne söyleyecek diye beklerken o öğretmen konuğuna dönerek :Sakıncası yoksa vücudunun kemerden yukarısı yani üst kısmını bir açar mısın?

Kadir Nesime Teyzesinin bu isteğine bir anlam veremediği için bir süre tereddüt geçirip sonra da gömleğini ve atletini çıkararak Nesime Hanımın karşısına dikiliverdi.

Nesime hanım sessiz bir şekilde Kadir’in arkasına geçerek sırt bölgesine baktıktan sonra “Sen benim oğlumsun” diyerek bir çığlık atıp sonra da bayılıp yere düşüverdi.

Şimdi hepimizde büyük bir telaş. Kız çocukları annelerinin öldüğünü sanarak üzerine kapanıp ağlamağa başladılar. Onların çığlıkları ve feryatları bizi daha da panikletti. Yasemin ve ben bir yandan çocukları teskin etmeğe çalışırken bir yandan da Nesime Teyze ile ilgileniyoruz. Nesime Teyze yerde baygın ve hareketsiz yatıyor. Ben de bu güne değin böyle bir olayla karşılaşmadığım için şaşkın durumdayım. Yasemin hemşire olduğu için hemen hepimizi Nesime Teyzenin başından uzaklaştırarak kendisi ilgilenmeğe başladı. Ben ve çocuklar ayakta heyecan içinde Yasemini yapacağı müdahaleleri ve yerde yatan Nesime Teyze’nin durumunu merakla izliyoruz.

Yasemin önce eline biraz kolonya dökerek Nesime Teyze’nin yüzlerine ve anlına masaj yapmağa sonra da başının altına bir yastık koyarak elini ve kollarını hareket

315

ettirerek nefes almasını sağlamağa çalıştı. Ben ve çocuklar bu işlerin yabancısı olduğumuz için Yasemin’e yardım edemiyoruz. Yaşantımda da böyle bir olaya ilk kez tanık oluyorum. Yedi sekiz dakikalık bir uğraşıdan sonra Nesime Teyze kollarını hareket ettirerek gözlerini açtı. Gözlerini açar açmaz da “Ne oldu bana,Ne oldu bana!..”diyerek kısa bir panik hali yaşayıp sonra tekrar gözlerini kapatıverdi. Bir süre sonra tekrar gözlerini açarak yattığı yerden : Oğlum!..Oğlum!.. Kadirim sen benim oğlumsun!.. Kadirim sen benim oğlumsun!.. Senin annen benim. Affet beni!.. Ne olur affet beni!..

Bu panik hali devam ederken Yaseminle birlikte Nesime annemi kaldırıp koltuğa oturtmak istiyoruz. O oturmak yerine bana Sarılıp “Sen benim oğlumsun, Senin annen benim. Ne olur beni affet!.”. Ben de bu olanlar karşısında şaşkın bir şekilde Nesime anneme sarılarak birlikte ağlıyoruz.

Evde acıklı ve hazin bin manzara var. Çocuklarda olanlar karşısında duygulanıp onlar da gelip bize sarılıp ağlamağa başlıyorlar. Akan bu gözyaşları mutluluk gözyaşlarıydı. Evin içini birden duygu yüklü hava sarıverdi. Hepimiz ağlıyoruz ama hepimizde son derece mutluyuz. Yasemin’in de gözlerinde yaşlar akıyor ama bizim gibi panik halinde değil.

Neden sonra herkes o ilk panik halini atlattıktan sonra Ben Yasemin ile birlikte Nesime annemi yattığı yerden kaldırarak Kanepenin üzerine oturtuyoruz.. Ama Nesime anne hala kendine gelmiş değil. Ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilemiyor. Bir yandan bir suçluluk duygusu bir yandan anne sevgisi ikisinin arasında bocalayıp duruyor.

316

Yine ortalığı sakinleştirme görevi bana düşüyor. Ben bir yanıma annemi bir yanına da kardeşlerini alarak onları sakinleştirmeğe çalışıyorum.

Sevgili anneciğim sana kavuştuğum ve seni bulduğum için son derece mutluyum. Yıllardır anne özlemi ve anne hayali ile yaşadım. Bugün bunların hepsi gerçeğe dönüştü. Seni çok seviyorum sen benim yıllardır özlemini çektiğim biricik annemsin. Artık geçmişi ve geçmişte yaşadığım tüm acılarımı unuttum. Sen de geçmişini unut ve bundan böyle gelecek güzel günlerimizi yaşayalım. Annem olduğunu anladığım an geçmişe yönelik tüm acılarım bitti. Şu an kendimi senin kolların arasında bir bebek gibi hissediyor, yaşayamadığım bebekliğimi şimdi yaşıyorum. Sıkı sıkı sarıl,öp beni. Geçmişin intikamını ancak böyle alırız.

Nesime annemin gözyaşları dinip rahatladıktan sonra anneme soruyorum:

Anne benim soyunmamı neden istedin onu anlayamadım. ”

Oğlum sen doğduğun zaman sağ omuzun arka kısmında kelebek şeklinde büyükçe bir benin vardı. Dört yaşlarına geldiğin zaman da o benin hala duruyordu. Sen soyunduğun an sırtındaki o beni görünce benim oğlum olduğunu anladım.

Zaten seni ilk gördüğümde de içimde nedenini bilmediğim bir mutluluk oluşmuştu. Her an yanımda görmek istiyor ve her sahile inişimde gözlerim seni arıyordu. Saçlarının ve gözlerinin rengi seni bana haber veren ilk işaretler oldu. Şimdiye kadar hanemize konuk olan hiçbir kimseye bu yakınlığı göstermemiştim. Sana bu kadar yakınlık duymamın ve sürekli evime davet etmemin nedenini

317

şimdi anlıyorum. Kokundan, tadından bir şeyler sezinlemiştim. İşte annelik duygusu bu.

Sen beni ilk kez görünce neler hissettin. Anneciğim benim buraya gelişimin esas nedeni seni aramaktı. Tatil bu işin bir bahanesiydi. Bu konuda eşim Yasemin’in de bana büyük desteği oldu. O bana destek olmasaydı belki de gelmezdim. Seni bulmamız için ailemin de benim de büyük çabalarımız oldu. Aylaz Babam ve İsmail Babam yılarca seni aradılar. Onların ümitlerinin bittiği yerde ben devreye girdim. İçinde büyüdüğüm ailemin değil bir başkasının çocuğu olduğumu anladığım günden bu yana hep seni arıyorum. Bulunduğum yere yakın çevre köylerde aramadığım gitmediğim köy kalmadı. Hatta seni bulmak umuduyla Yasemin’le Ermenistan’a kadar gittik. Emeklerimin karşılığı nihayet bugün alabildim. Köy muhtarından köyde ayrılırken benim yaşlarımda bir oğlunuzun olduğunu öğrenmiştim. Buraya gelip oğlunuzu göremeyince kuşkum arttı. Onun öldüğünü söylemenize pek inanmamıştım. Yasemin de ben de geldiğimiz günden bu yana hep sana ve kardeşlerime bakarak bana benzeyen işaretler aradık. Seni bulmam tesadüfü bir olay değil. “Arayan derviş Mevla’sını da bulurmuş belasını da.” Bu ata sözümüz bana rehber oldu ve bu sayede seni bulabildim. Şu an mutluluğumun büyüklüğünü sana anlatamam. Beni büyütüp bugünlere getiren Ayşe Annemi de senin kadar seviyorum .Ama öz annenin tadı ve sevgisi bir başka oluyormuş, bu farkı şimdi anlıyorum. Sende tarif edemediğim bir koku bir sıcaklık var.

Annemle yaşadığım bu hazzı bir de kız kardeşlerimle yaşamak üzere annemin yanından kalkarak başka bir

318

kanepenin üzerinde oturan iki kız kardeşimin orta yerlerine oturup önce onlara doya doya bir sarıldım ve sonra da yanaklarından defalarca öptüm.

Bir anda birbirinden güzel iki kız kardeşe birden sahip olmanın verdiği haz annemin verdiği hazzın bir başka çeşidi. Erkek çocukların kız kardeşlerini çok sevdiklerini duyardım bugün bunu ben de yaşadım.

Kardeşlerimden büyüğünün adı Zeliş küçüğünün adı da Elif. İkisi de birbirinden güzel ve birbirinden sevimli.Şimdi onlara soruyorum.

Böyle bir anda bir ağabeye sahip olmanın verdiği hazzı bana anlatabilecek misiniz ?

Mahcup ve çekingen bir tavırla ilk sözü Zeliş aldı. Ağabey hala şoktayım. Bu duyduklarıma, gördüklerime ve yaşadıklarıma inanamıyorum. Annem bu konuda bugüne değin bizlere en küçük bir açıklama yada imada bulunmamıştı. Senin anlattıkların bir masal gibi geliyor bana. Bu kadar acılara bu yaşa gelince dek nasıl dayanabildin? Seni bir çocukları bilip bu günlere getiren o aileyi de görmek isterim. Onları görmeden ben de senin gibi o anne babayı ikinci bir anne ve baba olarak kabul ediyorum. Ağabeysi olan kız arkadaşlarımı hep kıskanır ve ağabeyim olmadığı için da üzülürdüm. Artık benim de bir ağabeyim olduğu için mutluyum.

Elif Sen ne düşünüyorsun dediğimde Elif önce gözlerinde biriken mutluluk gözyaşlarını eli ile silip tekrar bana sarılarak ağlamaya başlaması beni daha çok duygulandırdı. Bir süre birbirimize sarılarak birlikte ağladık. Elif de bu sevincini sözlerle değil göz yaşları ile anlattı bana.

319

Şimdi sıra yine annemize gelmişti. Oturduğu koltukta nemli gözlerle bizleri izleyen anneme dönerek anne ben hikayemi anlattım simdi sıra sizin hikayenizde. Sizde o küçük Kadir’inizi nasıl kaybettiğinizi bizlere bir anlatabilecek misiniz?

Benim hikayem de en az sizinki kadar acıklı, kolay kolay kabullenemeyeceğiniz hüzün dolu bir hikaye. Daha anlatmağa başlamadan içimin dolduğunu ve duygularımın kabardığını hissediyorum. Hikayemi bana anlattırmasanız daha mutlu olurum. İsterseniz Kadir’imin hikayesi ile bu olayı bir daha açıklanmamak üzere kapatalım. Kadir’imin anlattıkları bizleri yeteri kadar üzdü bir de ben sizleri üzmek istemiyorum.

Annemin bu açıklamasına karşı hepimizin ağzından aynı anda çıkan “Hayır anlatacaksın” kelimeleri odanın içinde birden yankılanıverdi. Bu tepki üzerine annem elinde mendili gözlerinden akan yaşları silerken uzun süre kimsenin yüzüne bakmadan bekledi. Gözleri hep yerde sabit bir noktaya bakıp duruyor. Konuşmakta zorlandığını hissediyoruz. Anlatması için tekrar ısrar edince tekrar söze başlayarak hikayesini anlatmağa devam etti.

Peşinen söylüyorum, gururla anlatabileceğim bir hikayem yok. Hikayemi dinledikten sonra beni haksız bulacağınızı tahmin ederek şimdiden hepinizden özür diliyorum.

Bu sırlarımı bir tek şu an kızlarımın babası olan eşim biliyor. Yıllar önce genç kızken köyümde Ali isimli alevi bir gence aşık oldum. O zamanlar on yedi on sekiz yaşlarındaydım. Ailem bir Alevi’ye kızımızı vermeyiz diyerek evlenmeme izin vermediler. Ben de ailemi ikna

320

ederim düşüncesi ile onunla birlikte oldum ve ondan hamile kaldım. Ailemi ikna etmek için çok çabaladım ama başarılı olamadım. Ailemin bu tutumuna kızan sevdiğim o genç bu durumu bir onur meselesi yaparak ailesini de köyü de beni de terk edip kayıplara karıştı. Günlerce dönmesini bekledim ve bir daha da köyüne dönmediği gibi nerelere gittiğini de bir bilen de olmadı.

Ondan sonra da hamileliğim meydana çıkar rezil olurum ve bir daha ailemin yüzüne bakamam düşüncesi ile şimdiki kocamla evlendim.Ama bu bir aşk evliliği olmadı. Kocamla evlenirken ona hamile olduğumu söylememiştim. Evlenmemizde altı ay sonra doğum yapınca şimdiki kocam doğan çocuğun kendi çocuğu olmadığını anladı. Ben de gerçeği ona açıklamak zorunda kaldım.

Bu olaydan sonra kocamla aramız açıldı. Bir ara beni evden kovup boşamak istedi. Böyle erken bir doğum yapmam köyümüzde de bazı dedikoduların çıkmasına neden olmuştu. Kocamın ailesi ve kocam bunu bir türlü hazmedemediler. Üç dört yılımız hep kavga ve huzursuzlukla geçti. Bu arada oğlumuz dört yaşlarına gelmişti. Bir gün kocam ya bu çocuğu yok edeceksin yada seni boşarım deyince hep çözüm aradım. Boşanıp tek çocukla köyde ne yapabilirdim. Bana destek olacak arkamda kimsem yoktu. Bu durumu ailem de öğrenince onlarla da ilişkim tamamen koptu. En güvendiğim annem bile bana sahip çıkmadı. Sonunda kendime göre bir plan hazırladım.

Çocuğu ya tanımadığım bir aileye verecek yada yok edecektim. Çok aradım ve çocuğuma aile olarak sahip çıkacak bir kimse bulamadım. Onu yok etmek için

 

321

öldüremezdim de. Sonunda onu çobanlara bırakmayı düşündüm.

Köyümden uzak komşu köylerin çobanlarının sık sık koyun otlattıkları bu yaylaları biliyordum. Çevrenin en büyük yaylası olduğu için komşu köylerin çobanlarından biri her gün bu yaylaya geliyordu. Bu yaylanın otu ve suyu bol olduğu için bu yaylada çobanlar hiç eksik olmazdı. Yaylanın güney tarafa düşen uç kısmında sarp bir kayalığın olduğunu da biliyordum. Sarp kayalığın zirveye yakın bir yerine çıkıldığı zaman o yaylanın tamamı görülebiliyor. Kayaların hemen eteğinde de büyükçe bir kaynak suyu var. Çobanlar çoğu zaman hayvanlarını otlatmak için bu pınarı da kullanırlardı.

Şimdiki eşim Ali ile anlaşmamıza göre ben çocuğu o gün yok edeceğim ve kısa süre sonra da köyü terk edip ayrılacağız. Köyden ayrılışımızı köylülerin görmesini istemiyoruz. Zaten köyde ev denilecek bir evimiz ve doğru dürüst eşyalarımız da yoktu. Köylülerin ayrılışımızı görmeleri halinde çocuğumuzun yanımızda olması gerekir diye düşünüyorduk. Bu düşünce ile ben o küçük oğlumu alarak iki saati aşkın bir yolculuktan sonra o yaylaya ulaştım. Kayaların dibinde bir su içtikten sonra oğlum yorgun düştüğü için kucağımda uyumuştu. Onu o uykulu haliyle kayalıklara iki yüz- üç yüz metre uzaklıkta bir çoban döşeğinin üzerine yatırdım. Ben tekrar kayıklara dönerek onu uzaktan takip ediyorum. Bir süre sonra uyandığında beni yanında göremeyince saatlerce ağladı ve yorgun düşerek yine o çoban döşeklerinin üzerine uzanıverdi.

O anda içimin nasıl yandığını bilemezsiniz. Kadir’imin o çaresiz hali karşısında benimde gözlerimden akan sular

322

üzerinde oturduğum kayaları ıslatmıştı. Hatta bir ara o yüksek kayalığın en yüksek yerine çıkarak intihar etmeyi bile düşündüm. Anlatırken bile o anda yaşadığım acıyı şimdi de yaşıyorum. Bir ara planımdan vazgeçip yine oğlumu alıp köye dönmek istedim. Şimdiki eşimin göstereceği olumsuz tepkiyi düşününce yine ilk planımı uygulamaya karar verdim.

Oğlum birkaç kez uyanıp ağlamaktan yorgun düşünce yine aynı çoban döşeğinin üzerine yatıyordu. Oğlumun o halini her görüşte ölüp ölüp diriliyordum. Bir süre sonra oğlumun olduğu tarafa doğru gelmekte olan bir sürü gördüm. Bir süre sonra sürü oğlumun bulunduğu alana gelmişti. Gelen çobanın hangi köye ait olduğunu bilmiyordum. Tek dileğim o çobanın yerde yatmakta olan oğlumu görmesiydi.

Bir süre sonra bulunduğum yerden çobanın oğlumu kucağına aldığını gördüm. Oğlum artık yeni ailesini bulmuştu. Bu durumda o çabanın oğlumu tekrar oralara bırakamayacağını düşünerek çobana görünmeden köyüme döndüm.

Köyümde eşim merakla beni bekliyordu. Ona oğlumu öldürerek toprağa gömdüğümü söyledim. İki gün hiç evimizden dışarı çıkmadık. O süre içinde ben hep oğlumun yasını tuttum. Eşime hissettirmeden sabahlara kadar ağlıyordum. Uykuya daldığım an onu dağlarda kurda kuşa verilmiş yem olarak görüyor ve çığlıklar atarak uyanıyordum. Eşimde bunların hepsinin farkındaydı. Hatta olayın ikinci günü tekrar oğlumu bıraktığım o yaylaya giderek oğlumun oralarda olup olmadığını bir kez daha kontrol ettim. Eğer bulsaydım alıp köyüme dönecek ve eşimden de ayrılacaktım. Ama o çoban çocuğumu alıp

323

götürmüştü. Hangi köyün çobanı olduğunu bilseydim gidip elinden almayı bile düşünüyordum.

Bu acıdan sonra artık o köyde duramazdım. Oğlumu terk ettiğimin üçüncü günü bir şafak vakti köyümüzü terk ederek buraya geldik. O günden bugüne kadar rüyamda oğlumu görmediğim hiçbir günüm olmadı. Bazen onu göklerde uçarken, bazen bulutların üzerinde otururken bazen da kollarını açarak bana doğru koştuğunu görüyordum. Kadir’im Aylaz Çobana kavuşmuştu ama yetim kalan ben olmuştum. Bir anne için çocuğunu kaybetmekten daha büyük bir acı yaşanamayacağını şimdi daha iyi anlıyorum. Kadir’imi dağlara kurban ettiğim tarihten sonra benim için yaşam bitmişti. O acıları unutmak için karşımda oturan bu kızlarımı doğurdum. Onları da çok seviyorum ama Kadir’imin acılarını bana unutturmağa yetmediler. Sizi ilk gördüğüm günün gecesinde rüyamda Kadir’imin arkamdan anne diye ağlayarak bana koştuğunu gördüm. Arkamdan anne diye ağlayarak koşan Kadir’im şu an karşımda nemli gözlerle bana bakıyor. Demek o rüyam sizlerin geleceğini haber veren bir işaretmiş.

Bütün bu üzücü olayları eşim nedeniyle yaşadım. . Bundan dolayı da içimde eşime karşı büyük bir kinim var. Mustafendiler’in yaptığı gibi Kadir’imi de bir evladı kabul edip onu büyütebilirdi. O sizin öldüğünüzü biliyor. Varsın öyle bilsin. Kızlarım senin kardeşlerin. Artık onlara ağabeyliği sen yapacaksın. Bu hikayemden sonra bana kırılmış olacağını sanıyorum. Sakın bana kızma oğlum. O tarihlerde genç, dünyayı ve evlat sevgisini bilmeyecek kadar cahil bir köylü kadınıydım. Bugünkü bilince sahip olsaydım seni hiç o dağlara bırakır mıydım? Kusurlu olduğumu kabul

324

ediyorum. Bana her türlü cezayı verin bir itirazım olmaz. Bunu bir gurur meselesi yapıp beni anne olarak kabul etmiyorsanız ben ölmeye hazırım. Zaten Kadir’imi dağlara verdiğim günden beri ben bir ölüydüm. Ne yaşarsam bundan sonra yaşayacağım. O gün ki hatamın bedelini nasıl istiyorsanız öyle ödemek istiyorum. Sevgili oğlum sana karşı beni bağışla demeğe de yüzüm yok. Ben sana annelik yapamadım ki senden sevgi ve saygı bekleyeyim. Beni bağışlamanı da istemiyorum. Çünkü ben bağışlanacak bir anne değilim.

Sevgili gelinim Yasemin’i de çok sevdim. Birbirinize çok yakışmışsınız. Gelinim çektiğin acıları sana unutturacak güzel bir ödül olmuş. Benim sana veremediğim mutluluğun eşin olarak onun vereceğine inanıyorum. Size yaşattıklarımın ve sizin yaşadıklarınızın bir geri dönüşü yok. Oğlum olarak sizi bulmaktan son derece mutluyum ama içimde duyduğum eziklik bu mutluluğumu engelliyor. İstemeğe hakkım olmasa da beni bağışlamanı istiyorum.”

İşte benim hikayem de budur. Sen benim öz oğlum sun. Bu cici kızlar da senin öz kardeşlerin. Bundan böyle bu cici kızlarıma ağabeylik yapmak senin görevin olsun. Ama babanın nerelerde olduğunu bilmiyorum. Kimileri öldü dediler kimileri başka ülkelere göçtü dediler. Hiç kimseden yaşayıp yaşamadığı konusunda kesin bir bilgi alamadım. Onurlu ve iyi bir insandı. Ailemin alevi diyerek beni ona yakıştırmamaları gururunu incittiği için bulunduğu yeri terk edip kayboldu. Onu hiç aramaya da kalkma. Çünkü bulamazsın. Bir ailenin tek çocuğu idi. Çocuklarının gitmesinden sonra da onların da öldüğünü duydum. Başka akrabaları olup olmadığını da bilmiyorum. Beni bulmak için

325

hayli uğraşmışın. Bir de babanı bulmak için kendini feda etme. Artık onu ölmüş bil.

Hepinizden bir isteğim daha var. Bugün anlatılan bu hikayelerden eşim haberdar olmasın. Oğlumun yaşadığını öğrenirse belki bana kötülük yapabilir. Onun da bana yaptıklarından dolayı vicdanen rahat olduğunu sanmıyorum. Olmaması da gerekir. Minnacık bir çocuğu dağlarda kurda kuşa yem olarak vermemi isteyen bir kimseye ben insan diyemem. Cahilliğimi ve çaresizliği kullanarak bana bir ömür azap yaşattı. Bu kızlarım olmasa bir gün yanında durmam. Kızlarımın hatırı ve gelecekleri için katlanıyorum.

Nesime annemin hikayesini anlatmasından sonra herkes bir süre sustu. Anlatılanlar orada bulunan kimseyi mutlu etmemişti. İkisi de filmlere konu olacak ilginç bir hayat hikayesi idi. Anlatılanlardan en çok ben etkilendim. Böyle hüzünlü bir hikaye beklemiyordum. Kız kardeşlerim de anlatılanlardan mutlu olmadılar. Bakışlarından annelerine kızdıklarını hissediyordum. Annemde hikayesini anlatmaktan dolayı bir suçluluk duygusu içindeydi.

Duyduklarım karşısında ben de üzüntülerimi belirtmek istemesem de herkes üzüldüğümü görüyordu. Kız kardeşlerim üzüldüğümü anlamış olacaklar ki ikisi de ağlayarak gelip boynuma sarılıp “Annemizi affet ağabey” diye yalvardılar. Onlara da kıyamadım. Ben de onlara sarılıp yanaklarından öptükten sonra gözyaşlarımla gözyaşlarına cevap verdim.

Sizler benim öz kardeşlerimsiniz. Annemizin hikayesinden dolaylı kendisine gücendiğimi sanmayın. Onun da yaşadıklarını düşününce haklı olduğunu kabul ettim. Bunlar gelmiş ve geçmiş olaylar. Bundan sonra

326

birlikte güzel günler yaşamağa bakalım. Annemiz hepimizin baş tacı ve sürekli de başımızda olması en büyük dileğimizdir

. Benim güzel cici kardeşlerim sizi hep annemizin yanında görmek istiyorum. Sizden tek dileğim mutlaka okuyun annenizi ve beni başarılarınızla mutlu etmeğe çalışın. Daha bir süre burada birlikte güzel günlerimiz olacak. Sizleri yorduğumuz için Yasemin de ben de hepinizden özür diliyor ve yaptıklarınızdan dolayı da teşekkür ediyoruz. Bugün hepimiz de değişik bir gün yaşadık. Üzüntülerle sevinçler birbiriyle çatışıp durdu ama sorunda sevinçler galip geldi. Anneme ve kardeşlerime kavuşmaktan dolayı son derece mutluyum.

Sevgili anneciğim evlatlar annelerine karşı anneler de çocuklarına karşı her zaman affedicidir. Sen benim annemsin ve bir tanemsin. Geçmişimin tüm acılarını ve tüm özlemlerini unutmuş durumdayım. Seni sağ salim bulmanın ve dünyalar güzeli iki kardeşe sahip olmanın verdiği mutluluğu tarif edemem. Her zaman yanınızdayız sizler de bizim yanımızda olun.”Diyerek önce anneme sarılıp öptüm sonra da kız kardeşlerimi öperek otelimize gitmek üzere evden ayrılırken annem biraz beklememizi isteyerek kendi yatak odasına gitti.

Kısa süre sonra elinde bir altın bilezikle yanımıza dönü verdi.

Bu bilezik gelinime küçük bir hediyem olsun diyerek bileziği Yasemin’in koluna takıp sonra da sarılıp uzun uzun öptü. Yine gözleri yaşlı mahcup bir şekilde bizi kız kardeşlerimle birlikte okul sahasının dışına kadar uğurladıktan sonra birbirimizden ayrıldık.

327

Yasemin’le otelimize doğru giderken yol boyu hep annemin benimle ilgili anlattığı hikayeyi düşünüyorum. O anda üzülmesin diyerek bir eleştiride bulunmak istemedim ama anlattıkları biraz yüreğimi yaktı ve canımı acıttı. Bir anne öz oğlunu dağlarda kurda, kuşa nasıl yem olarak verebilir? Benim bildiğim anneler önce evladını sonra kendini düşünür. Toplumda nice örneklerini görüyorum. Çocuğunun yaşaması için hayatını feda eden anneler var. Benim annemin de öyle birisi olmasını isterdim. O kendini ve eşini düşünerek beni feda etmiş. Onun için annemi bulduğuma pek de sevinemedim. Hayalimde yaşattığım annem yeni tanıdığım gerçek annemden çok daha fedakardı. Yine de onu annem olarak kabul ediyorum ama suçlu bir anne olarak. Beni insanların gelip geçmediği o ıssız dağlarda dikenlerin üstüne bırakıp gitmesini annelik duygusu ile bağdaştıramıyorum. Basit bir battaniyeyi yada basit bir örtüyü bana çok görmüş. En azından beni gecenin soğuğundan gündüzün güneşinden korumak için üzerindeki bir gömleğini üzerime örtebilirdi. O minnacık canıma ve küçücük bedenime hiç mi hiç acımamış. Aylaz Babam beni bulmasaydı belki kurtlara ve çakallara yem olabilirdim.

Kendimi teselli etmek için bazen de annemden yana düşünmek istiyorum ama onu savunacak mantıklı bir neden de bulamıyorum. Olsa olsa tek neden onun cahilliği ve kimsenin ona sahip çıkmaması. Tüm olumsuzluklara rağmen o benim annem, sevmem gerektiğine inanıyorum ve seviyorum da , iyi ki annemi buldum. Yoksa bir ömür onun hasreti ve sevgisinden uzak yaşayacaktım.

Yol boyu içinde bulunduğum bu ruh hali nedeniyle Yasemin’le bir sohbetimiz olmadı. Yasemin üzüldüğümü

328

tahmin etmiş olacak ki “aşkım çok üzüldüğünüzün ve içinizde annenizi yargıladığınızın farkındayım.

Bu konuda anneni fazla suçlamadan onun yaşadıklarını ve o günün şartlarını bir gözünün önüne getir. Genç ve cahil bir köylü kadını. Ailesi dahil bu konuda köyünde ona yardım edecek bir kimsesi yok. Öz anne ve babası bile sahip çıkmamış. Bulduğu çözüm de küçümsenecek bir çözüm değil. Eşinden ayrılıp yapayalnız bir köyde ne yapabilirdi? Belli bir geliri yok,çalışma imkanı yok. Bu durumdaki bir kadın daha kötü yollara düşebilirdi. Yaptığını çok da doğru bulmuyorum. Ama içinde bulunduğu şartları ve ortamı düşününce hak da vermek istiyorum. Ben bu konuda annenden yanayım. Ona kızdığını ve üzüldüğünü hissettirmemeğe çalış. O ömrünün büyük bir bölümünü seni anarak, seni rüyalarında görerek ya da hayalinde yaşatarak geçirmiş. Bundan sonra ona güzel günler yaşatalım. Onun daha da üzülmesinden dolayı bizim bir kazancımız olmayacak. Sen öğretmensin. Anneni bir öğrenci olarak düşün ve hatalarından dolayı onu affet. Bir kadın ve bir eş olarak ben de senden bunu istiyorum”

Bir kadın olarak annemin geçmişte yaşadıklarını sen benden daha iyi taktir edersin. Annemi affettim. Sana söz veriyorum gidinceye dek üzüntülerimi ona hissettirmeyeceğim. Üzülmenin sorunlarımıza çözüm olmayacağını da biliyorum. Geçmişi burada kapatıyor yarınlarımızda güzel şeyler yaşamağa bakıyoruz.

Bugünden başka daha burada geçireceğimiz üç günümüz var. Ayrılmadan önce annemde yemek yediğimiz için akşam yemeği yerine çay bahçesinde çay içerek bahçenin o mutlu görünen kalabalığına bizde karışıverdik.

329

Zamanın nasıl geçtiğini hatırlayamıyorum. Uyumak üzere otelimize yöneldiğimizde bahçede ve yollarda bizden başka kimseler görünmüyordu.

Gecem yarı uyur yarı uyanık biçimde sıkıntılı geçti. Gündüz düşündüğüm bazı şeyler gece de beni yalnız bırakmadı. Sabah uyanıp bahçeye çıktığım zaman annemi bahçede bizleri beklerken gördüm. Yanında bohçası ve kendi hazırladığı yemekleri ile yalnız başına oturuyordu. Onu öyle yalnız ve mahzun görünce üzüldüm. Hemen yanı başına oturarak defalarca sarılıp öptüm ve sonra da sohbete daldık.

Anne sabahın bu erken saatlerinde ta buralara kadar gelip yorulmana üzüldüm. Biz kahvaltıdan sonra zaten sizin okulun plajına gelecektik. Orada da görüşebilirdik. Hem sabahın bu erken saatinde bu kadar yemek niye. Bugün sen bizim misafirimiz olacak buradaki lokantalarda birlikte yemek yiyeceğiz. Siz Yasemin ile otururken ben gider kardeşlerimi de getirir bu günü burada birlikte geçiririz.

Sen bizim eve kadar yorulma. Kız kardeşlerin artık kendilerine bakacak kadar büyüdüler. Bugün burada oğlumla baş başa olmak istiyorum. Seni plajda yatarken ve denizde yüzerken göreyim ki gittiğiniz zaman gördüklerim bana anı olarak kalsın. Yarın beni bırakıp gittiğinizde ilerde sizi bana hatırlatacak bazı şeyleri bugün sizlerle yaşamak istiyorum. Sana karşı olan o güzel duygularımı tam olarak anlatamadığım için üzgünüm. Sen benim bir parçamsın ve gözümde halen bir bebeksin. Sana doya doya bakarak ve sana doya doya dokunarak geçmişimden intikam almak istiyorum. Mümkün olsa da hiç gitmesen ve hep yanımda kalsan. Bu kısa sürede gözlerim ve gönlüm sana doymadı. Arkanda yine nemli gözler bırakarak gideceksin.

330

Biz annemle böyle sohbet ederken Yasemin’ de gelip bize karıştı. Sabahın erken saatleri olduğu için henüz sahilde ve bahçelerde bir canlılık yok. Sabah kahvaltısı için lokantaya gitmeyip annemin getirdiği nefis börekler bize kahvaltı olarak yetti. Kahvaltıdan sonra annem denize girmek için okul plajına gitmemiz konusunda ısrarcı olunca onu kırmayarak hazırlanıp Alata’nın plajına gittik.

Annem günlük giysileri ile geldiği için denize girecek durumda değil. O ikimizin ortasında öyle oturur durumda iken bir tarafında ben bir tarafında Yasemin kumların üzerinde güneşleniyoruz. Böyle güneşe karşı gözlerim kapalı yatar durumda iken ara sıra annemin saçlarımı ve çıplak duran omuz başlarımı okşadığını hissediyorum. Aynı hareketi Yasemin için de tekrar ediyor. Bu hareketler annemin geçmiş yıllarda gösteremediği annelik sevgisinin bir sonucu olsa gerek. Bunları bilinçli bir şekilde yaptığını da sanmıyorum. İşte annelik budur. Ben de yıllardır yaşayamadığım anne sevgisini ve anne dokunuşunu bugün yaşıyorum. Ayşe annem de ara sıra başımı okşardı ama gerçek annenin okşaması bir başka oluyormuş. Bu hazzı ilk kez bugün tadıyorum.

Tatilimizin bitimine kadar annem hep yanımızda oldu. Nefis yemekleri ile yakın ilgisi ile anne sevgisini bana doya doya yaşattı. Kız kardeşlerimde de aynı sıcaklığı ve aynı yakınlığı gördüğüm için onları da aşırı derecede sevdim. Buradan uzaklaştığım an onları ilerde çok özleyeceğimi sanıyorum. Bugün vedalaşma günümüz. Yarın sabah erken saatlerde dönüş yolunda olacağız.

Gezimizi bitmek üzere olduğu bugünün son saatlerinde yine annemin evindeyiz. Her ayrılıkta olduğu

331

gibi bugün yine hepimizde bir hüzün ve kırgınlık var. Gözler nemli, bakışlar durgun… Annemin ikram ettiği son tatlıları yerken lokmaların boğazımdan aşmadığını hissediyorum. Kız kardeşlerimin ve annemin gözlerinden akan yaşlarını görmek bana aşırı derecede hüzün veriyor. Ben onlardan daha metanetli davranmak ve gözlerimde beliren damlaları onlara göstermek istemiyorum. Bu duygusal sahne ve vedalaşma yarım saatimize yakın bir zamanımızı aldı. Son bir kez daha hepsine sarılarak gözyaşları içinde annemin evini terk ederken onun hüzünlü çığlıkları uzun süre kulaklarımda yankılandı.

Güneş batmak üzere karanlık çökmeden otelimizde olmalıyız. Sahil boyu yürürken günlerdir bizi koynunda eğlendiren denize, günün her saatinde tepemizde uçuşarak bizlere şarkılar söyleyen martılara, bize yüzmeyi öğreten karabataklara, bizi sıcak bağrında günlerce konuk eden sahillerdeki kumsallara el sallayarak ve öpücükler göndererek veda ediyoruz. Hoşça kal Erdemli !..Hoşça kal anneciğim!.. Hoşça kalın kardeşlerim!..

Akşamımız yarınki yolculuğumuza hazırlıkla geçti. Geç vakitte çay bahçelerinde birer veda çayı içerek o güzelim bahçelere de veda edip otelimize döndük.

Gece boyunca uyuyamadım. Annemi, kardeşlerimi, geçmişte yaşadıklarımı ve geleceğimi düşündüm. Sabahın erken saatlerinde Erdemli’ye ve beni göremeyen anneme el sallayarak bizi bekleyen mutlu günlerimize doğru gidiyoruz.

S O N

 

 

 

 

 

AVUKAT ZİYA KAYAPINAR Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol